YAZARLAR

Ezersen, seni korurum… Ezilirsen, umurumda değil!

Bu devlet zihniyetinde, asker (ve polis) haksızlık yapmışsa korunur, haksızlığa maruz kalmışsa ezilir! ‘Askeri vesayeti kaldırma şampiyonu’ iktidar, ‘anti-militer’ iken ‘para-militer’ oldu sayılır artık.

Yasaklara hayır” diye yola çıkanlar “Hayata yasak” üstüne emsal bir ülke yarattı.
Sadece devlet ve iktidar halinde değil, nefretin, kinin, linçin her halinde. Bravo size!
Aynur, sus.
Melek, sen de sus.
Apolis, hiç söyleme.
Sezen, vayy.
Gülşen, ayy.

Ezgi Mola da “Şaşırmadım” diyor.
Halbuki şaşırmalı.
Hakaretin, aşağılamanın, haddini bil bağırışlarının, sen kimsinlerin tepeden tırnağa hiddet ve şiddet oynattığı bir ülkede, komutanı bin türlü hakaret etse kimsenin umursamayacağı “sıradan bir kişi”ye “hakaretten mahkûm” olunmasına şaşırmalı.

Açıklayacağım, Sayın Mola.
Yüksek katlara hakaret iddiası ve isnadıyla yeterince gözaltı, tutuklama, ceza var zaten, biliyorsunuz.
Trolleşmiş, çirkinleşmiş, hatta bakanlaşmış birilerinin her gün topluca veya hedef gözeterek hakaret etmesinin bir sakıncası yok, onu biliyorsunuz.
Üstelik bu “suç”u size isnat edildiği gibi “sesli, yazılı, görüntülü bir yolla hakaret” olarak her saniye işledikleri halde!

Sokakta vatandaşa hakaret, ötekilere hakaret, etnik hakaret, muhalefete hakaret, önyargılı ve yargısız infazlı hakaret, çocuğu ölmüş anneye babaya hakaret, bazen “şehit babası”na bile hakaret!

Sizin “suçunuz” biliyorsunuz, şuydu:
Batman’da “alıkoyarak ve tecavüz ederek bir genç kızın intiharına ve sonunda ölümüne sebep olmakla” suçlanan, mahkûm da olan ama hapsedilmesi pek istenmeyen bir “uzman çavuş”a “hakaret.”

Bilmiyorum, hem uzman çavuşu hem Ezgi Mola’yı mahkûm eden sayın hakimlerin bu özete itirazı olur mu?

ŞAŞIRMADAN BUYRUN OKUYUN

Ben asıl “şaşırmanız” gerekeni ama haklısınız, belki de “hiç şaşırmamanız” gerekeni yazayım.

Bu “uzman çavuş Musa Bey” Batmanlı 18 yaşında bir genç kızı tecavüz ile intihara sürüklemenin aktörü değil de…
Komutanı “hakaret” edip aşağıladığı için sıralı amirleri veya Bimer-Cimer nezdinde hakkını, itibarını aramaya “cüret” eden bir uzman çavuş, mesela Caner Kesimal olsaydı, kendini hasta hasta oda hapsinde, oradan da ölüme sürülmekte bulurdu.

Hüseyin Palalı olsaydı, kansere yakalanmış bedeniyle dışarı atıldığı ordu ve ölümünü seyreden paşaların OYAK’ı yüzüne bile bakmazdı.

Yasin Tosun olsaydı, intiharında hiçbir aşağılamanın, hakaretin, manevi ve fiziki şiddetin izi bulunmazdı; yaşamak da kendi suçuydu, ölümü de kendi suçu olurdu.

Uludere’de öldürülen köylüler için anma törenine, “güvenlik” maksadıyla ama uykusuz ve bitap dolduruldukları berbat korucu otobüsüyle gönderilip bir uçurumda can veren 10’dan fazla uzman çavuş olsaydı, başlarına gelen felaketin rütbeli sorumlusu bile çıkmazdı.

Adıyaman’da bir çarşıda arkadaşlarına yiyecek alırken komutanın görüp yere yatırdığı, halkın içinde tekmelediği ve sivillerin bu iğrenç hiddetten kurtardığı iki uzman çavuş olsaydı; “Esnafa sorduk, böyle bir olay olmamış” diyen bir üst komutanın dediği, hakaret değil, hakikat sayılırdı.

Esas duruşta saatlerce bekleten komutanın “Biz başız, siz .öt; siz kölesiniz” diye bağırdığı uzman çavuşlar olsaydı, ne hakaret suçu, komutan terfi bile etmiş olurdu.

Yara aldığı bacağı platinli olduğu için esas duruşta esaslı duramayan bir uzman jandarma çavuş E. olsaydı, onu herkesin içinde o “Gazi” bacağından tekmeleyen general, suçlanmak ne kelime, ezileni şikâyetten vazgeçirenler sayesinde bir de terfi ederdi, ki tam o günler 3 uzman jandarma intiharı da kimsenin umurunda olmazdı.

Libya’da kendilerine sürekli hakaret eden, aşağılayan komutanı, Cumhurbaşkanlığına güvenip de Cimer’e şikâyet eden çok sayıda uzman çavuştan biri olsaydı, Cimer’den yine o komutana bildirilip anında ordudan atılmış olurlardı,

Üç gün içinde Antalya’da Mp5’i kafasına sıkan 20 yaşındaki er Bekir Yılmaz, Şanlıurfa'da da tabancasıyla beynini delen 38 yaşındaki uzman çavuş Feyzi Atik, Van hudut taburunda 20 yaşında tüfeğini başına dayayıp ateşleyen er Davut Yardımcı, daha dün Diyarbakır’da G3’ü göğsüne bastırıp tetiği çeken Rizeli genç, Burak Kara ayrı ama benzer sıvasız, sayısız, sırasız hanelerden, o haneler ise aynı memlekettendi” diye yazdıklarımdan, birini bırakın, aynı anda hepsi olsaydı, kim harekete geçip neyi sorgulardı!

13 yaşındaki Seyhan da dahil, çoluk çocuk onca insanı işkenceden geçiren ve ancak 18 yıl sonra o kemikleri ve hakikati bize iade eden kuyulara atan, kemikler komutanın karakolunda, bu vahşete itiraz eden uzman çavuş olsaydı, öldürülüp atıldığı kazanda, kimsenin akıbetini sormadığı bir kayıp olarak kalır… Karısı onun hakikatini arayıp dururken, karakol komutanlarından biri DYP’li belediye başkanı olarak törenle AKP’ye de alınır, diğeri bir süre CHP’de saklanırdı.

FETÖ DARBESİNDEN HEMEN ÖNCE

Sıkılmadıysanız, bunları şöyle özetlemişim sık sık. Bakın bu yazı, “Fetöcü darbe girişimi”nden tam bir ay önceymiş:

Burada şu iki tür yazıyı da okumuşsunuzdur; tabii okumuşsanız:
Askerlerin yaptığı haksızlık, hukuksuzluklar
Askerlere yapılan haksızlık, hukuksuzluklar.

Birincisi darbeler, darbe hevesleri bir yana; gözaltında kayıplar, işkenceler, infazlar gibi ‘suçlar’a dairdir.
İkincisi ise, rütbesi, hiyerarşideki konumu, ast-alt sayılması, aşağılanması, özlük haklarının da insan haklarının da rehin-esir alınması, intihara sürüklenmesi, çoluk çocuğuyla ‘aşağı sınıf’ sayılması, köleleştirilmesi, eziyete, manevi-maddi şiddete maruz kalması; resmi ve popüler deyişle o ‘kahraman Mehmetçik’e yapılan ‘adilikler’e dair. 

O yüzden, bazen konuşarak-yazışarak birebir, bazen bu köşeden ifade ettiğim şeyi bir daha yazayım:
Bu devlet zihniyetinde, asker (ve polis) haksızlık yapmışsa korunur, haksızlığa maruz kalmışsa ezilir! 

Askeri vesayeti kaldırma şampiyonu’ iktidar, ‘anti-militer’ iken ‘para-militer’ oldu sayılır artık.
Bir kanunda iki şeyi aynı anda yapıyor:
Tayin edilecek yer olmadığı için birçoğu merkezde duran ve zaten tazminatları arttırılmış albaylara mesela, “temayüz etmişlerse” 60 yaşına kadar görevde kalma imkânı…
Tepeden tırnağa, komutandan ere, ‘suç işlemiş’ askerlerin yargılanabilmesi için, statülerine göre, Başbakan yahut Milli Savunma Bakanlığı izni! 

Bir uzman çavuş mesela, komutanının emriyle, bir suç işlemişse… Ne bileyim, 20 yıl önceki bir vakada olduğu gibi, çocukların dahi katledildiği bir toplu cinayete karşı çıkmış başka bir uzman çavuşun ortadan kaldırılmasına da yardım etmişse… Yargılanması için Bakan izni gerekiyor.

Biri öldürülmüş, biri suça karışmış iki uzman çavuş da, hayattayken bir orduevine dahi giremiyor. Kapısında nöbet tutsa bile, anasını, yaşlı babasını, karısını, çocuğunu bir çay, bir çorba içmeye oraya götüremiyor. Çok hasta olursa, kovuluyor. Yaşı 45 olunca yine kovuluyor. PKK ya da IŞİD kaçırmışsa, yine kovuluyor!

Üstelik bütün o koruma, geriye doğru. Yani ‘kanundan önceki suçlar’ı da kapsıyor. Nasıl bir mutabakat yapılmışsa, bu iktidarın onca yıllık ‘demokratikleşme, hesap sorma’ vaatleri palavra oluyor. 

Bu zihniyet, misal, bir astsubayın, bir uzman çavuşun bir vatandaşa tekme, tokat atmasına, onu aşağılamasına, müsaadenizle daha beterini yapacaksa yapmasına karşı zırh getiriyor.
Ancak, esas duruştaki astsubayın kafasına komutanın çay bardağı atmasına, tokat atmasına, küfür yağdırmasına, hakaret etmesine, uzman çavuşa onlara ilaveten ‘Biz başız, siz .ötsünüz, siz kölesiniz” demesine tek lafı yok!.
Hatta bunu yapan komutanlar (Cumhurbaşkanı’nın hep dediği gibi, elimde belgesi var) terfi ediyor!
(Not: İlki Askeri Şura’da general yapılan ve şimdi hapiste olan bir “Fetö” mahkûmu! Sahi ikinci ne oldu?)

Asker intiharları’nı da, henüz o büyük felaket olmadan araştırılmasını reddettiği Soma gibi, Meclis’te ele almayı reddetmiş bir iktidar diyor ki…
Ezersen, seni korurum…
Ezilirsen, umurumda değil!
Askeri cezaların’ için kalkan olurum…
Askeri cefaların’ için ıslık çalarım!

Askeri vesayet’i kaldıranlar ‘Askere eziyet… Askeri esaret’e, ‘Asker üzerindeki vesayet’e zaten zerre dokunmamıştı…
Şimdi özünde ‘kendi insan hakları’ her gün çiğnenen on binlerce alttaki askeri de, ‘Sana insan hakları çiğnemek helal… Sana insan hakları haram’ diye özetlenecek bir düzende, emir-komuta zincirine daha sıkı bağlıyor.

Bak hakikaten bu bir zincirdir…
Bedeninde, ruhunda, vicdanında, aklında, çoluk çocuğunun hayatında zincirdir; insanca, haysiyetinle bir hayat için, hakikaten zincirdir.
Zinciri itibar zanneden kim varsa, çok yanılır!”

BİR DÜŞÜNÜN

Bu alıntıyı da sonuna kadar okumuşsanız…
Fetö darbe girişimi” ışığında bir daha düşünün yazılanları.
15 Temmuz’un hemen öncesinde, “paşalar”ın da talebiyle, iktidar öyle bir askeri-militer disiplin ve ceza düzeni kurmuştu ki, o gün komutanının “Yürüyün” diye darbeci emirleri verdiği astsubay, uzman çavuş, erat ve askeri öğrencilerin emre karşı çıkması neredeyse imkânsızdı!

Darbe girişimi”nden hemen sonra Emekli Astsubaylar Derneği Başkanı’nın bana söylediği gibi, “Yine de birçok ast, itirazı, direnmeyi, uçağın, helikopterin, tankın, cemsenin motorunu çalıştırmamayı öğrenmiş, darbenin önlenmesinde onların asli katkısı olmuştu.”
Bu ve benzer yazılarımın; o cesaretin, direnişin oluşmasında “çok katkısı olduğunu” söyleyip teşekkür etmişti.

Şimdi ne değişti peki?
Astsubay Ömer Halisdemir kahraman; geride kalan meslektaşları yine alt, yine altta!
Biz kaçmadık” diye gerinenler bugün onların hakkını asla teslim etmiyor!

Şaşırmadığınız veya şaşırdığınız” hikâyenin ve mahkumiyetin özünde; uğradıkları onca hakaret, aşağılama umursanmayanların, sizin iki sözünüzde umursanır gibi yapılması var Sayın Mola!

Ah keşke alttakiler de bunu görebilse!
Hak ile haksızlık arasındaki farkı yani!
İnsanlığına karşı asıl hakaretin hangisi olduğunu!


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.