Hakikat Hasankeyf’tir

Kentler, toplumsal olarak inşa edilmiş bir ortamı, ekonomik, politik ve ideolojik boyutlarıyla daha geniş toplumun yapısal özelliklerinin belirlediği bir sistemi ifade eder. Şimdi bu sistemin altına dinamitler döşenmiştir. Bu dinamitler her patlatıldığında etrafa savrulanlar sadece taş parçaları olarak sanılmasın. Etrafa savrulan şey; tarihsizleştirilmiş, hafızasızlaştırılmış bir toplumun görmezden gelinen hakikatidir. Bu hakikat Hasankeyf’tir.

Google Haberlere Abone ol

Hatice Özhan

Hayat verdikleri rollerle tarih sahnesinin tozunu attırarak kalıcılıklarını sağlayan toplumlar, üreterek ve yenilikler inşa ederek insanlığın ortak hafızasının bir parçası olurlar. Geçmişle gelecek arasındaki ulaşımı sağlayan bu hafızanın temelinde sırlar, mitler, devrimler ya da felaketler var ve bunların hepsi tarihi bir şehrin, köprünün, kalenin, dağın varlığında ismiyle vücud bulur. İlerleyen yaşlarına, zamana rağmen halen de dimdik duran bu vücudu sanırsın ki tılsımlı bir el korur ve o eli indirmeye kimsenin gücü de iradesi de yetmez sanılır.

Hasankeyf’e koruyuculuğunu esirgemeyen o tılsımlı el, günü gelir kendisiyle bilek güreşine giren bir yaratıkça indirilmeye çalışılıyor. Hırsının ve aç gözlülüğünün esiri, ağzından köpükler çıkara çıkara bilek güreştiren bu yaratığın korumasız kalan Hasankeyf’i yok etmeden duracağı yok. Ve korumasız bırakılan Hasankeyf şimdilerde kan revan içinde...

İki yakasını Dicle Nehri’nin ayırdığı Hasankeyf 1981 yılında doğal koruma alanı ilan edilmişti. Kuzeyden güneye kıvrılıp giden Dicle Nehri üzerinde yer alması Hasankeyf’te ticaretin büyük kısmının nehir yoluyla yapılmasını sağladı. Böylelikle de Hasankeyf ticari ve ekonomik olarak büyük bir gelişim gösterdi. Bu gelişimin de bir bedeli olacaktı elbette. Hasankeyf’i Artuklular’dan alan (1232) Eyyubiler, henüz bölgeye tam hakim olmadan Moğol istilası ve harabiyeti ile karşılaştı. Birçok yerleşim yeri gibi burası da altüst oldu.

Çok sayıda badirenin ardından Hasankeyf, Moğol istilasından sonra 14’üncü yy. başlarından itibaren Eyyubiler tarafından tekrar imar edilmeye başlandı. Eyyubiler, Artuklular, Akkoyunlu ve Osmanlı döneminden izler taşıyan Hasankeyf çok sayıda badireyi göğüsledi. Ancak üzerindeki karabulutlar modern dönemde de dolaşmayı sürdürdü.

Otuz yıla yakın bir süredir, Ilısu Barajı’nın sular altında kalacağına ilişkin bir akıbet tartışmasının hakkında yürütüldüğü 12 bin yıllık doğal tarih Hasankeyf talan ediliyor. Doğa, tarih, kültür hakkında ne düşünüyorsunuz diye sorsanız, karşınızda kâr-zarar hesabı yapan birer muhasebeci kesilen pragmatistler Hasankeyf’i dinamitlerin üzerine oturmaya mecbur bırakmıştır. 12 bin yıllık tarihi Hasankeyf antik kentinde devasa kayalar dinamitlerle havaya uçuruluyor.

Kayalar “tehlike arz ettiği” iddiasıyla yıkılırken çalışma antik kale, kilise gibi kalıntılara da zarar veriyor. Mağaralara taşlardan dolgu yapılırken devasa kayalar ise Halfeti’dekine benzer liman yapılacağı gerekçesiyle dinamitlerle yıkılıyor. UNESCO’nun Dünyası Mirası kategorisinde 10 kriterden 9’unu karşılayan Hasankeyf antik kenti hafızadan silinmeye çalışılıyor. Toplumların ortak hafızasının en önemli öğesi olan tarihi mekânlar/yerlerin birtakım ideolojik saplantılarla harabeye çevrilmesi girişimleri tarihsizleştirme, toplumda alzheimer yaratma girişimidir.

Palmira Antik Kenti’nin IŞİD istilasıyla uğradığı yıkımı hatırlayalım bir. IŞİD 2016’da tarihi Palmira Antik Kenti’nin kontrolünü eline alarak antik kentteki Roma tiyatrosu ve ünlü Tetrapylon anıtını yıkmıştı. MÖ 19’uncu yy’ye kadar geriye giden bir geçmişe sahip olan ve Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO’nun Dünya Mirasları listesinde olan kentteki tarihi eserleri harabeye çevirmişti. Palmira’daki büyük heykellerin, büstlerin, mezarların ve anıtların büyük bir kısmı yıkılarak parçalanarak, mekan tarih ve insan cinayetine sahne edilmişti.

Tarihi bir kente verilen zararla amaçlanan uygarlığa zarar vermek demektir. Antik/tarihi kentler tarih bilimci V. Gorden Childe’ın da deyimiyle “uygarlıkların beşiği” olarak kabul edilir. Çünkü kentler ilk doğuşlarından bugüne kadar bilgi, güç, zenginlik ve kontrol yani tüm kaynakların toplanma merkezi olmuşlardır. Sadece sosyal ilişki bağlarıyla, sınıf ilişkilerinin birer ipucu olarak bakılmayacak kadar derin anlamlar barındıran antik kentler toplumun tüm gelişim dinamikleri ve mekanizmalarıyla yakından ilgilidir. Bu anlamda kentler, toplumsal olarak inşa edilmiş bir ortamı, ekonomik, politik ve ideolojik boyutlarıyla daha geniş toplumun yapısal özelliklerinin belirlediği bir sistemi ifade eder.

Şimdi bu sistemin altına dinamitler döşenmiştir. Bu dinamitler her patlatıldığında etrafa savrulanlar sadece taş parçaları olarak sanılmasın. Etrafa savrulan şey; tarihsizleştirilmiş, hafızasızlaştırılmış bir toplumun görmezden gelinen hakikatidir. Bu hakikat Hasankeyf’tir.