Zeynel Bey Türbesi’nin yerinden edilmesi üzerine

Yıllardan beri Hasankeyf ile devletlüm arasında kalmış, -mecburiyetten- bir o yana bir bu yana giden Hasankeyf Belediye Başkanı Abdulvahap Kusen ve duruma ‘tepki’ gösteren ‘bazı Hasankeyf’liler’ dışında Zeynel Bey Türbesi'nin neden tehlikede altında olduğuna, neden yerinde korunmadığına ilişkin pek fazla laf edilmedi.

Google Haberlere Abone ol

Mustafa Akçınar

Haberlere bakınca müthiş bir zafer havası var: Hasankeyf’teki tarihi Zeynel Bey Türbesi kazasız belasız, kırılmadan dökülmeden taşındı. Canlı yayınla, devlet töreniyle, 6 mühendisle, 3 mimarla, 52 kişilik uzman ekiple taşındı. Öyle bir taşındı ki bütün dünya aleme bir türbenin nasıl taşınabileceği gösterildi. Devletlüm Eroğlu’nun dediği gibi bu türbeyi taşımak için en ileri teknolojiler kullanıldı. Dünyada bir ilk gerçekleştirildi. Türbenin taşınma işlemi asfalt bir yol üzerinde 6-7 saat olarak planlandı; ama son zamanlarda pek de haz etmediğimiz Hollanda’dan gelen teknolojinin muhteşemliği sayesinde 4 saatte halledildi. Sosyal medyadan kopyalayarak ifade edecek olursak Zeynel Bey taşınma sırasında muhtemelen mezarında ters döndü. Fakat son kertede, öyle ya da böyle, Zeynel Bey’in bu dört saatlik yolculuğu sayesinde Türkiye’nin nereden nereye geldiği dosta düşmana gösterildi.

Hal böyle olunca bize de alkışlamak düşer. O zaman ilkin bir alkış deyip yazımıza öyle devam edelim. İlkin bir alkış deyip devam edelim ki başımıza bi iş gelmesin. Keza, hepimizin bildiği üzere olağanüstü günlerimiz normalleştirilmeye çalışılmakta. Devletlümüzün yapıp ettiklerini, icraatlarını görmezden gelmek, yeri gelince alkışlamamak pek de hoş karşılanmaz. Neme lazım, söz konusu teknolojik zafere methiyeler düzmemek için vatan haini olmak gerek.

Hal böyle olunca, ister istemez ‘taşınma’ işlemini pek de fazla önemsemedik. Gündemde her daim bir o kadar başka önemli mesele var ki yüzyıllardır yerli yerinde duran Zeynel Bey Türbesi’nin ‘taşınmasına’ bir iki köşe yazarı dışında değinen olmadı. Değinenler de gördüğüm kadarıyla -devletlülerimizin içimize saldığı korkudan olsa gerek- ortalama bir Hasankeyf ve tarih güzellemesi yapmaktan öteye –ne yazık ki- gidemedi. En sivri dillimiz olan Nuray Mert bile AKP içindeki vicdanlıların vicdanlarına seslenip, neden vicdan yapmadıklarına şöyle bir değinip geçti.

Yıllardan beri Hasankeyf ile devletlüm arasında kalmış, -mecburiyetten- bir o yana bir bu yana giden Hasankeyf Belediye Başkanı Abdulvahap Kusen ve duruma ‘tepki’ gösteren ‘bazı Hasankeyf’liler’ dışında Zeynel Bey Türbesi'nin neden tehlikede altında olduğuna, neden yerinde korunmadığına ilişkin pek fazla laf edilmedi. Bunda yıllardan beri söylenen sözün devletlüm üzerinde pek bir tesirinin olmamasının payı elbette büyük. Ne de olsa, ne desek de bildiğini okuyan, her şeyi herkesten iyi bilen, sadece ve sadece alkışlanmayı seven bir iktidarla baş başayız.

Devletle olan ilişkimizin böyle olağan-oto-sansürlü olarak kurulduğu bu günlerde söz konusu ses etmeme durumu oldukça anlaşılır. Fakat, yine de yaşıyorsak ve tarihe karşı bir sorumluluğumuz varsa duruma ilişkin bir iki laf etmek yine de boynumuzun borcu: Mesela, çok fazla ileri gitmeden -gerekirse korka korka- devletlümüze Bosna Hersek’teki tarihi Mostar Köprüsü’nün yerinde korunması için neden canhıraş bir biçimde çalışıldığını sorgulayabiliriz. Buradan hareketle, tarihi eserler arasında bizi mantık hatasına düşürecek bir kıyaslamaya düşmeden Zeynel Bey Türbesi’nin neden yerli yerinde kalması için bir çaba gösterilmediğini merak edebiliriz. Çünkü tarih, bizi Zeynel Bey Türbesi'nin altının neden kazıldığını, topraktan kopartılıp raylı bir sistemle başka bir yere neden sürüklendiğini, türbenin tarihsel ve toplumsal bağlamından ve hafızalardan sökülüp atıldığını sorgulamaya çağırmaktadır.

Bu çağrıya bugün kulak vermezsek, yıllar önce Bergama’nın ‘muhteşem’ Alman raylı sistemleri sayesinde Bergama’dan koparılıp Berlin’in orta yerindeki müzeler adasına ‘taşınmasına’ seyirci kaldığımız gibi tarihi Hasankeyf’in Raman Dağı’nın eteklerine ‘taşınmasına’ da seyirci kalacağız gibi görünüyor. Bu haliyle, yıllar sonra Keban Baraj Gölü altında kalan Norşuntepe Höyüğü’nün fotoğraflarına, Halfeti’nin eski fotoğraflarına bakar gibi -ne yazık ki- Hasankeyf’in fotoğraflarına da bakıyor olacağız.