Bir kez daha barışı düşünmek

Şu anda Türkiye siyasetinin gerçek problemi ne yeni başkanlık sistemi, ne 2019 seçimleri, ne de ekonomidir. Bunlar tamamen tali meselelerdir. Esas mesele, Türkiye’nin giderek bir iç savaşa sürüklenme potansiyelinin tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar bu dönemde ortaya çıkmış olmasıdır. Böylesi ciddi bir tehlike kapıdadır.

Google Haberlere Abone ol

Nejat Uğraş*

“Tercihimizi yaparken ne gibi faktörler belirleyici olmalıdır? İlk olarak, en büyük öneme sahip şey bugünün devrimcileri için hazır bulunan engin sosyal ve siyasal deneyim birikimidir, doğru düzgün kavrandığında, bu bilgi ambarı, bizden öncekilerin yaptığı korkunç hatalardan kaçınmak ve insanlığı geçmişteki başarısız devrimlerin korkunç musibetlerinden uzak tutmak için kullanılabilir. Ve vazgeçilemez derecede önemi olan şey ise fikirler tarihi tarafından yaratılmış olan ve oluşmakta olan radikal hareketleri, mevcut sosyal koşulların içinden insanlığın özgürleşmesinin besleneceği bir geleceğe fırlatabilecek yeni bir teorik sıçrama tahtasının potansiyelidir.”

( Murray Bookchin)

Barıştan, çözümden söz etmenin en riskli olduğu zamanları yaşıyoruz. Ateşkes ya da silahların susmasından söz etmek ise, her iki tarafın gazabına uğramak demek. Yine çatışmaların yaygınlaşacağı yeni bir sezona girdik. Türkiye coğrafyasının, Türk-Kürt çatışmasıyla cehenneme çevrilme ihtimalinin en yüksek olduğu bir zaman aralığındayız. Büyük ihtimalle , tahrik ve çatışma ortamının körüklenmesiyle  bunun sorumluluğu Kürt hareketi ve hareketin bölgedeki uluslararası güçlerle olan ilişkilerine yıkılmaya çalışılacak.

Öncelikle kamuoyunun çoğu açısından netlik kazanmış bazı tespitleri sıralamak gerekiyor.

1- Kürt hareketinin fiili pratiği ile programatik hedefleri birbirine engel haline gelmiş durumda. Kullanılan askeri taktik ve stratejilerden barışa (çözüme) ulaşmak mümkün olmadığı gibi, “yıllarca savaşsak da aynı yere varırız” ifadesinden sonra sezonsal hareketlerin izahı daha zor bir hale geliyor.

2- Kürt halkı ve Türkiye’deki diğer halklar ciddi anlamda yorgunluk sendromu yaşıyor ve savaştan bıkmış durumda. Savaş dışında bir “çözüm yolu” bulunmasını herkes dillendiriyor. Özellikle tabandaki gençlerin ve bazı çevrelerin duygularını Kürt halkının halet-i ruhiyesi olarak görmemek gerekiyor.

3- Bugüne kadar kullanılan ve miadı dolan barış konsepti ve çerçevesi değiştirilmelidir. Şimdiye kadarki “devletle görüşme” üzerine kurulu barış stratejisinin artık işe yaramadığını herkes biliyor. AKP, Erdoğan ve devletten yine aynı masaya gelmesini beklemek politik bir tutum olmaktan çıkıp sadece iyimser bir temenninin ötesine geçememektedir. Masaya dönseler bile hikaye şimdiye kadarki gibi istihbarat faaliyetini aşmayan bir mahiyette olacaktır.

4- Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1913-14 dönemi benzeri bir kriz içindedir. Makul hatta gelmesini beklemek boşuna olduğu gibi, aynı dönem benzeri maceracı hareketlerin vuku bulması yüksek ihtimal dahilindedir.

5- Bu defa gelişecek çatışmalı süreç, hızla iç savaş çerçevesine evrilebilme potansiyeli taşımaktadır.Dolayısıyla “biz zorlarız, İmralı’ya yeniden çözüm için başvururlar” modelli ilişki ve yaklaşım artık problemli ve geçersiz bir taktiktir. Dolmabahçe’den sonra Öcalan masanın dışına itilmiştir. Bahçeli-Erdoğan uzlaşması masa seçeneğini iptal etmiştir.

İÇ SAVAŞ TEHLİKESİ

Devlet yönetiminin “beka sorunu” dedikleri çerçeveyi iyi görmek gerekiyor. 7 Haziran sonrası gelişen süreci ve geleceği, Türk kimliğinin varlık-yokluk sorunu olarak görüyorlar ve tabanlarını buna göre hazırlıyorlar. Kürtlere yönelik yeniden bir tedip hareketi söz konusu olduğunu ve devletin bu konuda fabrika ayarlarına döndüğünü herkes görüyor . Bu ortamda her şey sadece bir kıvılcıma bakıyor. Hiç kimse “toplumun çoğunluğu çatışmadan yana değil, bunlar abartıdır” demesin. Bugüne kadarki tüm toplumsal çatışmalar esasen yüzde 10-20’lik kesimler arasında cereyan etmiştir. Bugünkü durum da pek farklı değil.

Şu anda Türkiye siyasetinin gerçek problemi ne yeni başkanlık sistemi, ne 2019 seçimleri, ne de ekonomidir. Bunlar tamamen tali meselelerdir. Esas mesele, Türkiye’nin giderek bir iç savaşa sürüklenme potansiyelinin tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar bu dönemde ortaya çıkmış olmasıdır.  Böylesi ciddi bir tehlike kapıdadır. Bu tehlikeli yola girmek hiç bu kadar kolay bir zemine sahip olmamıştı. Bölgesel bir çatışma, etkili birkaç askeri eylem bu yolu sonuna kadar açar. Ve bir kez açıldı mı, bir daha nerede, nasıl duracağını kimse bilemez. Egemenler bu yolu kendileri için faydalı görüyor olabilir, bazı Kürt siyasetçiler buradan bazı fırsatların doğacağını ileri sürebilirler. Ancak durum gerçekten de ciddidir. Bilinmelidir ki, böyle bir ortamda hiç kimse ve hiçbir kimlik güvende olmayacaktır artık! Etkinlik mücadelesi giderek ötekileştirilenin "silinmesi" doğrultusuna sapacak. Bu cehennem zamanlarında Kürt hareketi ve demokrasi güçlerinin dik durmasından ve demokraside ısrar etmesinden başka çare görünmüyor. Çünkü ufukta çözüm görünmüyor ne yazık ki. Türkiye yeni ve daha sert bir istibdat sürecine girmiş durumdadır.

NE YAPMALI?

Türkiye’nin iç savaşa sürüklenmesini engellemek için harekete geçilmeli ve bunun için öncelikle toplumsal bir barış hareketinin oluşturulmasında ısrarcı olunmalıdır. Eski siyasetçi, cumhurbaşkanı, kanaat önderleri, parti, STK, DKÖ ve özellikle bu çatışmalı süreçte yakınlarını yitirmiş kesimlerin bir araya getirilmesiyle geniş bir tartışma zemini oluşturulmalıdır. Bu tartışmalar; I- Türkiye’nin demokratikleşmesi ve AB süreci, II- Kürt sorununun çözümü ve barışın tesisi ara başlıkları üzerinden sıkı bir tartışmaya girilmelidir. Barış hareketi ve çerçevesi de bu tartışma sürecinde şekillendirilmelidir. HDP’nin artık tek başına üstesinden gelebileceği bir durum yoktur, kalmamıştır, bırakılmamıştır. Nahifliğe gerek yok; barış ve çözüm ne içeriden yazılan şiir ve öykülerle gelir, ne de dışarıdan okunan gazellerle!

Elbette hem Kürt halkındaki yorgunluk sendromunu, hem iç savaş riskini hem de içine girdiği tekrarı gören Kürt hareketine bu konuda ciddi sorumluluklar düşüyor. Rojava’daki gelişmeler ve muhtemel (kulaklara fısıldanan) İran’a operasyon seçeneklerinin etkisiyle Türkiye sahasına yönelik tepeden yaklaşımlardan kaçınılmalı, klasik “ateşkes”, sonra tekrar “çatışma” döngüsü kırılmalıdır.

1999 yılından beri hem Öcalan’ın savunmalarından hem de yapılan görüşmelerden anladığım kadarıyla barış ve demokratik ulus konsepti etrafında Meksika’daki Zapatista Hareketi'nin tarzı ciddi olarak gündeme alınıp tartışma konusu pekala yapılabilir . Öyle birilerinin “silahları gömün bakarız” dayatmalarından bahsetmediğim gibi, çatışma ortamında “biz barış istiyoruz, onlar kabul etmiyor” tarzı genellemelerden de söz etmiyorum. “Ateşkes” ve sonra yeniden “çatışma” döngüsünün de bir anlamı olmuyor haliyle. Türkiye’de hiçbir şekilde saldırı amaçlı silah kullanmamayı ve bundan kaçınmayı tartışmak gerekiyor. Bu bir ilke olarak kabul edildiğinde barış hareketi de Türkiye’de demokratik siyasal mücadelenin en etkili aktörü haline gelmede büyük bir engeli aşacaktır. Belki zor olur, zaman alır ama Türkiye’de iç savaş durumu ancak böyle engellenir. “2019 seçimleri öncesi çözüm paketi açıklanır, Erdoğan eski hatta çekilir, barış masasına geri döner” hüsnüzanıyla yazıp bekleyenler yine ve bir kez daha yanıldıklarını kısa zamanda göreceklerdir.

Bu minvalde Türkiye’de demokrasi, barış, özgür ve eşit yaşama idealinin varlığı, Kürt siyasi hareketinin ve barış talep edenlerin önümüzdeki dönem performansına bağlıdır.

KÜRT SİYASETİNİN SORUMLULUĞU

Bazı aklı evveller Türkiye'nin bölge bataklığına saplanmasını başarılarının ön koşulu olarak görüyor. Bu çok tehlikeli, zira Türkiye hepimizin üzerinde yaşadığı gemidir. Öyle "başka seçeneklerimiz var" demek stratejik ve söylemsel açıdan sorunludur . Son dönemlerde Kürt siyasi çevreleri, çözümsüzlüğün de tetiklemesiyle sıklıkla “ayrılmaktan vs.” söz ediyorlar. Tersine, bu süreç birlikte yaşamayı tek seçenek haline getirdi. Demokrasi yanlısı herkesin bu farkındalıkla hareket etmesi gerekiyor.

Aslında 7 Haziran sonrası süreçte Kürt hareketinin yapıp ettiklerini yanlış bir siyasal okuma sonucunda ortaya çıkan bir aşkınlık durumu ve egemenlerin hazırladığı tuzaklara düşmek olarak değerlendirmekten çekinmemek gerekiyor. 7 Haziran sonrasında barış ve demokratik siyasette ısrarlı olup yakalanan dalgayı evirmek gerekirken, tam da hesaplanan çatışma iklimine girildi. Oysa ısrarlı olunup yakalanan dalga üzerinde kalınsaydı, bugün çok büyük bir demokrasi hareketi yaratılmış olurdu. Özellikle şehir savaşları döneminde legal siyasetin basiretsizliği ve siyasetin kişi endeksine indirilmesi ve de Suruç saldırısı sonrası geliştirilen çatışma tarzı konusunda herkes özeleştiri yapma olgunluğunu göstermelidir. Ortada birçok yanlış var ve bunun hesabı en azından halklara verilmelidir. “ya ne yapsaydık, kurbanlık koyun gibi başımızı mı uzatalım?” dendi. Tabii ki hayır. Soru şudur: Ne oldu ki, yaşanan kayıplar ve yıkılan şehirlerden sonra “bu kadarını da beklemiyorduk” denildi. Yine aynı pozisyonla karşı karşıyayız. Ya barış ve demokraside ısrarlı olup uzun bir yürüyüşe başlayacağız ya da karşılıklı rakam beyanlarını dinlemeye devam edeceğiz.

Büyük risk iyi görülmelidir. Köklü değişiklikler üzerine ciddi düşünülmelidir. Özellikle küresel güçlerin havasına kapılmaktan zinhar sakınılmalıdır. Çünkü herkes kaybedince kaybın çoğunu görece daha zayıf olanlar yaşar…

*Yurttaş