Adalı’nın türküsü düşmeyecek dillerde!

Necdet’i, 7 Ekim’i 8 Ekim’e bağlayan gece, idam sehpasına çıkardılar... FETÖ denilen kişinin “elimden gelse mezardakileri kaldırıp evet oyu vermelerini sağlardım” dediği 2010 Anayasa Referandumu sırasında bugün Cumhurbaşkanı olan Erdoğan, Necdet’i anarak şiir okuduğunda tuhaf bir ruh haline bürünmüştüm...

Google Haberlere Abone ol

Yüksel Işık

Yıl 1976 idi, ben Necdet’i tanıdığımda.

Ben, Ankara Yıldırım Beyazıt Lisesi 2. Sınıf öğrencisiydim; okul ile arasının pek iyi olduğu söylenmese de, sanırım o da Yıldırım Beyazıt Endüstri Meslek Lisesi'ne kayıtlıydı.

O, vaktinin çoğunu, Mevki Hastanesi ile aynı medyana bakan Yıldırım Beyazıt Halkevi'nde geçirirdi.

Nerede bir “imdat” çığlığı yükselse oraya yetişmek için..

Öğlen YI-BA Endüstri Meslek Lisesi çıkışının güvenliğini sağlar; akşam Ziraat Fakültesi öğrencilerine yönelik muhtemel faşist saldırıları püskürtmek için Altındağ Babaharman Parkı'na konuşlanırdı.

Bazen de bizim okulun önüne gelir; sırtını trafoya vererek, öylece otururdu.

O tarihler, her genç gibi ben de arayış içindeydim. Orası-burası derken bir gün ürkek adımlarla da olsa Yıldırım Beyazıt Halkevi’nden içeri girdim.

Benimle çok ilgilenmiş; yaşadığı sürece o ilgisini hiç eksik etmemişti. Nitekim idamına neden olan tutukluluğu sırasında üniversiteyi kazandığımı öğrenince sevincime ortak olduğunu göstermekten geri durmamıştı.

ESMERLER DİYARINDA SARI BİR ÇOCUK!

Altındağlıların çoğu Romanlardan, geri kalanları da Doğunun çeşitli şehirlerinden göçüp gelenlerden ibaretti; tıpkı bizim gibi!

Deyim yerindeyse “Esmerler Diyarı” idi Altındağ!

Necdet ise sarışın, mavi gözlü bir çocuktu.

Gerçi o pek hoşlanmazdı ama lakabı da, görünüşüyle müsemma olacak şekilde “Sarı” idi!

Aykırılığı bundan ibaret değildi kuşkusuz.

Bağımsızlık-sosyalizm ve demokrasi mücadelesinin bir an önce sonuca ulaşması için Altındağ’da basmadığı sokak, girmediği ev kalmamıştı.

Çatışmaların, ölümlerin, katliamların hızla arttığı günlerden geçiyorduk ki Necdet’in yakalandığını duyduk.

Tarih, Temmuz 1977 idi.

Gerekçe inanılmazdı; güya bir kahveyi taramışlar ve iki kişiyi herkesin gözü önünde infaz etmişlerdi.

Hayatımın hiçbir döneminde şiddeti övmemiş; baskı ve şiddet ile hegemonya kurulmasına taraf olmamıştım.

Anlatılanların hiç birisine inanmadım; kendisini savunabilirdi ama Necdet’in birisini öldürmesi, hele hele bir kahveyi taramasını aklım alamazdı.

Almadı da!

MÜSEBBİBİ DEĞİLKEN FAİLİ OLDU!

Araya giren sürecin sonunda öğrendik ki “içeri” sızan polis işbirlikçilerinin kışkırtmasıyla oraya kadar gitmiş ama ne O ne de “suç ortağı” olarak lanse edilen hemşerim Kemal Ergin, kahveyi taramamışlardı.

Bülent Forta, yıllar sonra Birgün’de, “bu polis işbirlikçisi iki devrimciyi onaylamadıkları bir eylem biçimine ‘kışkırtıyor’, arkasından yakalanmalarını sağlıyor, bu devrimcilerden biri idam ediliyor bir diğeri Filistin davasına omuz vermek için gittiği bölgede boğularak hayatını kaybediyor ve sola şiddetle karşı çıktığı ‘kahve tarama türünden’ bir eylem biçiminin lekesini düşür(düklerini)” yazmıştı.

İdamla yargılanmışlardı ama Necdet, aklanacağına hep inanmıştı.

Her şey normal seyrinde işleseydi, aklanacağı kesindi ama bütün bu kışkırtmalar, katliamlar, bombalamalar da zaten sonrasında gelen 12 Eylül darbesine zemin hazırlamak için başvurulan şiddet eylemleri olarak tarihe geçmişti.

12 Eylül Darbecilerinin ilk işi, güya denge kurmak için “bir soldan bir sağdan”diyerek Necdet’i idam sehpasına çıkarmışlardı.

Sağdan ilk isim ise yaptığı itirafları 74-80 arasında gerçekleşen bütün karanlık katliamları aydınlatacak bilgilerle dolu olan Mustafa Pehlivanoğlu oldu.

Necdet’i, 7 Ekim’i 8 Ekim’e bağlayan gece, idam sehpasına çıkardılar.

37 yıl önce bugün, yani 7 Ekim’i 8 Ekim’e bağlayan gece idam etmişlerdi.

O gece, pek çok yoldaşı gibi ben de Etimesgut Askeri Cezaevi’nde tutuklu idim.

Darbe karabasanının soluduğumuz havaya bile sindiği o gece, tahmini idam saati olan 03.00’e kadar sessizce beklemiş; o saatte hep birlikte saygı duruşunda bulunmuştuk.

O, “Kahrolsun sömürgecilik” diye bağırarak, idam sehpasını tekmelediği o saatlerde Necdet’i yalnız bırakmak istememiştik.

Arkadaşımın idam edilmesi, benim için tarif edilmez bir acıydı ama kimseler görmesin diye gözyaşlarımı içime akıtmıştım.

FETÖ denilen kişinin“elimden gelse mezardakileri kaldırıp evet oyu vermelerini sağlardım” dediği 2010 Anayasa Referandumu sırasında bugün Cumhurbaşkanı olan Erdoğan, Necdet’i anarak şiir okuduğunda tuhaf bir ruh haline bürünmüştüm;

Harama el uzatmamış, haksızlığa pirim vermemiş, her zaman yoksulların, kimsesizlerin kimsesi olmuş Altındağ’ın “Sarısı”, Başbakanlık kürsüsünde ses vermiş; dönemin Başbakanın andığı Necdet Adalı’nın adı, doğduğu Denizli’de İncilipınar Mahallesi’nde bir sokağa verilmişti.

Boşuna değil; "Adalılar türkü söyler, susar darağaçları" dememiz.

Anısına saygıyla!