Nedir bu Türkiye’nin araba sevdası?

Bihruz Bey’in sözde modernliği ve gösteriş düşkünlüğü Tanzimat sonrası Osmanlı Devleti’nin de karakteristik özelliklerindendir. Günümüz Türkiye’sinin araba sevdası bu açıdan dönemin Osmanlı’sını andırmaktadır. Bihruz Bey’in hayalleri, gerçek Periveş Hanım’a değil, kendi kafasında yarattığı Periveş Hanım imajına âşık olduğunu fark ettiğinde yerle bir olur. Türkiye’nin benzer hayal kırıklıkları yaşamaması ise, ancak uzun vadeli hedeflerine yönelik politikaları doğru kurgulaması ve uygulaması halinde mümkün olacaktır.

Google Haberlere Abone ol

Onur Bülbül

Recaizade Mahmud Ekrem’in Araba Sevdası isimli 1898 tarihli romanı, Türk edebiyatında realist akımdan etkilenerek yazılmış ilk roman olarak bilinir. Eser, Doğu ve Batı kültürleri arasında sıkışıp kalan mirasyedi Bihruz Bey’in lüks ve gösteriş düşkünlüğü ile bu zaafı nedeniyle düştüğü gülünç durumlar ve yaşadığı hayal kırıklıkları etrafında şekillenmektedir.

Türkiye’de son yıllarda yaşanan yerli otomobil üretimi tartışmaları biraz bu romanı hatırlatıyor. Fayda-maliyet analizi doğru yapılmadan, salt popülist amaçlara hizmet etmekten öteye gitmeyecek bu çaba, Türkiye’yi Bihruz Bey’in durumuna düşürme tehlikesi taşıyor.

Aslına bakarsanız, otomotiv sektörü Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı sektör. 2016 yılında sektör, 19,8 milyar dolarlık ihracat gerçekleştirmiş. Buna karşılık aynı yıl sektörde ithalat 17,8 milyar dolar. Yani dış ticaret açısından bakıldığında sektörün ekonomiye katkısı yılda 2 milyar dolar. Zaten yerli araba ile hedeflenen bu katkının artırılması.

Alt sektörler itibarı ile incelediğimizde ise, 2016 yılında binek otomobillerde 1,5 milyar dolar; otomotiv aksam ve yedek parçalarında 1,4 milyar dolar dış ticaret açığına karşılık; kamyon ve tır gibi eşya taşımaya mahsus motorlu taşıtlarda 3,5 milyar dolarlık bir fazlamız var. Ancak, bu fazlanın etkisiyle sektörün tamamında oluşan toplam 2 milyar dolarlık fazlaya; motor ticaretindeki 2,7 milyar dolarlık açığımız eklendiğinde, motoru yurtdışından temin eden ülkemizin otomotiv sektöründe kaportacılık yapmaktan öte bir katma değer yaratamadığı görülüyor. Dolayısıyla yerli otomobil hedefindeki en önemli konunun motor üretimi olduğu anlaşılıyor.

Öte yandan, otomotiv sektöründe motor, aksam ve parçalardan nihai ürüne kadar giden tedarik zincirinin son derece katı patent ve diğer fikri mülkiyet hakları ile korunduğunu vurgulamak gerekiyor. Yani küresel ölçekte rekabet eden mevcut firmaların temin ettikleri tüm parçalar sadece kendileri için üretilmekte. Türkiye’deki otomotiv sektörünün üretimi de söz konusu markalar için. Hal böyleyken, yerli otomobil dendiğinde sadece otomobili değil, otomobili oluşturan tüm ekosistemi kendinize üretim yapacak şekilde yeniden oluşturmanız gerekiyor. Dolayısı ile sektöre yeni girecek bir markanın ilk motorlu aracını en az yüz yıl önce yapmış, on binlerce patente ve son derece karmaşık ama bir o kadar sıkı korunan tedarik zincirine sahip Mercedes, BMW, Audi, Porsche, Volkswagen, Ford, Chevrolet, Toyota, Honda, Nissan, Ferrari, Maserati, Alfa Romeo ve daha birçok markayla nasıl rekabet edeceği sorusu ürkütücü bir hal alıyor.

Kaldı ki, bu şirketlerin günümüzde yaşanan yazılım devrimi nedeniyle büyük zorluklar yaşadığı biliniyor. Google, Apple, Tesla, Uber gibi şirketler sürücüsüz araçlarını yollarda test ediyor, sektörde lider konumda olan geleneksel otomobil üreticileri kaportacı olma riski taşıyor. Otomotiv sektöründe devrim yaşanıyor, katma değer motordan yazılıma geçiyor.

Bundan 200 sene önce David Ricardo isimli birisi “her ülke kendi üretim/maliyet avantajı olan ürünlerde uzmanlaşır, avantajı olmayan ürünleri ise kendi üretmek yerine avantajı olan ülkeden serbestçe ithal ederse hem verimlilik hem de refah topluca artar” demiş. Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi olarak da bilinen bu teori bugün tüm uluslararası ticarete giriş derslerinde okutulur. Önemli eleştirilere de konu olmakla birlikte bu teori temelde, verimsiz olunan alanlarda kaynak israfının önüne geçilmesi bağlamında önemli bir noktaya işaret etmektedir. Bu çerçevede değerlendirildiğinde, ülkemizin hem son derece güçlü rakiplerin yer aldığı hem de muazzam bir dönüşüme sahne olan otomotiv sektöründe, mevcut sınırlı birikimi ile bir maceraya atılması kaynak israfından öteye geçmeyecektir.

Ancak bu yorumlar Türkiye’nin ekonomik olarak üretimini asla değiştirmemesi veya herhangi yeni bir sektöre yönelmemesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Asıl hedef, henüz hiçbir ülkenin karşılaştırmalı üstünlüğü elde edememiş olduğu geleceğin sektörlerinde söz sahibi olmak olmalıdır. Yazılım, bilişim, nano teknoloji, dijital ekonomi, insan-makine entegrasyonu gibi konuların tartışıldığı günümüz dünyasında geleneksel otomobil üretiminden bahsetmek; 2023, 2053, 2071 gibi uzun vadeli hedeflerinden bahseden bir ülke için abesle iştigaldir. Söz konusu hedeflerin yerli otomobil projesi gibi bileşenlerden oluşması ise bu hedefleri popülist söylemlerden bir adım öteye taşımamaktadır.

Türkiye’nin bugün yapması gereken, geleceğin sektörlerinde rekabetçi olacak insan kaynağını yetiştirmektir. Bu, adı ne olursa olsun eğitim kurumlarını fen bilimleri, teknoloji, mühendislik ve matematik odaklı eğitim verir hale getirmekle mümkündür. Ülkemizdeki 15 yaş öğrencilerin, OECD’nin uluslararası öğrenci değerlendirme programı (PISA) testlerindeki içler acısı hali ise, Türkiye’nin geleceğin dijital ekonomisinde rekabet şansı konusunda bizleri maalesef karamsarlığa sürüklemektedir.

Bihruz Bey’in sözde modernliği ve gösteriş düşkünlüğü Tanzimat sonrası Osmanlı Devleti’nin de karakteristik özelliklerindendir. Günümüz Türkiye’sinin araba sevdası bu açıdan dönemin Osmanlı’sını andırmaktadır. Bihruz Bey’in hayalleri, gerçek Periveş Hanım’a değil, kendi kafasında yarattığı Periveş Hanım imajına âşık olduğunu fark ettiğinde yerle bir olur. Türkiye’nin benzer hayal kırıklıkları yaşamaması ise, ancak uzun vadeli hedeflerine yönelik politikaları doğru kurgulaması ve uygulaması halinde mümkün olacaktır.

Dr., InnoNative Advisors kurucu başkanı