Erkek egemenliğinin kod adı: Aile
Anlaşıldı ki kadınlar kuluçka makinası olarak görülüyor, annelik kariyerinin tek açıklaması budur. Ancak çok çocuk sahibi olan kadınlar Kürt ise bu makbul annelik kariyeri=kuluçka makinası olma hali değil, terör ile özdeşleşme hali sayılıyor. Katmerleştirilen uygunsuz, yakışıksız söylemin Meclis kürsüsünden yükselen ırkçılığın gerekçesi de aile.
Kuluçka makinasının da makbulü ve makbul olmayanı var. Kadınları kuluçka makinası gibi görüp “üç de yetmez beş doğurun” talimatıyla en yakışıksız, en uygunsuz söylemi yıllardır ifade etmekten çekinmediği gibi yıllardır her söylediğinde daha fazla alkış alan Cumhurbaşkanı aynı zamanda AKP Genel Başkanı olduğu için partisinin grup toplantısında, kuluçka makinalarına etnik ayrımcılık yaptığı halde bile alkışlandı. Garipsemedik işin kötüsü ya da garipseyenler, ayıplayanlar azınlıkta kaldı.
Mehmet Ali Çelebi ile açılışı yapılan milletvekili borsası, şimdilik parmak hesabında bir el AKP’ye kazandırdığı için zafer ilanı niteliğinde rozet takma seremonisinde, her zamanki yakışıksız ifadenin tekrarı ile bir anda Kezban Merey Çelebi ve tüm kadınlar, “annelik kariyeri” dayatmasına muhatap oluvermişti. Ve yine hatırdan çıkmayacak şekilde bu uygunsuz hitabet kalıbına bir ek yapılıp Meclis kürsüsünden ırkçılık yükseltildi. Anlaşıldı ki kadınlar kuluçka makinası olarak görülüyor, annelik kariyerinin tek açıklaması budur. Ancak çok çocuk sahibi olan kadınlar Kürt ise bu makbul annelik kariyeri=kuluçka makinası olma hali değil, terör ile özdeşleşme hali sayılıyor. Katmerleştirilen uygunsuz, yakışıksız söylemin Meclis kürsüsünden yükselen ırkçılığın gerekçesi de aile. Sıkça yazıp bu defa başlığa taşıdığım üzere aile, erkek egemenliğinin kod adı. Ailenin güçlendirilmesinden her bahsedildiğinde erkek egemenliğinin yeniden tahkimi politikası kurulduğu besbelli…
Hâlâ Meclis'e getirilme ihtimalini zayıf, referandum yeter sayısına ulaşma ihtimalini daha zayıf, referanduma sunulsa bile yüzde elli kabule ulaşmasını çok çok daha zayıf gördüğüm anayasa değişiklik teklifi de aile odaklı. Elbette bu zayıf bulma görüşüm biraz da kitlesel ve partili muhalefetin mevcut zayıf görünümden kurtulup ortaklaşmasıyla doğrudan ilişkili ve maalesef yine zayıf bir umudu da içinde barındırıyor. Diğer yandan otoriter yönetimlerin erkek egemenliğini yeniden güçlendirmek için bu eşitlik karşıtlığına anayasal zemin kazandırma çabasının ilki değil. Yakın geçmişte Macaristan’da denendi. Victor Orban seçimi kazansa da toplumsal cinsiyet eşitliği karşıtı referandumu kaybetti. “Seçimli otoriter sistemden seçimle çıkan ilk ülke olmanın eşiğinde” isek -ki muhalefete muhalefet etmemek gibi garip ön koşullardan kurtulduğumuz takdirde gerçekleşeceğine yürekten inanıyorum- referandum ihtimalini bile yok eder, seçimle, otoriter sistemi demokrasiye dönüştürme yolunu da açarız.
Kitlesel muhalefetin en güçlü ve etkili ayağı olan kadın hareketinden, EŞİK-Eşitlik için Kadın Platformu, ülkenin demokratikleşmesi yolunu da açacak olan kitlesel ve partili muhalefetin ortaklaşma zeminini sağlayacak bir basın açıklaması yaptı kamuoyuna. İktidar adına basına verilen demeçlerde, özellikle Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın sözlerinde her ne kadar tek maddelik değişiklik halini almış olsa da EŞİK basın açıklaması hazırlıklar için olası tüm riskleri değeri değerlendiriyor bu metinde. Umulur ki toplum, kitlesel ve partili muhalefet dağınık görüntüden kurtulmak için bu açıklamanın ne denli değerli bir fırsat sunduğunu görebilir, bu fırsatı kaçırmaz.
Başörtülü kadınların, başörtüleriyle eğitim, çalışma hakları gibi tercih ettikleri her meslek ve iş kolunda var olma haklarını güvence altına almak önerisiyle gelinen bu aşamada iktidarın anayasa teklifi gerçekte kadınlara güvence vermekten kaçınması anlamına geliyor. Özene bezene yarattığı ve hala sadece başörtülü kadınlar değil hatta belki kadınlardan daha çok erkek seçmen üzerinde etkili olan “güvenceniz benim” algısını yıkmak istemediği için planlamakta olduğu LGBTİ+ haklarını ihlal edecek girişimi, başörtülü kadınlara adeta ön koşul olarak sundu: 'Başörtülü halinle toplumsal alanda eşit, özgür yurttaş olarak var olmak istiyorsan LGBTİ+'ların toplumsal alanda eşit, özgür yurttaşlık haklarıyla var olmasına karşı çıkacaksın' dayatmasında bulundu topluma, seçmene ve özellikle başörtülü kadınlara. Toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesinin cinsiyet kimliği ve cinsel yönelim boyutlarından her ikisi de böyle bir anayasa değişikliği halinde hak ihlali ve hak kaybı yaşayacak buna şüphe yok. Hem kadın erkek eşitliği tümden yok edilecek toplumsal ve siyasal olarak hem eşcinsellikle mücadele adı altında LGBTİ+ların hakları yok edilecek. Şiddete ve hak ihlallerine anayasal meşruiyet sağlanacak. Ev içi şiddet kavramının aile içi şiddet olarak çarpıtıldığı günden bu yana var olan bu tehdit hayata geçirilmek isteniyor. Ailede erkek egemenliği yeniden ve eskisinden daha güçlü tesis edilince ne kadın hakları, ne çocuk hakları ne LGBTİ+ hakları kalır geriye ne eril şiddetle mücadelenin esamisi okunur.
Kod adı aile olan erkek egemenliği, anayasal dayanakla tahkim edilirse her ailenin alfa erkeği ailedeki kadın, erkek, çocuk cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği ne olursa olsun, ataerkil cinsiyet rollerinin çizdiği kalıplar dışına çıkan aile bireylerine şiddet uygulama hakkı elde eder. Bildiğimiz üzere 6284 karşıtları da “sıkıysa şikayet etsin” anlamına gelecek şekilde “aile içi şiddet şikayete bağlı olsun, kamu davası konusu olmaktan çıkarılsın” diyorlar yıllardır. Toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesini tüm resmi metinlerde ve şiddetle mücadele mekanizmalarındaki uygulamada yok etmiş olan iktidar, kendi planlarını gerçekleştirmek için şimdi anayasa değişiklik teklifiyle erkek egemenliğini güçlendirme hazırlığında. Kadın hareketi olarak yıllardır kazanımlarımızın tehlikede olduğunu; İstanbul Sözleşmesi’ne dair verilecek kararın Türkiye’nin geleceği hakkında karar vermek olacağını söylerken işaret ettiğimiz tehlike buydu. Şimdi yıllardır geleceğini belirtip kitlesel ve partili muhalefeti uyarmaya çalıştığımız tehlike anayasa hazırlığıyla çok yakın hale gelince ilk defa karşılaşmış gibi yapmak hiç anlamlı değil. Bilinen tehlikeyi, başörtülü kadınlara ve haklarını güvence altına alma önerisine bağlayıp sanki Kılıçdaroğlu o videoyu yayınlamasa ve CHP o teklifi vermese, AKP aile odaklı teklifi hazırlamayacakmış gibi yapmanın alemi yok.
“Demokrasilerde kadınların giyim özgürlüğü yasa ile düzenlenmez” şeklinde özetlenebilecek itirazlar da “Başörtüsü, AKP’nin kullandığı bir kimlik sembolü ve onun bahçesinde oyun kurmaya kalkışmak siyaset yapmak değil” sözleriyle özetlenebilecek karşı çıkışlar da hakikatin inkarı anlamına geliyor. Oysa bizim sonunda barışın ve adaletin hedeflendiği hakikat arayışına ve yüzleşmelere ihtiyacımız var. Pek çok konuda hakikat ve yüzleşmeye, affedişle gelecek barış ve adalete ihtiyacımız olduğu açık bir gerçek ama şu anda anayasa gündemi bu konuyla ilgili olduğu için sadece başörtülü kadınların haklarının güvence altına alınması ihtiyacına değiniyorum. Ayrıca demokrasilerde gerekmeyeceği teorik ya da pratik açıdan doğru olsa bile ülkemizin demokrasi olduğunu kimse iddia edemez. Özellikle seçimli otoriter sistemden seçimle çıkmanın arifesindeki toplumun çıkışı başarmak için yeni demokratik pratikleri hazırlayacak özgün demokratik teoriye ihtiyacı olmadığını kim söyleyebilir?
Neyse, partili muhalefetin ve ana muhalefet partisinin pek çok kusuru, eleştirilecek çok yanı varken şüphesiz kendimce çok gerekli bulduğum güvence girişiminin yoğun eleştiriye uğramasının, o hakikat ve yüzleşme ihtiyacını daha da görünür kıldığını düşünüyorum. Fakat şimdi daha büyük meselemiz, parlamenter sistemi güçlendirmek için yola çıkan altı partinin ve parlamenter sistemin güçlenmesi konusunda pek farklı düşünmediği görülen diğer altılı masanın, parlamentonun gücüne ilkin kendilerinin inanmasını sağlamak. Bu işe açılan milletvekili borsasında iktidara vekil kaptırmamakla başlamalarını hatırlatmak gerekiyor. 5 oy farkla yasalaşan çoklu baro konusu gibi onca boş koltukla ve 70 oy farkla geçen sansür yasası gibi manzaralar muhalefeti moral açıdan bile olsa seçmenin gözünde zayıf gösteriyor. Ve zayıf bulduğum bir ihtimal de olsa eğer söz konusu anayasa değişiklik teklifi için önce meclise getirilmesini önleyecek güçlü bir kitlesel muhalefete ihtiyacımız olduğunu hatırlayalım. Ve bununla birlikte partili muhalefetin kitlesel muhalefetle, kadın hareketi ve LGBTİ+ örgütleriyle ortaklaşmasıyla bu tehlikeyi aşmanın mümkün olacağını unutmayalım. Tabii ki bu tehlikeyi atlatmanın kazandıracağı toplumsal moral ve muhalefete aşılayacağı güce paha biçilemez.
Berrin Sönmez Kimdir?
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.
Soyadı eşitliği yerine yeni ayrımcılık katmanı getiremezsiniz 27 Eylül 2024
Narin’i saygıyla uğurlayamadık bari hakkını layıkıyla arayalım 20 Eylül 2024
İktidar teğmenleri tehdit ile özgüven kazanamaz 13 Eylül 2024
İstanbul Sözleşmesi’nden BRICS’e: Eksen meselesi 06 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI