Zeynep Hanım nasıl mutlu olsun?

İş yerinde mutluluk temasını işleyen makaleler, saatlerimizin çoğunu işte geçirdiğimizle ve bu nedenle olumlu hislerimizin ve yaşam doyumumuzun iş yerindeki koşulların etkisi altında kaldığıyla başlıyor. Bir banka şubesinde sabah 9’da başlayıp akşam 6'ya kadar süren çalışma düzeni içerisinde düşünelim Zeynep Hanım’ı. Daha çok kredi vererek ya da daha fazla kişiye emeklilik planı satarak, mutluluğun nesini, neden yaşaması gerektiğini bilmiyorum ama mümkün mü mutluluğu hissetmesi?

Google Haberlere Abone ol

Aytül Ayşe Cengiz*

İş yaşamında ve akademik yaşamda bir mutluluk söyleminin tam ortasındayız. Kim başlattı olmayan bir mutluluk formülünü ilaç reçetesine dönüştürme gayretini bilmiyorum. Ama iş dünyasının bir illüzyona kurban giden şık tasarımlı “modern” ofislerinde hepsi bir örnek gülümseyen, siyah elbise-topuklu siyah ayakkabı giymiş, saçları fönlü kadınlarının ve benzer kalıpları veremeyeceğim erkeklerinin mutluluğu ne kadar gerçek olabilir ki?

Bu soruyu tartışmadan önce akademik dünya, çalışanların mutluluğu ile neden ilgileniyor sorgusunu yapmak faydalı olabilir. Bilgi/iktidar işbirliğinin tam merkezinde düzen ve kontrol sağlamanın post-endüstriyel araçlarını kendine özgü epistemik söylemiyle üretme çabasında olan psikoloji temelli araştırmalar, acaba gerçekten Foucault’nun işaret ettiği bedenden ruha kayan denetim mekanizmalarında mutluluğu biyo-politik sistemin yeni bir aracı mı yapmaya çalışıyor?

Özellikle çalışma psikologlarının ilgilendiği bir konu olan iş yerinde mutluluk temasını işleyen makalelerin giriş kısmı, bir örnek gündelik saatlerimizin çoğunu işte geçirdiğimizle ve bu nedenle olumlu hislerimizin ve yaşam doyumumuzun iş yerindeki koşulların etkisi altında kaldığıyla başlıyor. “İş yerinde işiyle, arkadaşlarıyla, patronuyla mutlu olan birey, daha çok çalışacak, daha az hata yapacak ve düzenli olarak işe gelecektir” şeklinde indirgemeci, öngörücü, işlevselci yaklaşım, toplumsal sistemde olduğu gibi kurumlarda da modernliğin yarattığı belirsizlik korkusunu gidermeye çabalıyor olabilir. Her şeyden de önemlisi Bauman’ın “bahçıvanlık” metaforuyla bu mutluluk oyununu yeniden okumaya çalışırsak, bahçeye uymayan yabani otlardan olmamak için “ben mutluyum, müdürüm” maskesini takan çalışanlarla yaratılan örgütsel kimliğin denetim hazzı modern dünyanın bahçıvanlık rolünü üstlenen kurum yöneticilerine sunulabilir böylelikle. Genel beklenti bu yönde oluşurken, bir adım geri atalım ve resme daha yukarıdan bakmaya çalışalım:

Başlayalım zihnimizde canlandırmaya… Bir banka şubesinde sabah 9’da başlayıp akşam 6'ya kadar süren çalışma düzeni içerisinde düşünelim Zeynep Hanım’ı. Daha çok kredi vererek ya da daha fazla kişiye emeklilik planı satarak, mutluluğun nesini, neden yaşaması gerektiğini bilmiyorum ama mümkün mü mutluluğu hissetmesi? En azından bunu anlamaya çalışalım. Aylık tutturulması gereken hedeflerle, gerçekte var olmayan ama her genel kurul toplantısında bir motto haline gelen “biz bir takımız” telkinlerini aklına ve ruhuna kazımaya çalışan Zeynep Hanım, aralarında olmak için çabaladığı “takım arkadaşlarıyla” iş çıkışı birlikte bir şeyler içerken içindeki yalnızlık ve rekabet hissini bastırmaya çalışırken mi mutlu olacak? Banka, vizyon-misyon-politika-strateji-plan gibi yazılı ya da eğitim-toplantı gibi sözlü iletişim kanallarını düzenli kullanarak zaten Zeynep Hanım'a nasıl düşünmesi, hissetmesi ve davranması gerektiğini modelliyor.

Maddi olmayan emekle birlikte yaptığımız işlerin ve mesleklerin içindeki duygusal ve estetik emek, özellikle kadın işgücü üzerinde artan bir baskı yaratıyor günümüzde. Duygusal emekle birlikte müşterilerine güler yüzlü, sevecen, nazik olmak zorunda olan Zeynep Hanım, estetik emeğin kuşatmasında bir de bakımlı ve hoş görünmek zorunda. Ve bu zorunluluklar, akademik dünyadaki ana akım mutluluk yazınıyla büyük ölçüde güç birliği gibi yapmış görünüyor. Olumlu ve olumsuz duyguların sınıflandırılması, ölçülmesi ve bu duyguların verimlilikle ilişkisinin ortaya konulması çalışanlara yeni performans kriterleri olarak geri dönüyor. Dış görünüşüyle ya da davranışlarıyla canlı, dinamik, konuşkan, girişken, tutkulu olmayan çalışanların verimliliğe ya da örgüt iklimine zarar vereceğini deneysel olarak gösteren -bilimsel- çalışmaların sayısı pozitif psikoloji ile hızlı bir şekilde artmaktadır.

Erich Fromm’un “pazardaki beğenilen ve satın alınmayı bekleyen çanta” benzetmesinde olduğu gibi seçilmeyi ve kabul edilmeyi beklemek ise gene akademik yazın için oldukça yanlış ve pasif bir durum. Yayımlanan yazılarda, bireylere mutluluğun basamaklarını tırmanmak için neler yapmaları gerektiğini gösteren yol haritalarında oklar hep daha çok bireyselleşmeye, rekabet etmeye, yeni hedeflere ve ardından gelecek “başarılara/ödüllere” işaret etmekte.

Bu yol haritalarının çıkarılmasında büyük payları olan iş dünyası ise ofislerinde, şubelerinde bu okları vizyonlarının, hedeflerinin ve eğitimlerinin içeriğine ilikliyorlar. Yöneticisiyle arasındaki psikolojik sözleşmesinin artan cenderesinde otoritenin uygun gördüğü davranış ve görünümde özneleşen Zeynep Hanım, ruhunu, aklını, bedenini bir elbise gibi çıkarıp, yönetsel etkinlik/etkililik tapınağındaki iktidara itaat ederek, kendisine vaat edilen bir haz halüsinasyonuna kapılıp gidiyor. Aslında her gün sisteme entegre olamamasını kendi yetersizliğiymiş gibi hissederek, şubede taktığı maskeye bir kat daha fondöten sürerek “bakın ne kadar da mutluyum, coşkuluyum” demeye çalışıyor. Jung’un gölge arketipini aklımıza getiren bu durum, Zeynep Hanım’a kim olduğunu, neyi istediğini unutturup, onu iç çatışmalarıyla baş başa bırakıyor. Ve ardından kaçınılmaz son: Yabancılaşma… Seeman, gerçek benliğini günlük rollerine aktaramama ve özünden kopmayı yabancılaşmanın sınıfları olarak ifade etmektedir. Peki kendine ve sisteme yabancılaşan bir kişi bırakın nasıl mutlu olabileceğini acaba gerçekten mutlu olup olmadığını sorgulayabilir mi?

Locke, bireylere haz veren ya da acıyı azaltan nesne ya da olguları “iyi” olarak tanımlar. Platon’a göre iyi, bireylerin eksikliklerini tamamlayandır. Bize iyi gelen nesnelere yönelik eğilimdir mutluluk. Çoğu zaman bizim ne hedeflediğimizdir, sonul bir değerdir. Peki Zeynep Hanım kim olduğunu, ne istediğini bilmeden, maskeler içerisinde bir beğenilme ve kabul edilme ihtiyacında iken, sizce kendi mutluluğunu mu yaratır yoksa çoktan sobelenmiş midir sistemin dayattığı mutluluk kurgulu oyunda?

*Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yönetim ve Çalışma Psikolojisi ABD