YAZARLAR

Eylem haktır! Gözden geçirilmiş ikinci baskı

Hülasa, geçtiğimiz hafta düzenlenen anti-LGBT+ eylemi de bir “hak”tır. Şaka yapmıyorum, bu aynı zamanda bir fırsattır da: Madem “özgürce” LGBT karşıtı eylem düzenlenebiliyor ve madem yöneticiler “demokratik”(!) bir ülkede yaşadığımızı iddia ediyorlar o zaman Onur Yürüyüşleri de serbest olmalı herkes şiddete başvurmadan görüş ve düşüncelerini toplantı ve gösteriler aracılığıyla savunabilmelidirler.

SONUÇ

İzninizle bu kez yazının önce Sonuç’unu yazayım sonra geri kalanını; isterseniz siz yazıyı aşağıdan yukarıya, tersinden de okuyabilirsiniz, bütünlük pek bozulmayacaktır. Neyse, sadede geleyim: “Eylem haktır.” Bu başlığı 2019 yılında Diyarbakır’da HDP İl Binası önünde başla(tı)lan Diyarbakır Anneleri Eylemi ile ilgili olarak yazdığım bir yazı için de kullanmıştım. Evet, Diyarbakır Anneleri Eylemi -geçtiğimiz hafta düzenlenen anti-LGBT+ eylemi gibi- devlet destekli bir eylemdi ama bu, o eylemin “de” bir hak olduğu gerçeğini değiştirmez.

Gösteri ve yürüyüşün -eylemin- bir “hak” oluşu bir politik temenni (wishfull thinking) değildir. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), 1982 Anayasası ve ilgili yasalar gösteri ve yürüyüşü “pozitif bir hak” olarak düzenlerler. AHİ Sözleşmesi 10. maddesi “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar.” derken takip eden maddede “Herkes[in] barışçıl olarak toplanma ve dernek kurma hakkına sahip” olduğu belirtilir. 14. maddede ise AİHS’de “…tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma[nın], cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanma[k]” zorunda olduğu belirtilir.

Anayasa’nın 10. maddesi de “Herkes[in], dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde” eşit olduğunu belirtir. 26. Maddede ise yine herkesin, “..düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahip” olduğu hükme bağlanır. 34. Madde ise “… önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahip” olunduğunu kaydeder.

Bu arada yeri gelmişken, bu anti-LGBT+ eylemin sıradan bir eylem olmayıp bir “nefret suçu” olduğunu yazan değerli dostlara- Arzu Erkan, Kerem Altıparmak, Alper Taş ve kurumsal hesaplarından bunun bir nefret suçu organizasyonu olduğunu belirten HDP gibi- katılmıyor değilim. Hukuki konularda ukalalık yapmak haddime değil ama sanki, bu eylemde kantarın topuzu kaçmış olsa da bu eylemin “de/bile” bir hak olduğunu kabul etmek gerekir diye de düşünmüyor değilim.

Hülasa, geçtiğimiz hafta düzenlenen anti-LGBT+ eylemi de bir “hak”tır. Şaka yapmıyorum, bu aynı zamanda bir fırsattır da: Madem “özgürce” LGBT karşıtı eylem düzenlenebiliyor ve madem yöneticiler “demokratik”(!) bir ülkede yaşadığımızı iddia ediyorlar o zaman Onur Yürüyüşleri de serbest olmalı herkes şiddete başvurmadan görüş ve düşüncelerini toplantı ve gösteriler aracılığıyla savunabilmelidirler. Bu, Onur Yürüyüşleri’nin serbest bırakılması için de bir politik-ısrar hattı olarak düşünülemez mi? Neden olmasın?

OLAY

New York’ta Stonewall Inn adlı bir barda, polis LGBTİ+’ları tasallut eder. Bardakiler de polise direnirler. Bu bir dizi eylemi de tetikler ve bu karşı çıkış bir kamusal tepki silsilesine dönüşür. 28 Haziran 1969’daki bu olaydan tamı tamına bir yıl sonra New York’ta ilk Onur Yürüyüşü gerçekleştirilir. Türkiye’de ilk Onur Yürüyüşü 1993’te düzenlenir. Düzenlenir demek bile yanlış, “düzenlenmeye çalışılır”. İstanbul Valiliği toplumun genel ahlak, kültür vb.’sini bahane ederek yasak getirir. 1996 yılı 8 Mart’ında Ankara’daki eylemlerde Kaos-GL öncülüğünde LGBT+lar da yürüyüşe katılırlar. LGBT+’lar 2001 yılında Ankara’daki 1 Mayıs eylemlerine de katılmışlardır LGBT+lar alana girdiklerinde yoğun bir ilgi ve alkış tufanı koptuğunu hatırlıyorum. Böylesi bir ilgi ve teveccüh anti-kapitalist Müslümanlar 1 Mayıs mitingine katıldıklarında da yaşanmıştı. 2007’deki Onur Yürüşü de bu minvalde anılabilir: O tarihe kadar yürüyüşlere katılanların sayıları onlarla yüzlerle ifade edilirken 2007’de binlerce insan bu etkinliğe katılmıştı.

Gezi Direnişi’nden sonra Onur Yürüyüşü’ne katılanlar artık yüzbinlerle ifade edilir oldu. 4. Trans Onur Yürüyüşü yapıldığında Gezi Direnişi henüz devam etmekteydi ve gazeteler yaklaşık üç bin kişinin eyleme katıldığını haber veriyorlardı.

2015 yılı Haziran’ından sonra Türkiye’de yaşananların (ve hâlen yaşanmakta olanların) ne bilançosu döküldü ne de o dönemde yaşananlarla hesaplaşıldı. O günden bugüne yaşanan otoriterleşmeden LGBT+lar da nasiplerini aldılar: Onur Yürüyüşleri yasaklandı; yürümek isteyenler şiddetle gözaltına alındılar. Sivas eski Ülkü Ocakları Başkanı Oğuz Bulut'un 15 yaşında olduğu iddia edilen bir erkek çocuğa istismarda bulunmasından, MHP Diyarbakır İl Başkanı Cihan Kayaalp’in reşit olmayan bir çocuğa taciz suçlamasıyla tutuklanmasından, Yalova'da Halil Bağlı Talebe Yurdu'nda 26 yaşındaki M.Z.’nin “nefsine uyarak” (ifade MZ’ye ait) yurttaki çocukları taciz etmesinden rahatsız olmayanlar… (lafı uzatmayayım, örnekler o kadar fazla ki) LGBT+lardan tedirgin olmaya başladılar.

NEDEN

Türkiye’de Onur Yürüyüşleri’nin kısa tarihini özetlemeye çalışmamdaki temel amaç, geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen anti-LGBT+ eyleminin bir anda durup dururken gerçekleştirilmiş bir eylem olmadığının altını çizmek: 2015 Haziran’ından sonrası yaşananların -ki bu süreçle ilgili önceki yazılarıma da zaman bulursanız göz atmanızı isteyeceğim- geçtiğimiz haftaki eylemlerin bağlamını oluşturduğunu düşünüyorum. 2015’den beri yaşanan İslamcı otoriterizm ve bu otoriterizme sırtını yaslamış tosuncukların pervasız ukalalıklarını hesaba katmadan bu eylemi anlamanın zor olduğu kanaatindeyim.

İslamcı otoriterizm geçtiğimiz haftaki eylemlerin bağlamıysa, bence, yaklaşan seçimler için mahalleyi berkitmeye çalışmak da anti-LGBT+ eyleminin nedenidir. “Erdoğan karşıtlıklardan besleniyor.” diye yazmaya bile üşeniyorum; “Su ıslatır.”, “Ateş yakar.” demek gibi artık. Seçimlere ramak kaldıkça yeni karşıtlıklar üretmeye çalışmakta iktidar bloku. AKP’nin seçim stratejisini eldekini korumak üzerine kurduğu; eldekini korumanın yolunun yeni ve taze karşıtlıklar yaratmak olduğu; LGBT+ların da bu iş için biçilmiş kaftan, bir underdog grup olarak hedef seçildikleri o kadar ayan beyan ki.

Bakalım sıradaki ötekileştirme, ayrıştırma ne olacak, ne zaman olacak!


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.