YAZARLAR

Eşcinsellere şiddet eril tahakküme hürmet çağı

Kadınlara yönelik şiddetle mücadele de eril tahakkümün bitirilmesi şartına bağlı olduğu için ailede eril tahakkümün devamı anlamına gelen bu kararı alanların ‘şiddeti önleyeceğiz’ beyanları kof hamasetten ibaret. Danıştay’ın açılan davalara dair vereceği karar eşcinsellere şiddet, eril tahakküme hürmet çağına girip girmeyeceğimizi belirleyecek.

Ailede eril tahakkümü geleneksel aile değerlerimizin değiştirilemez parçası sayanlar, kendilerinden menkul bu değerlerin değiştirilmesini teklif eden İstanbul Sözleşmesi'ne itirazlarını, siyasi iradeye kabul ettirmeyi başardılar. İçinde aile geçen her cümlede, aile kelimesinin yerine eril tahakküm veya erkek konforu kelimelerini yerleştirerek okuduğumuzda anlamın çok net olarak ortaya çıktığı görülür. İstanbul Sözleşmesi hakkındaki karşıt görüşler, temelinde aile bireylerinin insan haklarına, eşit yurttaşlık haklarına itirazla ilişkili. Yıllardır çarpıtmalarla yüklü karalama kampanyaları yürütenlerin iddiaları bugün Erdoğan’ın siyasi hesaplarıyla örtüştüğü için kazanmış görünüyorlar. Cumhurbaşkanı, devlet dili açısından hiç münasip olmayan “önünü arkasını karıştırmayın” sözüyle oldubittiye getirmek istemesi partisinin tabanını bile ikna etmekten uzak.

Ailede eril tahakkümü savunanların alkışına ihtiyaç duyduğu için olsa gerek vesayetçi atanmış tahakkümü rolüne pek ısınmış görünen İletişim başkanı da üst perdeden konuşarak ucube sistemi işaret etmeye bayılıyor. Cumhurbaşkanı kararname ve kararlarını okumaktan Anayasa okumaya fırsatı kalmadığı için belki de insan haklarına ilişkin hükümlerin, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin dışında ele alınması gerektiğinin farkında değil. İstanbul Sözleşmesi, İnsan hakları hukukuna ilişkin bir metin olduğu için anılan kararnamede Cumhurbaşkanı kararı ile onay ya da feshedilecek ekonomik, ticari ve teknik anlaşmalar kapsamında ele alınamayacağını gözden kaçırıyor. Belki de Anayasa'ya aykırılık teşkil ettiğini toplum genelinin fark etmesini önlemek için bu kadar telaşla sosyal medya mesajlarıyla zincirler oluşturuyor.

Anılan sözde fesih kararı yok hükmündedir, çünkü dayanak gösterilen kararnamedeki anlaşma türlerinden birisi değil insan hakları hukuku ile ilişkilidir İstanbul Sözleşmesi. İktidarın sahipleri sözde fesih kararının yok hükmünde olduğunu ilan eden sözlerimize karşı çıkarken dayanak olarak Avrupa Konseyi Sekretaryası tarafından bürokratik işlemini göstermekteler. Avrupa Konseyi Sekretaryası, Türkiye’nin iç hukukunu denetlemekle yükümlü değil. Yapılan idari işlemin Türkiye’nin iç hukukuna ve anayasasına uygunluğunu denetlemek ve aykırılığa itiraz, muhalefet partileri, sivil toplum örgütleri ve yurttaşlık bilincine sahip herkesin sorumluluğu.

Bu arada şüphesiz Avrupa Konseyi de aceleci işgüzarlığının nereden kaynaklandığı sorusunun cevabı istenerek eleştirilmeye açık. Sözde fesih kararı, yine bir gece yarısı operasyonuyla Resmi Gazete'de yayınlanmadan sadece saatler önce yani karar basıma gönderildiği sıralarda Erdoğan’ın Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi üst düzey yöneticileriyle arka arkaya gerçekleştirdiği çevrimiçi toplantılarda ne gibi tavizler verilerek bu karara uluslararası tepkinin yumuşak tutulması sağlandığı da ayrıca merak konusu. Kadınların yaşam hakkına ve Türkiye’nin geleceğine dair karar vermek anlamı taşıdığını hep söyleye geldik, İstanbul Sözleşmesi tartışmalarının. İnsan hakları sisteminde çıkan bir ülke mi olacak Türkiye, kadınların insan haklarını tanımayan bir ülke mi olacak? Kadınlara yönelik şiddeti insan hakları ihlali olarak görmekten vazgeçen bir ülke mi olacak? Eril şiddeti önlemek hususunda ayrımcılık yasağına itiraz edildiği için şiddetle mücadelede ayrımcılık yapmaktan kaçınmayan bir ülke mi olacak? Bunları olabilmek için ulusal çıkarlardan ne tür tavizler verdi, verecek?

Sorular çok ve sorulardan birisi de yine yargı bağımsızlığı ile ilişkili. Yürütmeyi durdurma istemli davalar açıldı, açılmaya devam ediyor. Danıştay hala idarenin uygulamalarını, bu ülkenin iç hukukuna uygunluğu yönünden denetliyorsa, bağımsız yargı organı olarak çalışıyorsa artık söz yargıda diyebiliriz. Avrupa Konseyi Sekretaryası'nın da ülkedeki hukuka uygunluğa dair sorgulamanın yapıldığı davaların sonucunu beklemek yönünde uyarılması gerekir. Ki EŞİK Platform, yazdığı bir mektupla Konsey'e durumu bildirdi. Ve Eşitlik İçin Kadın Platformu'nun her ay yayınladığı Meclis İzleme Raporlarının 6’ncısı da bu günlere denk geldi. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü coşkunluğuyla, bazıları göstermelik de olsa, Meclis, bolca kadın, kadın hakları, kadın cinskırım boyutuna varan erkek şiddetiyle mücadele ve İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanmasına ilişkin kürsü konuşmalarına, önergelere sahne olmuştu. Rapor coşkuyla, heyecanla yazılırken sözde fesih kararı gündeme düşünce bu konuyu da eklemek gerektiği için yayınlanışı birkaç gün bekletildi ve bu iki sebeple şimdi öncekilere kıyasla çok daha uzun bir rapor var kaşınızda.

İddia edilenin aksine ‘girildiği gibi çıkıl(ma)dı’ğından, Meclis iradesinin gaspı anlamı taşıyan karar, başlığa taşındı bu raporda. “Meclis'in yasama görevi tamamen Cumhurbaşkanı'na devrediliyor, Sadece kadınlar için değil Türkiye için yaşamsal tehlike!” Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren bu karar verilmeden kısa süre önce Meclis neler konuşmuştu, hatırlayalım. O günlerde Meclis'te bir komisyon kurulmuştu hatırlarsınız. Kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi için kurulan Meclis araştırma komisyonu, şu günlerde üyelerini belirlemeye çalışıyor. İstanbul Sözleşmesi aleyhinde yürütülen kara propaganda ile yükselen şiddet arasında gözle görülür bir korelasyon vardı ve komisyon bunu tespit edecek mi merakı yükselmişti bende ama tabii hiç ümit beslemeden sadece merak. Şimdi İstanbul Sözleşmesi hakkındaki sözde fesih kararı yayınlandıktan sonraki on iki saat içinde altı kadın cinayeti işlendiğini gördük. Yani Sözleşme aleyhine yapılan her şeyin eril şiddet faillerini cesaretlendirdiği ve kararın Resmî Gazete'de yayınlanmasından sonra bu ülkede iki saatte bir kadın öldürüldüğü, gerçeğini dikkate alarak korelasyonun doğruluğunu daha kuvvetle iddia etmek mümkün. Özellikle bir LGBTİ+ bireyin kameralar önünde şiddete uğraması, içine düştüğümüz karanlık günleri anlatmaya yeter. “Eşcinselliği meşrulaştırıyor” yalanına teslim olup İstanbul Sözleşmesi'ni, istemezükçülerin önüne kelle atar gibi kaldırmaya girişenler, eşcinsellere yönelik şiddeti meşru görecek bir ayrımcılık politikasını ilan etmiş oluyorlar. Kadınlara yönelik şiddetle mücadele de eril tahakkümün bitirilmesi şartına bağlı olduğu için ailede eril tahakkümün devamı anlamına gelen bu kararı alanların ‘şiddeti önleyeceğiz’ beyanları kof hamasetten ibaret. Danıştay’ın açılan davalara dair vereceği karar eşcinsellere şiddet, eril tahakküme hürmet çağına girip girmeyeceğimizi belirleyecek.

 
 

Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.