Türkiye-ABD: Bardağı taşıran son damla veya devenin belini kıran son saman çöpü!

Askı kararı nasıl bir hamlede ve derhal uygulamaya konuldu ise yine bir hamlede, süratle ve kesin olarak kaldırılabilir. Bunun için siyasilerin onayıyla diplomasi kanalları sessiz sedasız işletilmeli ve iki taraf içinde her zaman önemli ve değerli olan dostluk ve ittifak bağları bu ağır ve haksız yaptırımın yükü altından çıkarılmalıdır.

Google Haberlere Abone ol

Faruk Loğoğlu

Vize başvurularının karşılıklı olarak askıya alınmasıyla Türkiye-ABD ilişkileri olağan dışı ve ne zaman sona ereceği bilinmeyen yeni bir bunalıma girdi. Bu sefer, 1962 Küba/Jüpiter füzeleri, 1964 Kıbrıs/Johnson mektubu, 1974 haşhaş ekimi, 1974 Kıbrıs/silah ambargosu, 2003 1 Mart tezkeresi gibi yine ciddi, fakat bir ölçüde geride bırakılabilen krizlerden farklı bir durumla karşı karşıyayız. Çünkü bu sefer doğrudan Türkiye’den vize başvurusu yapacak bütün Türk vatandaşlarını hedef almış olan bir yaptırım kararı vardır. Buraya nasıl, niçin gelinmiştir? Çıkış yolu var mıdır? Yoksa iş daha da tırmanır mı?

Önce ne yapıldığına bir bakalım. Adana ve İstanbul’da bazı konsolosluk çalışanlarının – ki T.C. vatandaşıdırlar; herhangi bir muafiyetleri yoktur ve yasalarımıza tabidirler - tutuklanmalarını bahane ederek Trump yönetiminin talimatıyla ABD Büyükelçiliği Türkiye’de vize başvurularını süresiz durdurduğunu açıklamıştır. Neticede yargıya intikal etmiş bir sürece siyasi bir karşılık vermek suretiyle ABD alan dışı bir tepki vermiştir. Bu açıdan, karar çok ağır ve orantısızdır. İki hükümet arasındaki gelişmelerde dahli bulunmayan sıradan – öğrenci, hasta, işi-akrabası olan- insanların kalıcı mağduriyetlerine yol açabilecek bu kapsayıcılıkta emsali de bulunmayan bir yaptırımdır.

Türkiye bu karara aynısıyla mukabele etmiştir. Ancak bu adımın da meselenin çözümüne katkısı olacağını söylemek zordur. Öte yandan, kriz elbette iki tarafa da zarar verecektir ama siyasi ve ekonomik maliyetin çoğu, hele kısa zamanda bir çözüm bulunamadığı takdirde, Türkiye’ye çıkacaktır.

Buraya nereden gelinmiştir? Son yıllarda, Türk-Amerikan ilişkileri taraflar çözemediği için üstü üste biriken bir sorunlar yumağına dönüşmüştür. Eskiden krizler tek tek gelir, çözülür veya geride bırakılırdı. Bu sefer farklı olarak irili ufaklı sorunlar çözülmeden birikti ve değişen karşılıklı iç dinamikler, bölgesel ve uluslararası hızlı gelişmelerin etkisinde sorunlar havuzu büyüdü ve çok boyutlandı. Suriye ve Irak politikaları, terörle (PKK-IŞİD) mücadele, PYD/YPG, Türkiye’nin İran ve Rusya’yla yakınlaşması, Gülen’in iadesi, Sarraf ve korumalar davaları, Türkiye’de tutuklu Amerikan – papaz gibi - vatandaşları ve şimdi de tutuklanan konsolosluk çalışanları… Siyasi seviyede verilen dostluk fotoğrafları da bir işe yaramamış ve işte bugüne gelinmiştir. Biriken sorunların çokluğu, iki ülke arasındaki gerilimin altında Türkiye’de Batı karşıtlığı olarak da adlandırılan bir değerler çatışmasının yattığını da düşündürmektedir.

Bu durum vatandaşların hayatlarını doğrudan etkilediği için iki ülke ilişkisinin tahammül edemeyeceği, etmemesi gereken bir yük getirmektedir. Hemen çözüme kavuşturulması şarttır. Amerika’daki iade konusu ve davalar ile Türkiye’de tutuklu Amerikan vatandaşları ve Türk vatandaşı konsolosluk çalışanları konularının ikili ilişkileri rehin almalarına izin verilmemelidir. Yargının işi yargıya bırakılmalıdır. FETÖ ve Gülen konusunda ise ABD artık Türkiye’yi tatmin edecek bir adım atmalıdır.

Çıkış yolu nedir? Her şeyden önce tarafların gerginliği tırmandıracak adımlardan kaçınmaları şarttır. Kamuya yönelik söylemlerde itinalı dil kullanılması, özellikle tutukluların bir takas malzemesi olarak görüldüğü izlenimini veren söylemlerden kaçınılması önem taşımaktadır. Aynı özenin gösterilmesi gereği ABD için de geçerlidir.

İlk olarak, tutuklu konsolosluk çalışanlarının yasalarımızın her Türk vatandaşına tanıdığı hakları kullanmalarının ve avukatlarına erişimlerinin sağlanması somut bir adım oluşturacaktır. Öte yandan, söz konusu personelin tutuklama gerekçeleri konusunda da bir sıkıntı yaşandığı açıktır. Bu sorunun da aşılması gerekir. Avukatlar vasıtasıyla bu sorun da giderilebilmelidir. Aksi takdirde, Türk yargısının işlemleri bugün olduğu gibi şüpheyle karşılanmaya devam edecek, Türk hükümetinin rehine siyaseti ve takas pazarlığı yürüttüğüne ilişkin ithamlar güçlenecektir.

Ankara’daki ABD Büyükelçiliği askı adımını Trump yönetiminden aldığı talimatla attığına göre, bu sorun ancak siyasi seviyede varılacak bir mutabakatla çözülecektir. Bu amaçla taraflar öncelikle diplomatik temsilciliklerinin “tesisleri ve personelinin güvenliğine ilişkin taahhütler” konusundaki sorunları, varsa, gidermek için görüşmeler yapmalıdır.

Daha önemlisi şudur: askı kararı nasıl bir hamlede ve derhal uygulamaya konuldu ise yine bir hamlede, süratle ve kesin olarak kaldırılabilir. Bunun için siyasilerin onayıyla diplomasi kanalları sessiz sedasız işletilmeli ve iki taraf içinde her zaman önemli ve değerli olan dostluk ve ittifak bağları bu ağır ve haksız yaptırımın yükü altından çıkarılmalıdır. Dışişleri teşkilatımız yetenekli ve yaratıcıdır. Siyasilerin diplomatlara en fazla kulak vermeleri gereken bir noktadayız.

Ancak gerginliği tırmandırıcı adımlar ve söylemlerde karşılıklı olarak ısrar edilirse, bu gerginlik iç politika manevralarına alet edilirse, bunun olumsuz sonuçları katlanarak büyüyecek ve Türkiye’nin Avrupa-Atlantik ailesi içindeki yeri toptan sorgulanmaya başlanacaktır. Bu olasılık kimsenin yararına değildir ve ülkemizin her vadedeki çıkarlarına aykırıdır.

Askı kararının askıdan hemen indirilmesi için taraflar üzerlerine düşeni hemen yapmalıdır. Akıl, mantık, hak ve hukuk bunu emreder.