Halkı olmayan popülist: Macron

Belki Trump’ın patavatsız söylemleri ve bombastik seçim vaatleri kadar popüler olamadı Macron’un köşede bucakta kalmış, neyin nesi olduğunu anlamak için cımbızla seçip çıkardığımız mesajları. Ancak Amerika’dan çalışma vizesi alma hayalindeki Mumbaili bilgisayar programcısı ile İstanbul’da yüzünü Batı’ya dönen Mesut ve Zeynep için Macron, fakirlerin önüne duvar inşa eden popüliste karşı özgür dünyanın antipopülist lideri olarak tescillendi bir kere.

Google Haberlere Abone ol

Korkut Duman

Popülist siyasetin bendeki tanımı kısaca şöyle: Seçmenin korku ve endişelerine oynayıp çetrefilli problemlere basit çözümler öne süren politikalar üretmek. İşlerin iyiye gitmediğine kanaat getirildiği, umutların azaldığı, yönetenlere güvenin tükendiği yerlerde, hitabeti kuvvetli ve karizmatik liderlerle sıkça bir arada görülür.

Tam da bu nedenle, 3H’deki genç liberal arkadaşlarınızla 12 Eylül’de siyasi sığınmacı olarak Avrupa’ya kaçan sosyalist frankofon amcalarınız hep bir araya gelip Fransa’da Macron’un kazanması için totem yapıyorsa, orada biraz durup düşünmek gerekebilir.

Özellikle kendisi de göçmen olan sol görüşlü entelektüelleri anlayabilirim. Fabrikaların üretim bantları henüz Avrupa’da takır takır dönüyorken de işçi kesimi kendilerine pek yüz vermemişti. Şimdi daha iyi değil durum. Sömüren kapitalistin pılını pırtısını toplayarak Asya’ya göçmesinin üzerinde epey vakit geçti. Bugün itibarı ile Avrupa’nın işçileri, kendilerini sömürecek birilerini bulmakta dahi zorluk çekiyorlar. Özetle, Avrupalı işçinin soldan umacağı bir şey kalmadı diyebiliriz. Aynı şekilde solun da işçilere sunabileceği bir şey yok gibi görünüyor. Sadece Fransa’da değil, tüm Batı’da kendisini işçi sınıfı olarak tanımlayan kesimin ağırlıkla sağ, sosyal muhafazakar, ulusalcı ve milliyetçi partilere kaydığını gözlemliyoruz. Buna paralel olarak Batı’da sol hareketin varlığını üzerine inşa ettiği ezen ve ezilenin mücadelesi, artık emek paydasından çıktı, cinsiyet ve etnisiteye, kimlik siyasetine taşındı. LGBT hakları, mülteciler, anti-ırkçı mücadele, göç hakkı, açık sınırlar ve üçüncü dalga feminizmi, yeni solun kendine seçtiği savaş alanları. Siyaseti ideal olanı değil, kötünün iyisini seçmek olarak görürseniz -benim gibi, soldaki bir grubun Le Pen felâketi karşısında kazanma ihtimali olan bir bankeri kerhen de olsa desteklemesini gayet makul bulabilirsiniz.

Liberaller ise mutlaka Macron’a destek konusunda daha hevesli, daha içten. Gerçekte neden böyle olduklarını anlamakta zorluk çeksem de argümandan çok tezahürata dayalı desteklerinden edindiğim izlenim bu. Öyle ya, sadece seçimden bir yıl önce kurulan bir partinin ne liderini tanıyabilirler ne de programının tutarlılığını test edebilirlerdi. Sanırım ana akım medya tarafından faşist, ırkçı, homofobik, islamofobik ve serbest ticarete karşı olması ile öne çıkarılan bir popülist karşısında panzehir olarak ortaya sürülen bu antipopülist kahramana biraz da körü körüne sarıldılar onlar da. Fakat iddiam şu ki, tanısalar da severlerdi. Macron, sosyalist hükûmetin bakanı iken Fransa’yı dibe çeken hantal kamu sektöründen safra atmak için eğitim harcamaları kısıldığında, işine son verilmesinden dolayı mızmızlanan 60 yaşındaki bir öğretmene "zamana uy, yeni bir işe atıl, kendi firmanı kur" diye akıl da vermişti basının önünde. Sonra mesela hatırlar mısınız bilmiyorum; Fransa’da taksi şoförleri paylaşım ekonomisinin yeni yıldızı Uber’e karşı ayaklanmış, köprülere çıkıp aşağıdan geçen Uber arabalarına kayalar fırlatmışlardı. İşte böyle bir ülkede Macron ekonomiden sorumlu bakan olarak toplantıdan toplantıya taşınırken Uber kullanıp taksicilere nanik çekiyordu. Avrupa’nın bilinmezlerle dolu yeni yıldızı Macron’a dair elimizdeki sayılı donelerden ikisi…

Belki Trump’ın patavatsız söylemleri ve bombastik seçim vaatleri kadar popüler olamadı Macron’un köşede bucakta kalmış, neyin nesi olduğunu anlamak için cımbızla seçip çıkardığımız mesajları. Ancak Amerika’dan çalışma vizesi alma hayalindeki Mumbaili bilgisayar programcısı ile İstanbul’da yüzünü Batı’ya dönen Mesut ve Zeynep için Macron, fakirlerin önüne duvar inşa eden popüliste karşı özgür dünyanın antipopülist lideri olarak tescillendi bir kere.

Bu resim doğru resimse ne ala. Ama olmadığına dair kuvvetli şüphelerim var.

Birincisi, nasıl oluyor da Macron’un da Trump gibi popülist sayılmadığına aklım hâlâ pek basmıyor benim. İkisini kıyaslayın bir kere: Politikacı değil banker. Geleneksel sağdan veya geleneksel soldan değil. Ortadan. Eskiyi yıkacak. Yeniyi kuracak. Tek başına bir erkek. Mucize yaratacak. Görüyorsunuz. Tıpatıp birbirlerinin kopyası olabilirler mi? Sadece biri kel Hasan. Öbürü Hasan kel.

Gönlümden geçeni söylemeden duramayacağım. Trump’ı Macron’a denklemeye razı değilim yine de:

Bir kere Trump ile işlerin kötüye gitme ihtimali çok daha az. Her şeyden önce, beklentilerimiz az turuncu saçlı Nazi diktatöründen. Daha kötü nasıl olabilir? Pek çok Amerikan liberaline ve dünya vatandaşına göre ülke, 30 yıl önce yazılmış distopik bir romandan TV’ye uyarlanan The Handmaid’s Tale’de (Damızlık Kızın Öyküsü) geçen ve teokrasi ile yönetilen Amerika’ya dönüverdi altı ayda. Kadın düşmanı, LGBT katili, bilim karşıtı, özgür düşünce ve ifadenin yasak olduğu Gilead’a hoş geldiniz. Kaba bir hesapla Amerika’nın yarısının ve Batı Avrupa’nın, Türkiye de dahil dörtte üçünün sahip olduğu yeni Amerika imajı bu. Trump bu imajı daha ne kadar aşağıya çekebilir? Bana göre zor.

Ana akım Amerikan medyasına ve onlardan özet tercüme geçen Avrupa ve Türkiye medyasına bakıp siz de endişeleniyorsanız, bardağın dolu tarafına bakın bir de derim: İki partili Amerika’da her halükarda iyi kötü muhalefet yapacak bir Demokratlar var. Yanında bir de halkın Trump’a oy vermeyen kesiminin şiddetle (sözlük anlamında şiddetle) sarıldığı bir #resistance (direniş) hareketi var. Sonra ezici oranda Trump karşıtı yayın yapan ana akım medya var. Topluma yol gösterecek entelektüellerin, elitlerin, şarkıcıların, sinema oyuncularının ve de yapımcılarının neredeyse tamamı Trump’a karşı. Bununla da kalmıyor, Cumhuriyetçiler arasında da Trump’a karşı önemli bir muhalefet var. Velhasıl Trumpland’in ABS sistemi, hava yastığı ve nihayet el freni yerinde, çalışıyor.

Fransa’ya dönelim: Macron Ulusal Meclisi de ezici çoğunlukla aldı. Ancak dikkatli bakarsanız toplam seçmenin sadece yüzde 13,43’ünün oyuyla. Yanına aldığı LMEM’in oy oranı olan yüzde 1,96’yı da eklerseniz yüzde 15’i buluyor. Büyük ikramiyeyi diğer yarışmacılarla bölüşmeye imkân vermeyip hepsini tek kazananın avucuna döken Fransa seçim sistemi, Macron’un yüzde 15 oyla Ulusal Meclis’te 577 sandalyenin 355’ini almasını sağladı. Böylelikle kendi partisi tarafından ele geçirilen bir Ulusal Meclis ile parlamentoyu da devre dışı bırakma şansına sahip oldu Macron.

Sağın ve solun seçimlerden yenik çıkması onların silindiklerini göstermiyor. Aşırı sağcı Le Pen ile sol cenahtan Mélenchon’un cumhurbaşkanlığı seçiminde toplamda yüzde 40’a yakın oy aldıklarını unutmamalıyız. Bir başka analizle, Macron iktidarında sağın ve solun daha da uçlara taşınabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bakalım çalışanların haklarında, sosyal sigortalarda ve vergiler konusunda tek adam Macron’un reformları, ona bu ehliyeti vermemiş halk tarafından nasıl tepkilerle karşılanacak? Gösteri ve protesto hakları kadar memnuniyetsizlik ve şikayet de DNA’sına işlenmiş bir Fransa halkı bize ne gibi haber kupürleri okutacak? Tüm bunları sonbaharda görmeye başlarız.

Okyanusun öbür tarafındaki popüliste karşı kendi kahramanımızı ararken bulup parlattığımız birine daha çok benzetiyorum ben Macron’u. Öbürünün arkasında hiç değilse MAGA (Make America Great Again) şapkalı ve tişörtlü, sınıf bilinciyle hareket eden bir yarım Amerika var. Macron’un arkasında o da yok. Demek istediğim; umutları göklerde olanlar, kendilerini eşekten düşen karpuza bakarken bulabilirler.

EK OKUMALAR:

Macron’un 'hegemonik majoritesi' size de tanıdık gelmiyor mu?

Mağripli Çocuklar