‘Fatma’ bir seri katil hikâyesi değildir!

Fatma, eşi Zafer’i aramaya çıktığı yolculukta, temizliğe gitme durumunu, metaforik bir kirin temizliğine evriltiyor ve bize bir kadının şiddetten, tacizden, tehditten, nasıl temizlendiğini aktarıyor.

Google Haberlere Abone ol

Işıl Bayraktar

*Bu yazı spoiler içermektedir.

27 Nisan 2021’de Netflix dizilerine dahil olan ve Burcu Biricik’in başrolünü oynadığı nefes kesici Fatma dizisine dair söylenecek epey şey var. Öncelikle şunun altını çizmeliyim; Fatma’nın hikâyesi bir seri katil hikâyesi değildir ve onun hikayesini buna indirgemek hikaye boyunca akan mücadeleyi görmezden gelmek olur.

Fatma, eşi hapiste olan ve çalışmayan yoksul bir kadındır ancak eşinin hapisten çıkmasına rağmen eve dönmemesi üzerine evlere temizliğe gitmeye başlar ve hikâye boyunca kendisini temizlik işçisi olarak görürüz. Fatma’nın hikâyesi, eşini aramaya başladığında karşılaştığı gerçeklerle birlikte dönüşen, görünmeyen kimliğini yaptıklarıyla görünür kılan, kendini savunmak ve zarar görmesini engellemek için öldürürken, aynı zamanda başka bir kadına zarar gelmesini engellemek için de öldüren, oğlunun ölümünün peşinde erkek dünyasının içine girip sorularına cevap arayan ve bu cevaplar kendisine eşinin gerçek yüzünü gösterdiğinde bile davasından vazgeçmeyen bir kadının hikâyesidir. Tüm bunların hepsinden dolayı bile Fatma’nın hikâyesi bir seri katil hikâyesi değildir. Ancak aynı zamanda olayların seyrine bırakılmış, bilinç halinden yoksun bir ruh haliyle, kendiliğinden işlenmiş cinayetler de değildir söz konusu olan. Fatma’nın hikâyesine böyle bakmak yine onun hikâyesini ve mücadelesini azımsamak olur. Hikayenin ana temasına damgasını vurmuş Fatma’nın işlediği cinayetler planlanmış seri cinayetler olmasa bile, karşı karşıya gelinen durumlarda Fatma’nın bilerek, özgür iradesiyle işlediği cinayetlerdir.

Sadece Şevket’i öldürme anı belki farkında olmadan uzandığı silahın patlamasıyla olmuştur ancak bundan farklı olarak ikincisinde trenin altına ittiği kendisini tehdit eden adam, üçüncüsünde kendisini taciz eden ve konuşmak için inşaatın yüksek bir katına çağıran ve orada duyduğu seslerle kendisini sürekli olarak telefonla taciz eden kişinin de o olduğunu anladığı, ‘abi’ dediği komşusu İsmail, yanındaki kadına şiddet gösteren ve aslında verdiği uyuşturucuyla öleceğini bildiği Ekber ve en başından beri Fatma’nın işlediği cinayetlerden haberdar olan ve bu durumu kontrol etmek isteyen Bayram’la birlikte çalışan Yusuf cinayetleri, Fatma’nın bilerek işlediği hatta geçmişteki travmalarını hatırlatan tavırlara sahip olan erkeklere duyduğu öfkeyle birleşerek (Ekber cinayetindeki gibi) şiddetinin dozu artan cinayetlerdir. Keza trenin altına attığı adamda da, inşaattan attığı İsmail’de de önce geri gitmiş ardından bu cinayetleri işlemiştir ki bu cinayetler için geri döndüğünü gösterir. Dolayısıyla Fatma’yı olayların akışının kurbanı olarak göstermek de Fatma’nın kendini ve başkalarını korumak için verdiği kararları yadsımak olur.

KENDİ KENDİNİ YAZAN BİR KARAKTER OLARAK FATMA

Bir başka nokta Fatma’nın hikâyesinin nasıl ve kim tarafından aktarıldığı. Kimi yazarlar hikâyede erkek yazara gerek olmadığı, erkek yazarın Fatma’nın hikâyesini gölgede bıraktığı, sanki onu nesneleştirdiği gibi bakış açılarıyla erkek yazarın hikâyedeki varlığına ilişkin eleştiri yapmaya çalışırken aslında erkek yazarın oluşuna fazla anlam biçmişler ve bu aslında hikâyeye Fatma odaklı bakılmadığını gösteriyor. Çünkü aslında erkek yazar hikâyede gölgede kalıyor. Yani olsa da olmasa da fark etmeyen bir karakter hikâyede. Kendisi, ana bir hikâye akarken o hikâyeden hikâye devşirmeye çalışan ve Türkiye’de var olan ve kadını yazmak isterken, bunu kadını nesneleştirerek, objeleştirerek yapan erkek modelini güzel örnekliyor. Derdi kocaman egosunu besleyen bir başka hikâye daha yaratmak ve bu hikâyenin sahibi olduğunu herkese göstermekten başka bir şey değilken, kendi evinde kanlı canlı temizlik yapmakta olan Fatma’yı satranç masasına oturtup görüşlerini almaya çalışırken bile onu bir karakter olarak gördüğünü itiraf ediyor. Kendi hikâyesinin kahramanı olmayı, etrafında gördüğü kadınların hikâyelerinden devşirmeye çalışan sıradan bir erkek yazar bakış açısını yansıtıyor yazarın hikâyedeki soru ve yorumları da.

Fatma’nın kendi hikâyesine kaldığı yerden devam etmesi, yazarın bu sorularına detaylı cevaplar vermemesi, aslında izlediğimiz hikâyenin erkek bir yazar tarafından yazılan değil, başlı başına kendini yazan bir kadın hikâyesi olduğunu da kanıtlayan bir cevap olarak karşımıza çıkıyor. Fatma, kendisinin hikâyesini yazan bir karakter. Keza bir kadın programında babanın nasıl öldürüldüğüne ilişkin cevabı bulmak için program izleyen ve bu tarz programlardan da Türkiye’nin gerçeklerine ilişkin cevap ve hikâye bulmaya çalışan yazara cevabı Fatma veriyor, ‘kızı’ yapmıştır diyerek. Buna cevaben de yazarın ‘olur mu canım, ailede olur mu hiç öyle şeyler’ tadında cevap vermesi de dizideki erkek yazarın adeta toplumsal gerçekliklerin farkında olmadığını gösteriyor. Fatma’nın ve çevresindekilerin hikâyesi zaten yine yazara cevap niteliğinde; Zafer’in kendi otizmli çocuğunun ölümüne gözlerini kapaması ve kan parasını kabul etmesi, Fatma’ya hiçbir açıklama yapmadan ortadan kaybolması, Fatma onu bulduğunda aslında her şeyden bıktığını itiraf etmesi, Kadriye’nin eşi İsmail’in Fatma’yı sürekli olarak taciz etmesi ve eşinin yanında hiçbir şey yokmuş gibi davranması dizideki aile temsillerinden birkaçı. Yani sözün özü istismara, aile içi şiddete, tacize, tecavüze uzak olan yazarın gözünden Fatma’nın hikâyesini gördüğümüze ilişkin bir algı, Fatma’nın karakterini de gücünü de yanlış okumaktır. Hikâyedeki erkek yazarın, Fatma’nın hikâyesine eklemlenmeye ve o hikâyeyi kullanmaya çalışarak yazarlığını taçlandırmaya çalışan ara bir karakter olmaktan başka bir fonksiyonu yoktur. Yani hikâyedeki tüm erkekler gibi erkek yazar da Fatma’nın kendi oluşunda pay sahibi değildir. Bu, Fatma’nın hikâyesidir.

BİREYSEL VE TOPLUMSAL TRAVMANIN İZLERİ

Fatma, şüphesiz kendi hikâyesinin başkahramanı. Burcu Biricik, rolün gereğini yansıtmak açısından çok samimi ve gerçekçi. Ancak Fatma’nın kardeşi Emine (Hazal Türesan) de hikâyede geçen şiddet, istismar ve travma ile kurduğu ilişki ve bu ilişkiden ötürü Fatma ile aralarındaki mesafeyi gösteren rolü oldukça başarılı şekilde vermiş. Bu anlamda Fatma bize yalnızca bir cinayet hikâyesi sunmuyor, aynı zamanda travmaların karşımıza ne şekillerde çıktığı ve onları ne şekillerde görünür, ne şekillerde görünmez kıldığı, namus algısı, çocukluktan başlayarak tek başına yaşayan kadını içine alacak şekilde toplumsal cinsiyet rolleri, sınıfsal farklar, Kürt kimliği, hukuk şirketlerinin iş kazalarındaki tutumu gibi konuları da karşımıza çıkarıyor. Fatma’nın oğlunun peşinden çıktığı, yolculuklara götüren hikâyede otizmli çocukların ve ailelerin neler yaşadığını da yine Fatma aktarıyor bize: "Okullara sığdıramadınız, evlere çocuk parklarına sığdıramadınız oğlumu. Benim aklı küçük masum oğlumu koca dünyaya sığdıramadınız. Şimdi ben onu bir tabuta nasıl sığdıracağım?" sözleriyle. Keza okulda oğlu Oğuz’u almamak için türlü yalanlar söyleyen bir müdür ve öğretmeni izliyoruz gerçek hayattan fırlamış bir sahneymişçesine. Fatma’nın oğluna uygun bir eğitim ve hayat bulmaya çalışması hikâye boyunca akıyor tüm bunlarla mücadelesinin örneği olarak.

ERİL DÜNYANIN İNADINA HAYATTA KALAN BİR KARAKTER OLARAK FATMA

Sözün özü; Fatma hapisten çıktıktan sonra evine dönmeyen eşi Zafer’i aramaya çıktığı yolculukta, otizmli oğlunun ölümüyle sarsılırken, tüm bunları dönüştürerek güçlenme hikâyesinin parçası olan temizliğe gitme durumunu, dizinin de söylediği şekilde metaforik bir kirin temizliğine evriltiyor ve bize bir kadının yalandan, şiddetten, tecavüzden, tacizden, tehditten, korkudan, şüpheden nasıl temizlendiğini aktarıyor ve bu temizlenme biçiminden duyduğu suçluluk duygusuyla da hikâyesini beraberinde götürüyor, ama bir seri katil olarak değil, eril dünyanın inadına hayatta kalan bir Fatma olarak, ölümüne rağmen.