Özhaseki'nin ağzındaki baklayı çıkarması zor

Şehircilik konuları Türkiye siyasal tarihinde "zurnanın zırt dediği" yani herkesin bildiği, ama dile getiremediği, örttüğü bir şeylerin açığa çıktığı noktalar olabiliyor.

Google Haberlere Abone ol

Korhan Gümüş

Merkezi yönetim şehrin en değerli kamu arazilerini, yeşil alanlarını imara açarken (Göztepe'deki meteoroloji istasyonu arazisi buna bir örnek) Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki'nin belediyelerin verdiği imar izinlerinden şikayetçi olması nasıl bir sorunun bir belirtisi olabilir?

Bir kere söyledikleri yenilir yutulur değil: "Söylentiler rahatsız edici, mide bulandırıcı. Yapılanlar, verilen izinler toplumdaki adalet ve güven duygusunu sarsıyor."

Genellikle siyasetçiler rakiplerini eleştirirler, herkesi kapsayıcı cümleler kullanmazlar. Belli ki burada bir istisna var ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın belediyeler konusunda başlattığı tartışmaların üzerine oturuyor.

Getirilmesi gereken ise denetim. Kim kimi denetleyecek? Elbette ki merkezi yönetim. Bu ne anlama geliyor, merkezi yönetimin siyasetin beslendiği bütün imar rantlarını, hatta bütün ekonomiyi denetimi altına alması. Bundan en fazla etkilenecek olan ise elbette ki muhalefet. Çünkü tıpkı iktidar gibi, bütün muhalefet partileri de, hiçbir zihniyet farkı olmaksızın şehir imar rantları üzerine abanmış durumdalar.

Özhaseki İçişleri Bakanlığı mülkiye müfettişlerinin ve Sayıştay'ın "belli aralıklarla" denetim yaptığını ancak onların yapılmış işlemlere (prosedürlere, kayıtlara) baktıklarını söylüyor. İcraatın, imar izinlerinin ise denetlenemediğini ima ediyor. Kısaca işler kılıfına uyduruluyor, diyor.

Denetleyici kurumların ihtisas konuları imar olmadığı için valiliğin veya bakanlığın bilirkişilerine başvurduklarını belirtiyor. Onların da (yani bilirkişi olarak atanan mimar ve mühendislerin) belediyeler ile "içtikleri suyun ayrı gitmediğinin çok iyi bilindiğini" ifade ediyor.

Kısacası denetim şekilde kalıyor, bir işe yaramıyor. Zaten "şıracının şahidi bozacı" oluyor demek istiyor. Aynen şunları söylüyor: "Böyle olursa imar sıkıntısı da gündeme gelmez. En büyük hırsızlıklar, kötülükler, belalar imardan geliyor. O imarın bir an önce denetim altına alınması lazım”

Sonuç olarak getirdiği çözüm ise çok bildik türden: Üçüncü bir denetime, imar izinlerinin denetlenmesine ihtiyaç bulunduğunu belirtiyor. Bu formül şöyle dile getirilir, genellikle: "Kuracaksın bir Belediyeler Bakanlığı. İmar planları hazırlamak, tadil etmek gibi gelir transferi yaratmak için kullanılan bütün "siyasal faaliyetleri" denetim altına alacaksın."

Örneğin 1990'lı yıllarda böyle bir karar alınmış olsaydı, büyük ihtimalle AKP diye bir parti olmazdı. Çünkü, bunu herkes bilir, AKP İstanbul gibi belediyelerde örtük işleyen imar izinleri sisteminin üzerine kuruldu. O tarihe kadar imar planları, her yıl yapılan binlerce tadilat ve imar izinleri meselesi sanki bir uzmanlık meselesiymiş gibi gösteriliyordu. Böylece belediyeler bütçelerini kat kat aşan örtük bir geliri yönetiyorlardı. Bu yüzden Erdoğan hiçbir zaman bu işin ucunu bırakmadı. Yerine geçen kişilere devretmedi.

Özhaseki ipin ucunun nerede kaçtığının çok iyi bilincinde. Bu yüzden imar planı tadilatlarına işaret ediyor. Bilindiği gibi belediyeler, iktidar ve muhalefet partileri olarak bu konuda iç içe geçmiş durumdalar. Karşılıklı anlaşmaya dayandığı için her yıl binlerce imar planı tadilatı oy birliği ile meclisten geçiyor.

Merkezi yönetimin bu alandaki denetimi, bir bakıma bu "kutsal misyon"un tümüyle merkeze geçmesini ve paylaştırmanın patronunun o olmasını amaçlıyor.

Bu nedenle Özhaseki'nin de ağzındaki baklayı çıkarması zor. Üzerinde konuşulmayana gelince. Merkezi siyasetin tarafları, aslında bu durumun çok iyi farkında oldukları için bir taraftan sanki bu bürokratik yönetim ve planlama aygıtı çalışıyormuş gibi gösteriyorlar, diğer taraftan da onu kullanarak kendi gizlenmiş öznelliklerini dayatıyorlar.

Örneğin eğitimsiz insanlar bile İstanbul gibi şehirlerin nesneleştirici bir temsil rejimi içinde, katılımcı ve ilişkisel olmayan, şehre dokunmayan yöntemlerle planlanamayacağının farkındalar. Onların bile bildiğini nasıl oluyor da kamu adına bilgi ve deneyim üreten, işi bu olan koskoca kurumlar bilmiyor? Burada arzu ile çıkarın birleştiği paradoksal bir durumdan, hatta bildikçe daha çok bir bilmeme haline dönüşen bir cahillikten söz edebiliriz. Bu cahilliğin aslında edinilmiş bir bilgi olduğunu, iktidarın bununla tesis edildiğini varsayabiliriz.

Özhaseki'nin söylediği gibi vatandaşların çöp toplamak gibi hizmetlerden şikayeti yok. Ancak konu imar olunca, orada hep birileri ayrıcalık elde ediyor. Çünkü burada çok karanlık, eşitsiz işleyen bir durum var. İmar konusu adalet duygusunu yok ediyor. Örneğin Çin Komünist Partisi de burada ideolojinin işlemediğini kabul ediyor. Ancak bunun bir teslim oluş değil, ideolojiyi yaşatmak (yani tercüme edersek: medyayı, bilgi üreten kurumları kontrol altında tutmak, yandaşlar beslemek) için yapıldığına taraftarlarını ikna etmeye çalışıyor. Şehircilik konuları Türkiye siyasal tarihinde "zurnanın zırt dediği" yani bir herkesin bildiği, ama dile getiremediği, örttüğü bir şeylerin açığa çıktığı noktalar olabiliyor.

Bu yüzden bazen bir gerçeği söylüyormuş gibi yapmak, daha büyük bir gerçeği örtmeye yarayabiliyor.