Dünyada 'vahşi barış' mı var?

Dünyada ilişkiler ve sorunlar girift! Peki olası bir çatışmaya mahal vermeden sorunları çözme imkânı yok mu? Elbette var: Devletler arası işbirliği mekanizmasını faal hale getirmek ve “kazan-kazan” ilkesinden taviz vermemek. Ancak o zaman reel bir barıştan bahsedebiliriz. Bu realiteler olmadan tesis edilecek bir barış hâli, ancak günümüz örneğindeki gibi her an çatışmaya dönüşebilecek bir “vahşi barış” şeklinde tanımlanabilir.

Google Haberlere Abone ol

Hakan Demir

Gelecek adına umut beslemekte fayda var. Fakat kendi adıma, dünyanın yakın geleceği konusunda pek de ümitli olmadığımı söylemeliyim.

Dünya üzerinde çatışmanın her an çıkabileceği ya da halihazırda çatışmanın var olduğu 40'ın üzerinde kırmızı nokta var (bunların yarısı Müslüman ülkeler/de) ve bunlardan bazıları büyük bir yangının fitilini ateşleyebilir. Ama sadece bu da değil;

Kuzey Amerika’nın (aynı zamanda dünyanın) en büyük ekonomisi olan ABD’de, Amerikan halkını daha önce görülmemiş bir şekilde kutuplaştıran, Müslümanlara oldukça ön yargılı yaklaşan, kaçak göçmenleri sınır dışı edeceğini her fırsatta dile getiren bir kişi başkanlığa seçildi. Aralık ayının başından itibaren kendisiyle çalışmak üzere belirlediği kişilere bakınca, çoğunun kendisi gibi olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Ama gelin görün ki onlardan bazıları bile bir yere kadar Trump’a sabredebildi.

Trump’ın öncelikle kendi egosu, Meksika’ya karşı olan sert tutumu, İran hakkındaki şüpheleri, Çin ile daha başkanlık koltuğuna oturmadan yaşadığı gerginlik, Merkel’e yaptığı kabalık… Ve son olarak Kuzey Kore ile yaşanan ve dünyayı diken üstünde tutan gerginlik.

Trump gelince ABD’nin iç politikalara öncelik verecek olup dünyanın -bazıları ABD’nin politik yaklaşımları sebebiyle- kangrenleşmiş sorunlarına yüz çevirecek olması, uluslararası iş birliği imkânlarını daha da zor kılacağı için endişelenmiştik. Fakat Trump’ın bir taraftan Venezuela’yı diğer taraftan Kuzey Kore’yi tehdit ederken arada da başka yerlere laf yetiştirmesi yeni endişelere kapı aralıyor. Yüksek kapasitede nükleer güce sahip ülkelerden bahsediyoruz ki iki nükleer bomba dünyayı yaşanmaz bir yer kılmaya yetecektir!

“Gevşek çok kutuplu düzen” olarak ifade edilen halihazırdaki dünya düzeninin bir diğer önemli realitesi de Rusya.

Özellikle 2015’ten itibaren Suriye’de yaptığı müdahalelerle Suriye Savaşı’nı iyice kördüğüm haline getiren Rusya, Ortadoğu’daki yerini de sağlamlaştırdı. Bugün Avrupa’da hortlayıveren Rusya yanlısı partilerin sebebi hikmetini tam anlayabilmiş değiliz ama Hürriyet’te yazan emekli diplomat Ünal Çeviköz’ün eski yazılarından birinde, Fransa’da Marine Le Pen başkanlığındaki aşırı sağcı Ulusal Cephe’nin (Front National) Rusya’dan mali destek aldığına dair duyumlardan bahsettiğini de buraya ekleyelim.

Moldova, Bulgaristan ve Ukrayna’da Rusya ile birleşme fikrini savunan partilerin etkisi küçümsenemeyecek ölçüdedir. 2016’nın Ekim ayında Karadağ’da vuku bulan darbe girişiminin ardından henüz yeni seçilmiş olmasına rağmen (dokuz gün) istifa eden eski Başbakan Milo Djukanoviç, Batı yanlısı idi. Djukanoviç’in seçimi kazanmasından sonra meydana gelen karışıklıklar sonrası gözaltına alınanlar arasında yer alan Aleksander Sinceliç, söz konusu isyan dalgasının arkasında Rusya’nın bulunduğunu; kendilerine yardımın Rusya’dan geldiğini ifade etmişti. Karadağ’ın bu yılın 19 Mayıs’ında NATO ile entegrasyon anlaşması yapmış olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda Rusya’nın söz konusu karışıklıkların arkasında olması ihtimalini göz ardı edemeyiz. Rusya, NATO’nun Balkanlar’daki yayılmacılığından ciddi anlamda rahatsız ve bunu engellemek için her yolu deniyor. Hatta mücadeleyi başka bölgelere çekmekte herhangi bir beis görmüyor.

Gelelim şu sıralar Kuzey Kore üzerinden Trump’la laf yarıştıran Çin’e… Güney Çin Denizi’ndeki tartışmalı sularda inşa ettiği ada ile gündemi bir süre meşgul eden Çin, sakin ama kendinden emin bir şekilde etrafındaki ülkeleri nüfuzu altına almaya çalışıyor. Japonya ile yine Güney Çin Denizi’ndeki tartışmalı adalar (beş ada, üç kayalık) sebebiyle sık sık karşı karşıya gelen Çin, bir yandan da Tayvan’ı kendine yani Kıta Çin’e bağlamaya çalışmakta. (Bu noktada Tayvan halkının yüzde 98’inin Çinli olduğunu da belirtelim. Sorunun temeli 1949’a kadar uzanıyor. Kıta Çin’de iktidarda olan Milliyetçi Parti 1949’daki devrimde iktidarı Komünist Parti’ye kaptırınca çareyi ülkeyi terk edip Tayvan’da Çin Cumhuriyeti’nin devamını kurmakta bulmuştur. BM 1971’e kadar Çin’in gerçek temsilcisi olarak Tayvan’ı tanımıştır).

Hindistan ile de zaman zaman sınırda çatışmalar yaşayan Çin, demokrasi ve insan hakları konularında ise tam anlamıyla bir kara kutudur. Bununla beraber eldeki veriler bu konuda olumsuz fikirler edinmemiz için yeterlidir. Örneğin 15 yıl önce Hong Kong demokrasi ile yönetilirken şimdilerde bunu söylemek mümkün görünmemektedir. Birleşme olması halinde aynı şeyin Tayvan’ın başına geleceği aşikârdır. Özetle, ana karadan uzaklaştıkça demokrasi ivmesi artmaktadır.

Askeri yatırımları ile, ekonomik büyüme oranları ile, proaktif politikaları ile Çin, ABD’nin -özellikle de gelecek dönemlerde- uluslararası arenada bırakacağı muhtemel boşluğu doldurmaya en yakın adaydır. Fakat Çin yönetimi altındaki farklı grupların (Türkler, Tibetliler) uzun vadede Çin’in başını ağrıtabileceğini not edelim.

Kore Yarımadası ve Japonya…

2014’ün Temmuz ayında Şinzo Abe, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD tarafından hazırlanan ve yürürlüğe konulan ve hâlâ geçerliliğini koruyan Japon anayasasının 9'uncu maddesini yeniden yorumlamayı teklif etti. Söz konusu madde savaştan uzak durmayı ve ordu bulundurmamayı öngörüyordu. Başbakan Abe’nin teklifine göre Japonya kitle imha silahlarına, ağır bombardıman uçaklarına veya gemilerine, balistik füzelere sahip olmayacak ama kendini korumaktan da geri durmayıp ülke dışındaki askeri operasyonlara da katılabilecek.

Çin ile Güney Çin Denizi’ndeki adalar sebebiyle ciddi sürtüşmeler yaşayan ve hemen yanı başındaki komşusu Kuzey Kore olan Japonya daha önceleri kurmuş olduğu “Öz Savunma Birlikleri”ni güçlendirmiş ve yeni filolar, tugaylar kurmuştu.

Halihazırda ABD’nin en büyük filosu olan 7'nci Filo'nun merkezi Yokosuka / Kanagawa (Japonya)’dadır. Bu filoya ait üsler de yine Japonya, Güney Kore ve Guam’dadır (Kuzey Kore’nin vurmakla tehdit ettiği Guam’a ayrı bir parantez açmak lazım. Pasifik Okyanusu’nda yer alan bu ada, güneyinde Papua Yeni Gine ve Doğu Timor, kuzeyinde Japonya, batısında Filipinler bulunan stratejik bir ABD toprağıdır ve burada iki ABD üssü bulunmaktadır).

ABD ile Tayvan arasında 1954 yılında imzalanan anlaşmaya göre Tayvan bir saldırıya maruz kalırsa ABD tarafından savunulacaktır. Yine ABD ile Japonya arasında imzalanan anlaşmaya göre ABD ordusu herhangi bir savaşa katılırsa Japonya, ABD ordusuna lojistik destek verecektir. Kore de şüphesiz ABD saflarında yer alacaktır.

Görüldüğü gibi ilişkiler ve sorunlar girift!

Peki olası bir çatışmaya mahal vermeden sorunları çözme imkânı yok mu?

Elbette var: Devletler arası işbirliği mekanizmasını faal hale getirmek ve “kazan-kazan” ilkesinden taviz vermemek. Ancak o zaman reel bir barıştan bahsedebiliriz. Bu realiteler olmadan tesis edilecek bir barış hâli, ancak günümüz örneğindeki gibi her an çatışmaya dönüşebilecek bir “vahşi barış” şeklinde tanımlanabilir.

Ve Türkiye…

En uyanık, en dirayetli, en akılcı, en vakur, en sakin olması gerektiği bir dönemde bütün bunların zıddına göre; stresli, realiteden çoğu zaman uzak ve bir kişinin duygularıyla hareket ediyor Türkiye. İflah olmaz komplo teorilerinin bini bir para. Devlet aklını yitirmiş gibi; bir AB’ye çatıyor bir ABD’ye, bir İran’a yükleniyor bir Rusya’ya ilanı aşk ediyor. Yıllardır bu kadar dengesiz bir dış politika izlememişti Türkiye. Ve bütün bunlar olurken dünya devletleri kendi saflarını sıkılaştırıyor, savunma harcamalarını katlıyor ve deyim yerindeyse gardını almış bekliyor. Bir biz bodoslama dalıyoruz her şeye. Ve daha kendi evimizi korumaktan aciziz!

*Uluslararası İlişkiler Bölümü Doktora öğrencisi.