Popülizm nedir? İyi midir, kötü müdür? Bizde nasıldır?

Kısa tarifiyle popülizm, halkın çıkar, önyargıları, hayal kırıklıkları ve öfkelerine hitap/seslenme esasına dayanan bir doktrin. Toplumsal bir program veya sistematik bir ideoloji oluşturmuyor. Ancak sağ, sol ve merkez ideolojileri hepsi oy kazanmak için popülist söylemleri sıkça kullanıyorlar.

Google Haberlere Abone ol

Faruk Loğoğlu

“Popülizmin yanlış türünü yendik!” Bu sözler, Hollanda seçimlerini kazandıktan sonra Mark Rutte’nin yaptığı ilk açıklamada yer aldı ve Avrupa’da geniş yankı buldu. Çünkü Rutte, bu sözleriyle günümüzün ciddi sorunlarından birine parmak basıyordu.

Sorun ABD ve Avrupa başta olmak üzere, küresel çapta yükselen, fakat aslıyla pek ilgisi kalmamış olan çarpık popülizm dalgası. Peki, nedir bu popülizm?

Tarihçesi 16. yüzyıla kadar gerilere giden, son yıllarda ise daha çok Batı demokrasilerinde siyasetçilerin başvurdukları bir söylem olarak ortaya çıkıyor. Günümüzün en popüler kavramlarından biri!

Kısa tarifiyle popülizm, halkın çıkar, önyargıları, hayal kırıklıkları ve öfkelerine hitap/seslenme esasına dayanan bir doktrin. Toplumsal bir program veya sistematik bir ideoloji oluşturmuyor. Ancak sağ, sol ve merkez ideolojileri hepsi oy kazanmak için popülist söylemleri sıkça kullanıyorlar.

Örneğin, popülizm Latin Amerika’da genelde solun, Avrupa’da ise daha çok sağın söylemlerinde yer alıyor. Bizde ise CHP’nin “halkçılık” ilkesiyle hem solun, şimdilerde ise “halk patrondur; halk ne derse o olur; milli irade” gibi deyimlerle sağın, özellikle de AKP’nin sahiplendiği bir yaklaşım.

Tarihi gelişimi ve felsefesi itibariyle, popülizmin özünde yatan ana düşünce, halk iradesinin katıksız ve mutlak egemenliği, doğrudan demokrasi, halkın iktidarıdır. Bireysel sorumluluğu, yerelliği esas alır. Dolayısıyla, halk iradesi üzerinde kuvvetler ayrılığı, denetleme ve denge gibi hiçbir sınırlamayı kabul etmez.

Yine halk iradesini sınırlayacağı gerekçesiyle, örneğin, azınlık haklarının tanınmasına da karşı çıkar. Halk iradesi yanılmaz, her zaman haklı, her zaman doğrudur ve o nedenle sınırlandırılamaz.

Siyasi partiler gibi aracı kurumlara ihtiyaç duymaz. Tek salık verdiği halkın iradesini yansıtacak karizmatik bir lider veya onun başında olduğu bir örgüttür.

“Halk iradesi” nedir? Bizdeki iktidarın anlayışına göre halkın (sayısal anlamda) çoğunluğudur. Şu sırada süren referandum sürecinde AKP bunu "yüzde 50 + 1" olarak tanımlamaktadır.

İşte popülist anlayışın tehlikeli olmaya başladığı nokta da burasıdır: basit sayısal çoğunluğun halk iradesi olarak görülmesi, geride kalanların dışlanması, horlanması, hatta haklarının ihlal edilmesi günümüzde demokrasi için en büyük tehdidi oluşturmakta. Çoğulculuk, muhalefet, azınlık hakları gibi demokrasinin ana unsurlarından olan kavramlar bile halk iradesini sınırlayıcı birer etken olarak zımnen reddedilmekte.

Diğer bir deyişle, popülizmin hedefi demokrasi değil, demokrasisiz, sayısal çoğunluğu temsil eden kişinin tek egemen olduğu düzendir.

Avrupa, Amerika’da olduğu gibi ülkemizde de bugünkü popülizmin felsefi kökenleriyle bağı kalmamıştır. Popülizm artık olumsuz çağırışımlar yapan bir hüviyete sahip.

Çünkü: “Halkın birikmiş kızgınlık ve yaşam sıkıntılarını istismar ederek belirli kişi ya da grupların üstünlük sağlaması üzerine bina ediliyor.

Yabancı düşmanlığı, din düşmanlığı da dâhil, aşırı görüşleri siyasi söylemlerin mantrası haline getiriyor ve normalleştiriyor. Halkı sömürdükleri için seçkinlere ve onların kontrolündeki devlet aygıtına, bürokrasiye ve devletin müdahalelerine ve yerleşik düzene karşı çıkıyor. Kendisi gibi düşünmeyenleri yok sayıyor. Hukukun üstünlüğünü tanımıyor, yargıyı siyasi bir araç olarak görüyor. Garibanı sahiplendiğini iddia ediyor, ancak onun durumunu istismar ediyor, onların yaşam kalitesini iyileştirici ciddi bir adım atmıyor. Kitleleri peşine takmak için yerine getiremeyecekleri vaatlerde bulunuyor. İçeride dışarıda herkese gerekli gereksiz meydan okuyor.”

İşte popülizmin bugünkü içeriği ağırlıklı olarak bu ve benzeri unsurlardan oluşuyor. Temsilcileri kim derseniz ABD’de Trump, Hollanda’da Wilders, Fransa’da Marine Le Pen hemen akla gelen isimler. Seçimi kazanan Başkan Trump’ın ABD ve dünyanın başına ne gibi sıkıntılar açacağını hep birlikte önümüzdeki günlerde göreceğiz. Wilders kaybetti. Fransa halkının da aklın yolunu seçerek Marine Le Pen’e ağır bir ders vermesi beklenir.

Bizde de popülist söylem özellikle AKP iktidarları döneminde yaygınlaştı. Referandum sürecinde ise zirvede dolaşıyor. O kadar ki, ciddi konular tartışılamaz hale geldi. Anlamsız tartışmalar ve ekranlarda aynı isimlerle vakit geçiriyoruz.

16 Nisan’a giden yolda “evet”çiler içgüdülere, en basit duygulara hitap ederek içi boş sloganlarla popülizmin en “şahikasını” yapıyorlar. “Hayır”cılara "hain, terörist" demekten dahi geri kalmıyorlar. Halkın iradesi kavramının arkasına sığınılıp "yüzde 50+1" için her şey mubahtır anlayışıyla hareket ediyorlar. Ekonomik kriz ve kutuplaşma altında sıkışan toplumun sıkıntılarını siyaset malzemesi yapıyorlar.

Batı ülkeleriyle yaşanan krizlerde sıklıkla yabancı düşmanlığına ve din eksenli söylemlere başvuruluyor. İç politika kaygılarıyla dış politika gereksiz çıkış ve söylemlerle Türkiye dış ilişkilerinde yeni sorunlarla karşı karşıya getiriliyor. Batılı ülkeler bizi kıskanan, güçlenmememizi istemeyen hasımlar olarak gösterilip Türkiye’nin dış ilişkilerinde her geçen gün yalnızlaşmasına, savrulmasına neden olunuyor.

Popülist söylemlerde tutarlık, ölçü aranmıyor. Halk ve halkın iradesi “evet” yüzde 50+1 oluyor. “Evet” demeyen yüzde 50-1’in iradesi ne oluyor? Halkın yarısını “var” sayıp, diğer yarısını “yok” saymak nasıl milli irade, halk iktidarı oluyor?

“Hayır”cılar cephesinde ise dini motiflere yapılan vurgu dışında popülist söylemlere itibar edilmediğini görüyoruz. Ana muhalefet çalışmalarını akla hitap eden, gerçekçi bir zeminde yürütüyor. Olmayacak sözler vermiyorlar. Kışkırtıcılık yapmıyorlar. İkna yolunu tercih ediyorlar. CHP’nin “halkçılık” ilkesi yeniden canlandırılıp, günümüze göre geliştirile bilinirse sadece ülkemizde değil, diğer ülkelerde de bugünkü kökenlerinden kopmuş eğri popülizme en iyi yanıt olacaktır.

Sonuç olarak, 16 Nisan referandumu popülist söylemler ile akılcı söylemler arasında bir seçim olarak da görülebilir. Duygu, korku ve kaygılarımızla mı hareket edeceğiz, yoksa aklımızla mı hareket edeceğiz? 17 Nisan sabahı cevabı alacağız.