AB’de zorunlu kota: Zorla uygulanır mı?

Avrupa’ya sığınmacı akınının başlamasından bu yana üye ülkelerin göstermiş oldukları tutum ve tepki, krizin tırmanmasında pay sahibi. Söz konusu tutum değişmedikçe, ne yalnızca kota uygulaması aracılığıyla ne de uygulamanın zorla olmasıyla bu durumun çözümü pek gerçekçi değil.

Google Haberlere Abone ol

Fatma Yılmaz Elmas [email protected]

Avrupa özelinde yaşanan göç ve mülteci konulu tartışmalar, her gün farklı boyutlarıyla gündeme düşüyor. Uluslararası toplumun insani koruma kuralları doğrultusundaki beklentileri, Avrupa ülkelerinin pek çoğunun ulusal ve siyasi çıkar hesaplarının altında kalınca doğal olarak politikalar sürüncemede kalıyor; tartışmalar ise son bulmuyor.

‘Mülteci krizi’ adlandırmasıyla sorumluluğun büyük kısmının mültecilere bırakıldığı söz konusu kriz, palyatif çözümlerin gölgesinde de olsa henüz soğumuş değil. Nitekim Almanya’da Sosyal Demokrat Parti (SPD) başbakan adayı ve Avrupa Parlamentosu eski Başkanı Martin Schulz’un “mülteci sorunu geri dönüyor” yönündeki Temmuz ayında yaptığı açıklama, krizin gidişatına ilişkin ipuçlarını epeydir veriyor. Almanya’da genel seçimler yaklaşırken Schulz, Alman Şansölyesi Merkel’i ‘sanki böyle bir sorun yokmuş gibi davranmakla’ eleştiriyor. Siyasi saiklerle yapılan ve seçimlere yönelik bu eleştiri, Alman siyaseti dışından bakılacak olursa, AB genelinde sığınmacıların yarısından fazlasını kabul eden Merkel için -bu konuya ilişkin- haksız bir itham.

Zira bu konu AB düzeyine taşınacak olursa, ‘sorun yokmuş gibi davrananlar’, aslında 2015 yılından bu yana “zorunlu sığınmacı kotası” kapsamında dahi henüz tek bir sığınmacı kabul etmeyen üye ülkeler. Muhtemelen Schulz’un belirttiği ‘mülteci krizi’ geri dönecek; ama AB düzeyinde dayanışma ilkesinin daha da sarsılacağı bir ‘mülteci politikası krizi’ olarak… Bunun sinyallerini ise AB Adalet Divanı gündeminden, Komisyonun çağrılarından ve üye ülkelerin tepkilerinden almak mümkün.

ADALET DİVANI: "KOTA GEREKLİ

6 Eylül tarihinde AB Adalet Divanı, Avrupa Birliği’nin 2015 yılında aldığı zorunlu kota sistemi kararının hukuka uygun olduğuna hükmederek sığınmacıların üye ülkeler arasında zorunlu dağıtımını öngören kota sistemine uyulması gerektiğine karar verdi.

Hatırlanacağı üzere, 2015 yazı, AB’yi ‘mülteci krizi’ açısından oldukça zorlayan bir dönem olmuştu. Şiddetten, savaştan ve fakirlikten kaçan yüz binlerce sığınmacı Avrupa kıyılarına yönelmiş; artan facialar süreci epey kaotik hâle getirmişti. Birliğin güney sınırı konumundaki İtalya ve Yunanistan sığınmacı yükü altında epeydir ezile dursun, bu defa Batı Balkan ülkeleri Batı Avrupa’ya ulaşmak isteyen sığınmacılar için transit güzergâh hâline gelmişti. Sınırlara çekilen dikenli teller ardında yaşananlar ise uluslararası kamuoyu gündemini epey meşgul etmişti.

Bunun üzerine AB, bütün sorumluluğu sınırdaki ülkelere yükleyen kuralların gözden geçirilmesi zorunluluğu ile bir kez daha harekete geçerek Eylül 2015’te acil bir yerleştirme planı açıklamıştı. İtalya, Yunanistan ve Macaristan’da insani koruma ihtiyacında bulunan 120 bin sığınmacının diğer AB ülkelerine yerleştirilmesini önermişti. Bu kapsamda zorunlu bir kota önerilirken dağılım; üye ülkelerin nüfus, milli gelir, işsizlik oranı ve geçmişte aldığı sığınma başvurusu gibi kriterler göz önünde bulundurularak belirlenmişti. Haklı bir gerekçeye dayanarak bu yerleştirme planına katılmayan üye ülkelerin, geçici dayanışma hükmü çerçevesinde, AB bütçesine belirli bir oranda katkı sağlama yükümlülüğü olduğunu da not düşmek gerekir.

Macaristan bu acil yerleştirme planının yararlanıcısı olmak istememekle birlikte, Çek Cumhuriyeti, Romanya ve Slovakya ile beraber yeniden yerleştirme planına karşı çıkanlar arasında yer almıştı. Bununla da kalmayıp Macaristan, Slovakya ile birlikte konuyu Adalet Divanı gündemine taşımış ve zorunlu kota konusunda itirazlarını iletmişlerdi. Adalet Divanı’nın son kararı bu konuyu ilgilendiriyor. Zaten 26 Temmuz’da Divan Başsavcısı Yves Bot da zorunlu kota lehine görüşünü açıklamış; sığınmacı kotası uygulamasını yerinde bularak Macaristan ve Slovakya’nın itirazlarına ilişkin tezlerini reddetmişti. Başsavcı, söz konusu düzenlemenin 2015 yazını takiben yaşanan sığınmacı krizi nedeniyle İtalya ve Yunanistan üzerindeki göç baskısını rahatlattığını belirterek zorunlu kota sistemini savunmuştu. Divan da bu doğrultuda nihai kararını vermiş oldu. AB kurumlarının acil durumlarda gerekli geçici önlemler alma hakkının bulunduğunu ifade ettiği kararında Divan, 2015 yılında yaşanan sığınmacı akınının önlem alma konusunda gerekli yasal gerekçeyi oluşturduğu kanaatiyle itiraz başvurusunu reddetmiş oldu.

Hukuki bir karar, yine de AB içindeki yük paylaşımı ve dayanışma konusundaki dengesizliğe ilişkin tartışmaları dindirmek için yeterli görünmüyor.

ÜYE ÜLKELER AYAK DİREMEYE DEVAM EDECEK

Karar, Komisyon uygulaması lehine görünse de AB Komisyonu’nun Göç, İçişleri ve Vatandaşlıktan Sorumlu Komiseri Dimitris Avramopoulos, kararın zafer anlamına gelmediğine ilişkin bir açıklamada bulundu. Şimdilik ortak bir zeminde buluşmalarına dair temennisini iletmekle yetinmiş durumda. Avramopoulos, sürecin otomatik olarak işlemeyeceğinin farkında. Nitekim Divan Başsavcısı Bot’un görüşünü açıkladığı Temmuz ayında, Avramopoulos da yerleştirme planına katkıda bulunma konusunu ağırdan alan üye ülkelere ilişkin uyarı mahiyetinde bir açıklamada bulunmuştu. Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’ya yerleştirme planına katkı sağlama doğrultusundaki fikirlerini değiştirmek üzere bir aylık bir süre tanımıştı. Bundan sonraki aşamanın hukuki süreci başlatmak olacağı uyarısında bulunan Avramopoulos, ihlal prosedürünü işletmekte kararlı olduklarını belirtse de aslında bu sürecin yeni tartışmalara ve ayak diremelere gebe olacağını biliyor.

Hâlihazırda kararı Divan’a taşıyan üyelerden sert tepkiler gelmeye başladı bile. Macaristan Dışişleri Bakanı Peter Szijjarto gelecekte de bu karara karşı savaşacaklarını belirten sert bir açıklamada bulundu. Öyle ki gerçek mücadelenin Adalet Divanı’nın bu kararından sonra başlayacağını belirtti. Polonya Başbakanı Beata Szydlo da bu kararın hiçbir şekilde Polonya hükümetinin izlediği sığınmacı politikasını etkilemeyeceği yönünde ifadeleriyle ülkenin tavrını ortaya koymuş oldu.

AB Komisyonu, İtalya ve Yunanistan’daki sığınmacıların diğer AB ülkelerine yeniden yerleştirilmesine ilişkin rakamları düzenli aralıklarla güncelliyor. Buna göre, zorunlu kota uygulaması çerçevesinde farklı AB ülkelerine yerleştirilen sığınmacı sayısı, 1 Eylül itibariyle, 27 bin 645. İtalya ve Yunanistan’da bulunan 7 bin 852 sığınmacıyı ülkesine alarak zorunlu kota sistemine en fazla katkıda bulunan üye ülke ise Almanya. Macaristan ve Polonya, iki yıldan bu yana İtalya ve Yunanistan’da AB ülkelerine yeniden yerleştirilmeyi bekleyen tek bir mülteciyi bile kabul etmiş değil. AB komiserinin bir aylık mühlet verdiği ülkeler arasında yer alan Çek Cumhuriyeti, Yunanistan’dan sadece 12 ve konuyu Divan'a taşıyan Slovakya ise 16 sığınmacıyı ülkesine kabul etmiş durumda.

AB, İtalya ve Yunanistan’da bulunan sığınmacılar özelinde zorunlu kota kapsamında iki yıl içerisinde diğer AB ülkelerine yeniden yerleştirmeyi planladığı 66 bin rakamının hâlihazırda epey gerisinde. Bu ise ulusal tepkisel ve korumacı refleksleri nedeniyle üye devletlerin kısa vadeli acil eylem planlarını dahi hayata geçirmekte zorlandığının bir göstergesi. Bu bağlamda Almanya gibi yüz binlerce sığınmacıyı kabul eden Birlik üyeleri ile göç alan ülke statüsüne geçmeyi henüz hazmedemeyen Merkez ve Doğu Avrupa ülkeleri arasında olası tartışmalara ilişkin endişeler büyük oranda boş yere değil.

KAPSAMLI REFORM İHTİYACI

Avrupa’ya sığınmacı akınının başlamasından bu yana üye ülkelerin göstermiş oldukları tutum ve tepki, krizin tırmanmasında pay sahibi. Özellikle yük paylaşımı konusunda diğer AB ülkelerinden yeterli desteği alamayan ülkeler, AB değerlerinden uzaklaşan ve uluslararası koruma kurallarını aşan uygulamalarıyla ön plana çıkıyor. Öte yandan konu, Avrupa ve uluslararası kamuoyunda alevlendikçe ise hem sosyo-ekonomik hem de siyasi açıdan maliyeti yüksek olan göç politikalarının sonuçlarına ulusal düzeyde katlanması giderek zorlaşan Batı Avrupa ülkelerinde de göç politikalarında sürekliliği sağlayabilecek siyasi irade ve ortam iyiden iyiye yara alıyor.

Yaşanan tartışmalar ve tüm bu gerçeklikler, göç ve sığınma politikalarındaki reform ihtiyacının, sadece Dublin temelindeki bir yük paylaşımı ayarlamasına indirgenemeyecek kadar kapsamlı bir revizyonu gerekli kıldığını bir kez daha gösteriyor. Birlik düzeyinde göç ve mülteci politikasının revizyonu konusunda atılan her adıma, uygulamada dayanışma ve sorumluluk paylaşımı gibi ilkelerin eşlik edeceği ön kabulünün gerçeği yansıtmadığı ise zorunlu kota tartışması dâhil pek çok uygulamada açığa çıkmış durumda. Bu bağlamda zorunlu kotanın “zorla” uygulanması pek gerçekçi değil ve konuya yine palyatif bir çözüm getirmekten öteye de gidemeyecek gibi duruyor.

Dr.