YAZARLAR

Evine hoşgeldin!

Dizinin yapımcılarından biri olan Julia Roberts oyunculuk kapasitesini tam olarak gösterebileceği bir rolde, diziyi layığıyla sırtlamayı başarıyor.

Daha önce Amazon Prime Video platformu için ‘Mr. Robot’u yaratmış olan Sam Esmail, bu sefer oyuncu Julia Roberts’a, Ortadoğu’daki savaştan dönen askerleri ‘rehabilite’ eden bir merkezde çalışan, psikolojik danışman Heidi Bergman rolünü emanet ediyor… Özgün bir ‘kapalı alan’ gerilimi mi yoksa seleflerini aratan bir ‘Şüphe türü’ denemesi mi?...

En baştan belirtmemizde yarar var: ‘Homecoming’ son derece ‘stilize’ bir anlatım taşıyan ‘garip’ bir dizi gibi duruyor. Ancak bu ‘gariplik’ duygusu yaşadığımız bir ‘anlam karmaşasından’ ya da bildiğimiz gerilim dizilerinden ayrışan yapısıyla oluşturduğu bir ‘mesafeden’ kaynaklanmıyor. Dikkatimizi daha çok çeken nokta, yönetmenin bu ‘stilize’ anlatımını inanılmaz derecede ‘akıcı’ bir omurgaya oturtması ve senaryoda sürekli karşımıza gelen zaman dilimlerinin (nerdeyse 4 yıl içerisinde!) farkının bir yandan biçim açısından altını çizmesi ama öte yandan aralarındaki içerik açısından ‘ayrılamaz’ nitelikte, nerdeyse organik bağı güçlü bir şekilde hissettirmesi oluyor.

Heidi Bergman, savaştan dönen askerleri tekrar ‘normal bir hayata’ döndürmek için gerekli psikolojik desteği sağlayan ‘Homecoming’ adındaki bir şirkette psikolojik danışman olarak çalışmış bir kadındır. Bu şirketten göreceli olarak kısa bir süre içerisinde ‘gönderilmiş’ olan Heidi’yi, dört sene sonra bir lokantada garson olarak çalışırken buluruz. Zamanında çalıştığı şirketteki işi hayatında ön plana koymuş olan Heidi, o dönem ayrılmak zorunda kaldığı sevgilisiyle tekrar buluşur, kendisinin de o dönem hakkında hiçbir şey hatırlamadığının farkına varır. Yıllar sonra hükümet adına bir araştırma yapan bir görevlinin olaya dahil olması durumu daha da karışık hale getirecektir…

SAVAŞTAN DÖNENLER…

Hikayesinin merkezini veya en azından önemli kısmını amiyane tabirle bir ‘akıl hastanesinde’ kuran film veya diziler genelde buradaki hastalar kadar çalışan personeli de mercek altına alır. Ancak ‘Homecoming’de ilk bölümden itibaren, olaylar sanki bir hastanede değil bir ‘apart-otel’de geçiyormuş izlenimi uyandırıyor! Her ne kadar uyulacak bazı kurallar ve kısıtlamalar bu yerde de mevcut olsa da, kalınan odalar genelde rahat, yemekler düzgün ve çalışan personel kibar ve özenli bir tavır sergiliyor. Öyle ki bu personelin kuşkusuz en sıcak ve kibar üyelerinden olan Heidi’nin askerlerle ve özellikle Walter Cruz ile konuşmaları bir asker ‘rehabilitasyonu’ seansından ziyade, daha çok kendi isteğiyle gidilen bir psikiyatr ziyaretini andırıyor. Doğal olarak burada kalan ve travmalarını aşmak isteyen askerlerin de davranışları (biraz da aldıkları hapların etkisiyle) ciddi öfke patlamasından ziyade savaş sırasında edinilmiş bazı garip reflekslere, verdikleri cevaplara ve yaşadıkları ufak paranoya duygusuna dayanıyor.

Yönetmen bu paranoya duygusunu gayet iyi kullanıyor ve senaryosunu ağırlıklı olarak ‘ütopik’ ve ‘kurtarılmış’ bölge temalarına dayandırarak daha çok bu ‘kapanmışlık şüphesinin altını çiziyor. Her ne kadar buradaki askerler zorunlu bir şekilde tutuluyor gibi durmasalar da, ‘Homecoming’in yerinin nerede olduğu (Florida’da olduğu söyleniyor!), gerçekte tedavi mi yoksa kâr etme amacı mı güttüğü ve bu merkezin dışında nasıl bir dünya olduğuna dair sorular bu merkeze ‘ekspres’ bir şekilde gönderilmiş askerlerin kafalarını kurcalıyor. Bu dışarı ‘çıkamama’ duygusu dizi boyunca bize kendini hissettiriyor.

GEÇMİŞ VE ŞİMDİKİ ZAMAN…

Yönetmen dizi boyunca başkarakter Heıdi’nin geçmişte yani ‘Homecoming’ merkezinin başında olduğu zaman ile şimdiki zamanı arasındaki ayrımı belirginleştirmek için değişik kamera kullanımları deniyor. Örneğin Heidi’nin geçmiş hayatı 16:9 formatıyla karşımıza gelirken şimdiki zamanda 4:3 formatına dönüyoruz. Başka bir deyişle başkarakterin ‘4 yıl sonra’ sekanslarında ekranın boyutu nerdeyse yarıya düşüyor ve yönetmen bunu bir anlamda, ‘Heidi’nin ‘sınırlandırıcı’ bir bakış açısına düşmesini ve kendi varoluşunun bütün kıvrımlarını kavrayamamasını’ temsil eden metaforik bir yol olarak kullanıyor.

Bu ‘çıkışsız’ ve ‘sıkışık’ durum görüntüleri, kendisiyle tam bir uyum içinde akan (pozitif anlamda) ‘rahatsız edici’ seslerle daha da güçleniyor. Yönetmen esinlendiği yapımlar olarak ‘Oz’ ve hapishanesi veya bizim jenerasyonun hatırladığı, eski, ‘kült’ dizi ‘Tutsak’ dizisini saymakta ancak bizce dizide ciddi anlamda DePalma ve Pakula’nın ‘thriller’larının’ ve Hitchcock sinemasının etkilerinin bulunduğu da tartışılmaz bir gerçek…

Gündelik hayatında sık sık paragöz ve bencil patronu Colin’in telefonlarına maruz kalsa da, hoşlandığı adamla ‘rahat’ bir yaşam süren Heidi’nin dört sene sonrasında özel hayat olarak tamamen ‘baş aşağı’ gitmesi, bu olayı ‘’eşeleyen’ birinin da ortaya çıkmasıyla daha da zorlu hale geliyor. Heidi’nin başlarda sadece geçmiş hayatından bir pişmanlık ve suçluluk duygusu yaşadığını düşünürken onun da hayatının bu bölümünü unutmuş olması diziyi daha da ‘bilinmez’ bir bölgeye sürüklüyor, olaylardaki şüphe duygusu artıyor.

TOPARLANAN DEĞİL AKAN BÖLÜMLER…

Genelde uzun soluklu dizilerde doğal olarak ana hikâye devam etse, bölümler arasında ufak bir ‘toparlanma’ veya ‘kendi içinde bir sonuca’ varma beklenebilir. ‘Homecoming’ bu yola başvurmuyor daha doğrusu ihtiyaç da duymuyor. Nerdeyse 30 dakikalık bölümlerle rahatça akıyor, bölüm bittiğinde, hatta jenerik akarken bile sert bir kesme değil arka planda cereyan eden olayların devamını görüyoruz. Bu kolayca ‘hazmedilebilir’ yapı, diziye hem çok başarılı bir akışkanlık hem de sağlam bir bütünlük katıyor.

Aynı zamanda dizinin yapımcılarından biri olan Julia Roberts oyunculuk kapasitesini tam olarak gösterebileceği bir rolde, diziyi layığıyla sırtlamayı başarıyor. Hem geçmişindeki sıcak ve idealist hem de şimdiki hayatındaki şaşkın ve kırılgan karakterine ciddi bir insani boyut katarak hikâyenin içine bizi çekiyor. Aynı şekilde gündelik hayatının akışında en gaddar kararları alabilen, sinsi ve paragöz patronu Colin rolünde Bobby Cannavale, Heidi’nin baş hastası Walter Cruz’u canlandıran Stephen James de oldukça başarılı performanslar çıkarıyorlar. Ayrıca kısa rolleri de olsa, bunca yıl sonra Roberts’la tekrar buluşan Dermot Mulroney ve ‘anne’ rolünde Sissy Spacek’i izlemek her zaman keyif verici!

Kısaca ‘Homecoming’, buram buram paranoyak bir bulmaca gibi ‘kokan’ ve başkahramanı kadar karışık bir entrika taşıyan lezzetli bir yapım. Özellikle bu türü sevenlere hararetle salık veririz!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .