Doktorları çıldırtma kılavuzu

Doktorların, hekim, tabip, dirger, sağaltıcı, kam, kaman gibi değişik adlandırmaları ve büyücü, şarlatan, palyaço gibi değişik lakapları vardır. Ama günlük uygulamada en önemli işlevleri kum torbası olmaktır.

Google Haberlere Abone ol

Uğur Aflay

Canınız sıkıldığı zaman ne yaparsınız? Bazıları televizyon izler, internete takılır, kitap okur, dışarı çıkıp biraz gezer, hava alır, arkadaşını arar, sohbet eder. Ama öyle bir grup vardır ki, canları sıkıldığı zaman doktorları çıldırtır.

Bu onlar için parkta çekirdek çıtlatmak gibidir. Artık canınız sıkılmasa bile bir kez başlamışsınızdır ve bırakamazsınız. Anlatılarımda abartı elbette var; ama hepsi yakın düzeyde gerçekleşmiş olaylar. İşte doktorları çıldırtma kılavuzu!

Acile gidip oturun ve uygun fırsat çıkana kadar bekleyin. Doktorun en yoğun olduğu anda, mesela vefat etmiş hastaya kalp masajı yaparken koşarak yanına gidin, gözünün üzerine bir tane çakın ve hızla koşarak kaçın. Yine aynı doktorun nöbetçi olduğu bir başka gün tespih çekerek ve yanınızda iki iri kıyım arkadaşınızla acile gidin, yarım ağızla “pardon birader doktorları karıştırmışız, öbür arkadaş ne zaman nöbetçi öğrenebilir miyiz” deyin. Tutuklanmazsanız ve dayak yemezseniz en az 1 hafta gülme garantidir.

Acil servisi arayın ve hayat memat meselesi olduğunu söyleyerek doktorla görüşmek istediğinizi söyleyin. Doktor telefona çıktığında Sadettin Bey'le görüşmek istediğinizi söyleyin. Burada öyle biri yok yanıtını aldıktan sonra kapatın. 5 dakika sonra sesinizi değiştirerek aynı numarayı yapın. 10 dakika sonra bir kez daha. 15. dakikada doktor telefona çıktığında bombayı patlatın. “Ben Sadettin. Beni arayan oldu mu?” En az 10 yanlış reçete, on yanlış tanı, en az 2-3 hastanın zarar görmesi ve hatta ölümle sonuçlanan gün için katkılarınızdan dolayı, “zarar verme defterinize” kırmızı kalemle papatya çizebilir hatta kurdele bile bağlayabilirsiniz. Bu bir mizah dergisinde bant karikatür olarak yayınlanmıştı ve haftası dolmadan birkaç hastanenin acil servisi ve birkaç 112 bu karikatürün uygulamasına sahne olmuştu.

Daha sonra uğramak zorunda kalmayacağınızı umduğunuz, küçük cerrahi bölümlerden birini gözünüze kestirin. Genellikle hasta ve ameliyat sayıları fazla olur. Polikliniğin kapısını çarparak içeri girin ve tüm hastaların duyabileceği şekilde bağırarak “Şerefsiz, hastamı öldürdün, sakat bıraktın, seni mahkemelerde süründüreceğim, her yere şikâyet edeceğim, bunu senin yanına bırakmayacağım, sen elbet sokağa çıkarsın” diye bağırın ve yine kapıyı çarparak öfkeli bir şekilde çıkıp hızlı adımlarla uzaklaşın. Doktor en az 1 hafta ameliyat yapamayacak, en az 2 hafta hangi hastaydı bu diye düşünmekten geceleri uyuyamayacaktır. Eve geliş gidişlerini arkadaşlarıyla veya mümkünse arka kapılardan yapacak, evin kapısını çelik kapıya dönüştürecektir. Eğer evliyse boşanması bile söz konusu olabilir. Bu İstanbul’da bir hastanede oldu ve doktorların kendi aralarındaki konuşmalarından sonra açığa çıktı. Aynı hastanedeki üç doktora aynı kişi, aynı numarayı yapmıştı ve tek çıkarı dalga geçmekti.

Almanya’da işçi olarak çalışıyorsunuz, bir çocuğunuz doğdu ama siz çocuk yardımından daha fazla yararlanabilmek için evraklarda tahrifat yapıp ikiz doğum olarak yutturdunuz. Yıllar geçti ve okul dönemi yaklaştı, ikinci çocuğun artık başınıza dert olmaması gerekiyor. Ne yaparsınız? Türkiye’ye gelirsiniz, hastaneye götürür ve var olan kızınızı, sanal kızınızın adıyla kaydettirip muayene ettirirsiniz. Bir hafta sonra da aynı doktorun nöbetçi olduğu bir gün gidip, muayene ettiği ve tedavi düzenlediği kızınızın öldüğünü ağlayarak söyler ve ölüm belgesi düzenlemesini istersiniz. Bu arada doktora midenizi bulandırıyormuş gibi bakmalısınız. Ölü muayenesi yapmadan doktor böyle bir belgeyi düzenleyemez, doğal olarak kıyameti kopardılar. Bu Bingöl’de oldu, doktor arkadaşımızın saçları döküldü, 3 ay süreyle kimseyle konuşmadı, tırnaklarını yemeye başladı, depresyon nedeniyle rapor almak zorunda kaldı ve sonunda Almancı aileyi tanıyan bir hastane çalışanının itirafı ile durum aydınlandı.

Doktorların, hekim, tabip, dirger, sağaltıcı, kam, kaman gibi değişik adlandırmaları ve büyücü, şarlatan, palyaço gibi değişik lakapları vardır. Ama günlük uygulamada en önemli işlevleri kum torbası olmaktır. Karınıza mı kızdınız ya da işvereninize, gidin acile bir doktor dövün rahatlayın. İş yok, aş yok, enflasyon, politika, tuttuğunuz takım maçı mı kaybetti, sorun yok, doktorunuz acilde her daim sizi beklemektedir. Ama gerçekten acile gitmeniz gereken bir hastalığınız mı var, sakın ha! Sizden önce acile giren kişi, yukarıdakilerden birini yapmış olabilir!

Doktorların yaptıkları iş dışında sosyal yaşamları, arkadaşları, duygulanımları, bir aileleri olabileceği, ekonomik sıkıntı çekebilecekleri, sorunları olabileceği, kızdığınız, küfrettiğiniz zaman incinebilecekleri, dövdüğünüz zaman canlarının yanabileceği en fazla ihmal edilen gerçeklerdir.

Bu genelde karşılaştığımız bir durumdur. Örneğin, yemek yerken bir doktoru görmek şaşırtıcıdır. Özellikle gastroenterologları. Aslında yemek yemezler, zaten anatomisini fizyolojisini biliyorlar neden yemek yesinler ki? Sadece ucube muamelesi görmemek için yemek yiyormuş gibi davranırlar.

İyi bir kardiyolog asla âşık olmaz. Niye olsun ki, kalbin inciğini, cinciğini biliyor.

Salt beni tuvalete giderken gördükleri için kontrollerine gelmeyen hastalarım olmuştur. Ürolog! Hem de tuvalete gidiyor.. PEH… “Gel hanım biz öbür hastaneye gidelim. Bu yeni mezun belli...”

Neyse ki teknoloji ilerliyor. Yakın zamanda genetik oynamalarla tuvalete gitmeyen, yemek yemeyen, âşık olmayan, uyumayan, dayak yediği zaman canı yanmayan doktorların da üretileceğini umuyoruz.

Doktorları sadece hastalar ve yakınları çıldırtmaz. Bunu her söylediğimde doktorların üçte biri küfreder, üçte ikisi benim de başıma geldi der. Doktorları en fazla delirten meslektaşlarıdır. Bu ülkede öldürülmüş, sakatlanmış, şiddete maruz kalmış her doktorun ölüm fermanının altında bir başka doktorun imzası vardır. Bir çocuk doktoru abimizin demir borularla kafatasını kırıp gözünü çıkardı hasta yakınları. Ateşli havale ile ilçe hastanesine getirilen çocuğa ilk müdahalesini yapıp il merkezindeki üniversiteye ambulansla sevk etmişti. Sevk edildiği hastanedeki birinci yıl çocuk asistanı arkadaşımız “doğru müdahale etmemişler, çok geç kalmış, ölür bu” diye ahkâm kesince hasta yakınları kendi adaletlerini(?) sağlamayı tercih etmişlerdi. Hayır, çocuk ölmedi, sakat kalmadı, tersi bile olsa bu yapılan için haklılık oluşturmazdı. Ahkâm kesen arkadaşımız olasılıkla Ege sahillerinde sevgilisiyle kadeh tokuşturuyordur. Kör olan abimiz mesleği bıraktı.

Mesleği bırakan bir hocamız daha oldu. Ortopedi profesörüydü. Hastası kontrole gelmeyip 2 hafta sonra başka bir ortopedi uzmanı muayene ettiğinde röntgen filmine bakıp “nasıl hoca bu, nasıl görmez bunu, tam zamanında bana getirmişsiniz” demişti. Bu, hasta yakınlarının, hocamızın kolunu ve çenesini kırmaları için yeterli gerekçeyi sağladı. Sadece öğretim üyeliğini değil, tümden doktorluğu bıraktı. Demek ki genç meslektaşlarımıza öğretmeyi de becerememişsiz diye açıklamıştı bırakma nedenini. Hastalık dokuda şişme ile başlayan ve röntgen filmlerinde ancak 2. haftada belirti veren kemik iltihabıydı.

Ama haksızlık yapmayalım kendini dövdüren arkadaşlarımız da oldu. Röntgen filmine bakıp “yanlış kaynamış bu, hangi p.z.v.n.k. ameliyatı yaptıysa gidip dövün" demişti bir ortopedi uzmanımız. Ameliyatı 6 ay önce kendisi yapmıştı ama yoğun hasta trafiğinden hatırlamıyordu. Hasta yakınları doktor arkadaşın ricasını kırmadı.

Sadece doktorlar değil tüm sağlık çalışanları psikolojik veya fiziksel şiddete maruz kalma riski altındadır. Ama en büyük risk hemşireler için söz konusudur. Yaşamları boyunca annesinden, bacısından hatta eşinden güzel tek bir laf, tek bir ilgi sözcüğü duymamış bazı kendini bilmezler, hemşirenin “bugün nasılsınız” veya “şikâyetiniz var mı” sorusunda bile cinsel çağrışımlar arar. Yakışıklı olmasam, bana ilgi duymuyor olsa neden benim tansiyonumu, ateşimi ölçsün ki? Var bir şeyler, ben hissediyorum psikozu, tıpta ayrıca araştırılması gereken bir soru işareti olarak karşımızda durur. Hastane kapısında bekleyip taciz edeni mi ararsınız, kaçırmaya kalkanı mı, kahve köşelerinde fantezilerini anlatanı mı?

Son 3 yılda 32 binden fazla sağlık çalışanı şiddete maruz kaldı. Herhangi bir sağlık çalışanının meslek hayatı boyunca en az bir kez şiddete maruz kalma oranı yüzde 86,8. Saldırıların yüzde 41,4’ü nesne fırlatma, yüzde 40,5’i yumruk, tekme, tokat atma, yüzde 4,3 ateşli silah kullanma, yüzde 8,2’si kesici aletlerle gerçekleştirildi.

Doktorları ve sağlık çalışanlarını arada bir sevelim, anlayış gösterelim, hemen kızmayalım, fazla dövmeyelim, az küfredelim. Bakarsınız bir gün lazım olur. Her ne kadar o muameleyi görmeseler de, onlar da bir nevi insan sayılabilirler...