Trump'ın Paris Anlaşması'ndan çekilmesi Türkiye'yi nasıl etkiler?

Trump'ın kararına tepki olarak anlaşma dışında kalan ülkelere yönelik duruş sertleşirse bu, Türkiye'nin defansif pozisyonunu daha görünür yapar. Bu durum Türkiye'nin yenilenebilir enerji, enerji verimliliği gibi en çok yararlandığı bir takım fonlara erişimine zarar verebilir.

Google Haberlere Abone ol

Mustafa Özgür Berke

Trump'ın dün gece (TSİ) açıkladığı Paris Anlaşması'ndan çekilme kararı, Türkiye'nin iklim politikasının da tekrar gündeme gelmesine vesile oldu. Sıkça rastladığım ve biraz şaşırdığım görüş şu: Trump'ın kararı Türkiye'nin Paris Anlaşması'nı onaylamama kararının doğruluğunu ve haklılığını teyit ediyor.

Ben Trump'ın kararının Türkiye açısından pek de mühim olmadığını düşünüyorum. Geçtiğimiz yıl Türkiye, ABD'nin onayına rağmen Paris Anlaşması'nı onaylamamıştı. Trump'ın çekilme kararının da Türkiye açısından pek bir etkisi yok.

Gerekçelerimi şu şekilde sıralayayım:

1) Türkiye Yeşil İklim Fonu'ndan yararlanma hakkının tanınmasını istiyordu. Ve halihazırda yararlandığı düşük faizli kredilerin devamını (Türkiye'nin Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası'nın - The European Bank for Reconstruction and Development (EBRD)  yenilenebilir enerji, enerji verimliliği vb. fonlarından en çok yararlanan ülkelerden birisi olduğunu hatırlatayım) talep ediyordu.

2) ABD'nin kararı sonrası Yeşil İklim Fonu işlevini kaybedecekse, bunun Türkiye'ye yararı yok. Yorgan gitmiş, kavga bitmiş olur. Yorgan talebi olanlar üşümeye devam eder.

3) Çin, AB vb. ülkeler Yeşil İklim Fonu'nu ayakta tutacak başka kaynaklar bulursa, bunun Türkiye'ye yine yararı olmaz. (AB-Çin zirvesinde daha dün Paris Anlaşması'na verilen desteğin artacağı mesajı verildi.)

4) Öte yandan Trump'ın kararına tepki olarak anlaşma dışında kalan ülkelere yönelik duruş sertleşirse, bu Türkiye'nin defansif pozisyonunu daha görünür yapar, bir takım fonlara erişimine zarar verebilir. (Türkiye'nin EBRD'nin yenilenebilir enerji, enerji verimliliği vb. fonlarından en çok yararlanan ülkelerden birisi olduğunu bir kez daha hatırlatayım.)

5) Trump'ın kararına ABD içerisindeki tepkileri dikkatle izlemek lazım. TESLA, GE, Bloomberg ve Apple, karara açıkça karşı çıkan şirketlerden bazılarıydı. Bu kimseyi şaşırtmadı diyelim. Shell, Goldman Sachs, Exxon ve Chevron da teessüflerini belirttiler. Bu arkadaşlardan bazıları (Michael Bloomberg'in açıkladığı gibi) yeni finans kapıları açacaksa, Paris Anlaşması'nın dışında kalan Türkiye'nin bundan yararlanma imkanı ne kadar yüksek olur?

6) Dünya sisteminin işleyişini yalayıp yutmuş, "üst akıl" kavramına değer veriyormuş gibi davranayım, Trump'ın açıklaması bir domino etkisi yarattı, Paris Anlaşması ya da Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) sistemi tamamen çöktü diye varsayayım. Açıkçası bunun da hiçbir açıdan Türkiye'ye faydası yok. Ülkemizde iş yapılış biçimlerinde herhangi bir dönüşüm gerektiren bir emisyon azaltım hedefimiz hiç olmadı, Paris Anlaşması'nın altında da böyle bir hedef koymadık. "Business-as-usual"(geleneksel iş) düzenimiz bundan bir yarar sağlamaz.

7) Daha olası bir senaryoyu ele alayım. Trump'ın kararı uluslararası iklim politikalarını sarstı, finansal kararları etkiledi, düşük karbonlu ekonomiye dönüşümü yavaşlattı diyelim. Bu senaryo da Türkiye'nin mevcut pozisyonunu doğrulamayacak. Zira Türkiye'nin mevcut pozisyonu statik bir dünya görüşüne dayanıyor. Teknolojik gelişmeler, yenilenebilir kaynaklardan enerji üretim maliyetlerindeki düşüş vb. ışığında bu duruş zaten geçerli değil.

Son olarak şunu belirteyim. Uluslararası ilişkiler uzun zamandır liderlerin ya da ülkelerin tek taraflı kararlarının yönlendirdiği bir alan değil. Öyle olduğunu varsaymak kolayımıza gitse de durum böyle değil. Devlet dışı aktörlerin ne yapıp, ne dediğini gözden kaçırmayalım, olaylardan ziyade dinamikleri ve eğilimleri takip edelim.

Benim beklentim, iklim eylemi ve düşük karbonlu kalkınma konusunda iki vitesli bir ABD resminin güçlenmesi. Washington, California, Atlanta, New York, Colorado gibi ABD ekonomisinin lokomotifi, küresel sıralamada ilk 40'a girecek eyaletler ve şehirler kendi emisyon azaltım ve düşük karbonlu ekonomi planlarını hayata geçirirken, Wyoming ya da Montana'daki kömür endüstrisine atılan siyasi pasların pek de önemi kalmıyor.

Bütün bunlardan hareketle, iklim politika tartışmalarımızı da, iklim diplomasimizi de başka bir zemine oturtmamız gerektiğini düşünüyorum. Ülkemizin mevcut argümanları bizi en iyi ihtimalle “haklısın ama alacağın yok” pozisyonuna getiriyor. Bunun da ne siyasetçimize, ne bürokratımıza, ne iş dünyamıza, ne de insanımıza yararı var.

Not: İklim politikalarının stratejik, ekonomik ve diplomatik bir kazananı olmayan oyun (zero-sum game) olmadığının, gezegenin, ekosistemlerin ve insanoğlunu varlığını tehdit eden bir faktöre yanıt arayan bir alan olduğunun bilincinde olmadığım zannedilmesin. Ancak bu yazı için at gözlüğümü takmam gerekiyordu...

WWF-Türkiye İklim ve Enerji Programı Danışmanı