Ferit Edgü: Bu ülkenin son laik yazarlarıyız

Ferit Edgü'nün, yakın dostu yazar Orhan Duru'nun ardından yazdığı son kitabı 'Orhan Duru: Ölmeden Önce - Öldükten Sonra' Raskol'un Baltası tarafından yayımlandı.

Google Haberlere Abone ol

Sanıyorum şimdiye dek yaptığım röportajların en zor giriş yazısını yazıyorum. Kitaptan mı alıntı yapsam, “sıradan okur” olan bana dokunduğu yerleri, gösterdiği yaraları mı anlatsam, içimden geçenleri, duyup üzerine düşündüklerimi açık seçik mi yazsam? Ben kimim ki böylesi bir dostluğun, iki büyük yazarın dostluğunun, iki büyük yazarın hakkında cümleler kurayım? Hiçbirini yapamayacağım. Belki sonra. Okuruyla kitabın arasına girmek istemiyorum. Bu kitap hakkında kimseyle de konuşmak istemiyorum hatta itiraf edeyim Ferit Edgü’ye sorular sormam bile zor oldu benim için. Büyük harflerle “ORHAN ÖLDÜ AMA YAŞIYOR” diye yazmış Ferit Edgü ve sonra devam etmiş: “Çok hoşuma gitti. İşte kalemin ucuyla insan diriltme diye buna derim. Sahi bizler, ne zaman yeniden doğacağız?”

Döne döne üç kere okudum Orhan Duru. Ölmeden Önce | Öldükten Sonra kitabını. Kitap çok kısa ama hiç bitmiyor ve öyle ki -bende büyük harflerle yazayım- ORHAN DURU YAŞIYOR. Ve ne mutlu ki Ferit Edgü’nün kaleminin ucundan yaşayıp bize göz kırpıyor. Ve ne mutlu ki Ferit Edgü Türkçe edebiyatın yaşayan en önemli yazarı. Bu cümleyi yazdığım için belki bana kızacak, olsun. Bu röportaj da istediğim gibi olmadı, ona da olsun. Orhan Duru yaşıyor ya, Türkçe edebiyatın da haberi olsun.

Orhan Duru. Ölmeden Önce | Öldükten Sonra için “yeni ve eşine zor rastlanacak bir kitap” diyor Raskol’un Baltası. Öyle de. Çok kısa ama bitmiyor. Siz kitap olarak elinize aldığınızda sizde bitti mi? Yazdınız bitti mi kitap? Şöyle de sorabilirim: Bu kitapla sizde biten ve devam eden nedir?  

Bu sorunuzu yanıtlamam çok güç. Çünkü başladığı bir yer yok. Hattâ bir zaman yok. Dolayısıyla bitti diyemem. Bitmedi de diyemem. Çünkü ben ölmedim. Orhan’sa yaşıyor. Ya da tersi. Biliyorsunuz, iki kere iki, her zaman dört etmiyor. Ne de beş.

Kitabı birkaç kez okudum. Çünkü her seferinde bana “Orhan Duru ölmemiş” diye düşündürmesi iyi geldi. Üstelik “Birçok kez ölümle buluşup ona nanik yapan ve ‘Ölüm mü? Ne buluş!’ diyen Abidin Dino’nun yaşayan anısına” ithaf etmişsiniz. Abidin Dino da Yüksel Arslan da ölmemiş gibiydi okurken… Siz onlarla yaşıyorsunuz ya da onlar sizde yaşıyor. Bu dostluklar gibi Edebiyat/Sanat dışı dostluklarınız var mı?

Evet vardı. Çok değil, ama vardı. Örneğin Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli psikiyatrlardan Dr. Metin Özek ile ünlü iktisatçı Sencer Divitçioğlu bunlardan ikisiydi. Divitçioğlu ile iki kardeş gibiydik. Paris’te, İstanbul’da, Bodrum’da, öylesine yakın, öylesine birbirimizle yaşardık ki, bizi kardeş sanırlardı. Aynı dünya görüşünü paylaşırdık. Hemen hemen aynı kitapları. Hattâ aynı içki ve yemekleri. Ne yazık ki onlar benden önce bu dünyadan ayrıldılar. İyi de ettiler. Çünkü her zaman dediğim gibi çok yaşıyoruz.

“Bana hiçbir şey yakıştırmayın. Ben böyle çok iyiyim” diyor Orhan Duru. Yaşarken de iyi miydi?

Evet, Orhan Duru, yaşarken de çok iyiydi. Onun şikayetçi olduğu bir anı anımsamıyorum. Oysa buna, benden daha çok hakkı olduğunu çok iyi biliyorum.  

Siz, şimdi yaşarken iyi misiniz peki?

Aynı şey değil. Ben çok yaşlıyım. Hiç olmak istemediğim kadar yaşlı. İyi olduğumu söylemek yalancılık olur.

“Benim garip bir huyum vardır. Dostlarım öldükten sonra da onlarla ilişkilerimi sürdürürüm. Ölümsüz dostluklarımı böyle yarattım.” Bu çağda dostluk denilen şeyden çok uzak başka bir dostluk sizinki. Sizden dostluk tanımı istemeyeceğim ama dostluğu böyle yaşayan-yazan siz, bu çağda kendinizi yalnız hissediyor musunuz?

Hayır. Bu sözünü ettiğiniz anlamda yalnızlık hissetmiyorum. Çünkü ben kendimi, çocukluğumdan beri (haklı gerekçelerle) hep yalnız hissettim. Ama bundan şikayetçi olmadım. Duru da.

“Yaşarken düşünmüşümdür, neydi bizi böyle birbirimize yakınlaştıran? Bulamamıştım bir yanıt” diyor Duru. Peki sizin bir yanıtınız var mı, neydi sizi böyle yakınlaştıran hem ölmeden önce hem de öldükten sonra, hâlâ?

Unutmayın, kitaptaki Orhan da ben de aynı kişiyiz. Soruları soran da, yanıtlayan da benim. Bu bir oyun. Ama gene de, elimden geldiğince, doğrulukla yanıtlayabilirim sorunuzu. Bizleri birbirimize böyle yakınlaştıran, aradan geçen bunca yıl sonra, bunca ölümlerden sonra şu olmalı: Birbirimize (ama yalnız Orhan Duru’yla değil) yakınlaştıran birbirimize benzer oluşumuz. Edebiyatı bir ün, bir kazanç kapısı değil, varoluşumuzun ayrılmaz bir parçası olarak görüşümüz. Yeni bir ses olmak isteyişimiz. Ödün vermezliğimiz. Yetmez mi?

'BU ÜLKENİN SON LAİK YAZARLARIYIZ'

Duru “Öyle sanıyorum ki, bizler, laik cumhuriyetin son çocuklarıyız” diyor. Biz ülke olarak bu cümleye nasıl geldik? Bundan sonrası çok mu karanlık?

Evet. Duru’ya söylettiğim bu söz, tabii ki benim düşüncem. Hiç kuşkusuz, bu ülkenin son laik yazarlarıyız biz. Bu nedenle, daha çok yaşamak istemiyorum.

Sizler gibi zamanında elinde izci feneriyle yolunu aydınlatmaya çalışanlar ileride sizin gibi “Ne iyimserlik” mi diyecek sizce?

Eğer, akılları başlarındaysa, eğer görme, değerlendirme yeteneklerini yitirmedilerse, hiç kuşkusuz.

'50 KUŞAĞINI SEVGİLİ DEVLETİMİZ YIPRATTI'

11 yıl önce sizinle yaptığım bir söyleşiyi buldum. 50 Kuşağı için “Heyecan verici bir yolculuktu ama aynı zamanda da yıpratıcıydı. Yeniden yaşa deseler ister miydim, bilmiyorum” demiştiniz. O zaman sormamışım, şimdi sorayım: Neden?

Gerçekten heyecan verici bir yolculuktu. Kuşağımızdan pek az yazar, şair, gençlik ideallerinden dönüş yaptı. Bizden önceki ve özellikle sonraki kuşaklarla karşılaştırdığınızda hemen hemen hiç. Ama bizi sevgili devletimiz yıprattı. Diyebilirim ki, yaşama hakkımızı elimizden aldı. Ülkesinin yaratıcı güçlerini, çalışan beyinlerini birer düşman olarak gören yönetimin kurbanlarıydık. Dolayısıyla yaşadığım uzun yılları yeniden yaşamak istemezdim.

Klişe bir soru ama bu çağın Türkçe edebiyatıyla ilgili dertlerinizi, fikrinizi, görüşlerinizi merak ediyorum…

Türkçe edebiyatla hiçbir derdim yok. Yıllar önce, Türkçenin bu yüzyılın sonunda silinip gideceğini öngörmüştüm. Bugünkü duruma baktığımda, bu kadar uzun sürmeyeceğini görüyorum.

2017 anayasaya değişikliği ile ilgili referanduma hayatta olmayan yazarların da imzasıyla “Milyon kere HAYIR” mesajı göndermiştiniz. Çok güzeldi hatta belki hayatta olanların imzası olsa bu kadar güzel ve gerçek olmazdı. Merak ediyorum; o dönem hayatta olan edebiyatçılardan da destek aldınız mı ya da beklediniz mi?

Beklemedim. Zaten destek de almadım. Okuduklarını da sanmıyorum.

85 yaşındasınız. Sizi bu ülkede en çok hangi dönem yordu Ferit Bey?

İçinde yaşadığımız dönem.

'ORHAN DURU YAŞARKEN DE ÖLDÜKTEN SONRA DA DOĞRU DÜRÜST OKUNMADI'

Yaşarken ve yazarken yeterince anlaşıldığını düşünüyor musunuz Duru’nun?

Hayır,  Orhan yaşarken de, öldükten sonra da doğru dürüst okunmadı. Hiç mi hiç anlaşılmadı. Ele alınmadı. Üzerine yayın yapılmadı. Öykülerinin o hiç kimselere benzemeyen dilinin nerden, kimlerden geldiğini merak eden çıkmadı.

Orhan yaşarken bu konularla hiç ilgilenmedi. Kimse ona bir soru yöneltmediği için, o da sustu konuşmadı. Şimdi de, hiç kuşkum yok, nanik yapıyordur.

Bu kitabın yayınlanmasından sonra Adnan Özyalçıner’le birlikte sizden sonraki kuşağın yazarları (Murat Yalçın, Faruk Duman, Ömer Erdem, Ozan Çınar, İsmail Pelit, Ömer Şişman ve devam ediyor) Duru ve sizin kitabınızla ilgili, Raskol’un Baltası’nın sosyal medya hesaplarında metinler yazmaya, yayınlamaya başladı, sanki sizin yazdığınız kitap diğer yazarlar tarafından da yazılmaya devam ediyor gibi... Bir çağrı mı bu kitap? 

Bu küçük kitapçığa ilgi gösteren dostlar, eksik olmasınlar, sevdikleri, değerini anladıkları, kendilerinden bildikleri bir yazarı, aramızda “hayat bulmasına” katkıda bulunmaya çalışıyorlar. Benim gibi. Orhan’cığım, yaşarken hiçbir şey istemedi. Yayınladığım kitaplarını elinden zorla aldım. Ataç erken ölmeseydi, Orhan Duru tam okurunu ve eleştirmenini bulmuş olacaktı. Bu da ona yetecekti.

Heyhat!