AKP ne yapsa olmuyor:  Son çare gözyaşı ya da istifa tehdidi ya sonra?

Siyasal zemininiz kaydıysa, politik bakımdan reel bir karşılığınız kalmadıysa, düşüşünüzü önleyemezsiniz; ancak geciktirebilirsiniz. Ne var ki, bu geciktirme büyük faturalara yol açar. Yalnızca o parti için değil; ne yazık ki o ülke için de...

Google Haberlere Abone ol

Mahmut Üstün * 

AKP için kriz çanları çoktan çalmıştı. Gezi Direnişi AKP için sonun başlangıcıydı aslında... AKP için Gezi Direnişinden sonra beyin ölümü gerçekleşmişti... Gezi'den sonrası bir uzatmadır. Normal koşullarda çok daha kısa sürmesi beklenen bu uzatma anının bu günlere dek sürmesi, AKP'nin "normal" bir siyasal parti olmamasıyla bağlantılıdır.

AKP, muhalefet olmayı kabullenemeyen bir partidir.

Aslında bunun anlaşılabilir nedenleri de var. Birincisi AKP, yüksek dozda ideolojik ve dinsel söylemine karşın sağlam ideolojik ve örgütsel temel üzerine oturmayan bir konjonktür partisidir. Böylesi partiler ancak iktidar koşulları içinde gücünü muhafaza edebilmektedir. Muhalefete düşüş AKP için bir çözülüş ve parçalanmanın da başlangıcı olacaktır. Bu birinci nedendir.

İkinci neden de, AKP'nin uluslararası siyaset arenasındaki rol ve misyonunun da tamamlanmasıdır. Yani "Ilımlı İslam Projesi"nin iflasıdır. Bu AKP'nin siyasal varlık zeminin ayaklarının altından kayması anlamına gelmektedir. Varlığını sürdürebilmesi için yeni bir dönüşüme ve muhtemelen de yeni bir liderlik vitrinine ihtiyacı vardır. Bu durum ise eski liderliğin direnişi ile karşılaşmaktadır doğal olarak. Bu tür "siyasal gözden çıkarma"larda muhalefete düşüş, yalnızca siyasal iktidarı kaybetmeyi değil, hukuksal bakımdan ciddi yaptırımlarla karşı karşıya gelişi de gündeme getirmektedir kural olarak...  Bu akıbetle yüz yüze kalmamak için gösterilen direniş de çok daha güçlü ve sancılı olmaktadır.

Çok daha yapısal ve gelecek dönemi de yakından etkileyecek üçüncü neden ise, Türkiye'nin uzun süredir gerçek ve köklü bir "muhalefet krizi" yaşamasıdır. Bu durum AKP'nin ömrünü uzatabilmesinin en belirleyici etkenidir. "Muhalefet krizi"nin bir türlü aşılamaması nedeniyle  15 yıldır iktidarda olan AKP hala aynı zamanda bir muhalefet partisiymiş gibi hareket edebilme "tuhaf"lığını gösterebilmektedir.

Bu tablo siyasal ölümü gerçekleşen AKP'nin, fiziksel ömrünün niçin normalden daha uzun sürdüğünü bize açıklamaktadır.

Ama siyasetin de temel kuralları var.

Siyasal zemininiz kaydıysa, politik bakımdan reel bir karşılığınız kalmadıysa, düşüşünüzü önleyemezsiniz; ancak geciktirebilirsiniz. Ne var ki, bu geciktirme büyük faturalara yol açar. Yalnızca o parti için değil; ne yazık ki o ülke için de... Bu faturaları son birkaç yıldır hep beraber ödemekteyiz; sanırım bir müddet daha ödemeye devam edeceğiz.

7 Haziran AKP'deki bu düşüşü teyit etmişti. Ama arkasından gelen Kasım seçimlerinde AKP oylarını 10 puan civarında artırarak yeniden tek başına iktidar oldu. Bu durum 7 Haziran mı? Yoksa 1 Kasım mı? Hangisi temel eğilimi daha fazla yansıtıyor sorusunun sorulmasına yol açmıştı.

İşte başkanlık referandumu süreci, bize bu sorunun doğru yanıtı konusunda en önemli veriyi sunmakta, sunacak.

Elbette referandumda önümüze çıkacak somut oy oranları çok önemli bir veridir. Ama en önemli veri değildir. Zira halk umut ve beklentisi çok azalmış olsa da, başka çare olmadığı için, daha da kötü bir tabloyla karşı karşıya kalmamak için de oyunu kullanabilir.

Erdoğan ve AKP de referandum kampanyaları boyunca, bu olasılığa oynayarak halkta bir umut yaratmak yerine "Evet demezseniz  çok kötü olur" temelinde propaganda yürüttüler. En sonunda iş dünya ahvalinden öte "Evet demezseniz ahretiniz tehlikeye girer" absürtlüğüne kadar vardı. AKP ne yapsa, halk arasında ancak kısmi ve geçici bir etki yaratabiliyor. Aktif ve umutvar bir destek üretemiyor; heyecan yaratamıyor. Tüm barutlarını tek tek kullanan ama istediği etkiyi yaratamayan AKP'nin son anlarda etkili atraksiyonlar yapamazsa, referandumdan evet oyu çıkarabilmesinin çok zor olduğu  görünüyor.

AKP'nin son kozları gözyaşı ya da istifa tehdidi...  

Peki ne yapabilir AKP? diye sorulduğunda ise, akla gelenler "Tayyip Erdoğan'ın gözyaşları içinde duygusal bir konuşma yapması" ya da bir zamanlar Turgut Özal'ın kullandığı yöntemle "eğer sandıktan 'evet' çıkmazsa siyaseti bırakacağım" açıklaması gibi ancak umutsuz son çare atraksiyonları oluyor.

Referandumdan "evet" çıkması ancak son anlarda çok önemli bir sürpriz etkenin devreye girmesiyle olası ve bu koşullarda bile hiç kimse "evet" tercihinin yüzde 52'yi geçebileceğini öngörmüyor.

Bu tablo AKP'nin siyasal bir çöküş sürecine girdiğinin en önemli kanıtı başlı başına... Bu tablonun yaşanan ciddi muhalefet krizine, yani bir anlamda muhalefetsizliğe rağmen bu denli AKP aleyhine şekillenmesiyse, AKP açısından geri döndürülemez bir düşüşün başlamış olduğuna ilişkin en önemli veridir.  Ve yakın gelecekteki siyasal tablonun nasıl  şekilleneceği konusunda asıl veriyi bizlere 1 Kasım'ın değil 7 Haziran'ın vermekte olduğunu göstermektedir.

Peki ya muhalefet krizi?

Bu kriz aşılamazsa tek başına "Hayır" oylarının yüksekliği ve AKP'nin gerileyişi Türkiye'de olumlu bir yön değişikliğinin başlangıcı olabilir mi? Elbette ki Hayır...

Türkiye'nin bugünkü asıl siyasal gündemi ve sorunu bu krizinin nasıl aşılacağıdır...