YAZARLAR

Erdoğan’ın vaat ettiği cennet: Güvensiz şerit

Yanlışı yanlışla düzeltmek beyhude. Türkiye savaşın sürmesini sağlayan rolüne son vermedikçe ve Suriye ile normalleşmedikçe geri dönüş planları kandırmacadan öteye geçemez. 

Malum Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Suriye’nin kuzeyine yeni askerî harekât için ayartıcı gerekçeler sunuyor: Terörü bertaraf etmenin yanı sıra sığınmacılar için güvenli alan. 

2019’da ilk etapta 2 milyon sığınmacıyı 32 kilometre derinliğindeki şeride tıkma hedefini BM Genel Kurulu’nda dünya aleme duyurmuştu. İkinci etapta kontrol hattı Fırat Nehri boyunca Rakka ve Deyr el Zor’a kadar inerse, dönen sığınmacı sayısı 3 milyona çıkabilirdi. Suriye’nin yasal temsilcisi Beşar el Caferi eli çenesinde öylesine dinliyordu. Erdoğan’ın elinde bir harita, kızılından kalın bir çizgi, sınır niyetine, “Gözüm burada” dercesine. Güvenli bölge, önce M-4 hattı, sonra Fırat boyu; altında petrol, doğalgaz; üstünde arpa-buğday. Rüyalar katman katman! 
Üç yıl sonra insaf buyurup Türkiye sınırı ile M-4 arasındaki bölgeye tıkılacak sığınmacı sayısını 1 milyona indirdi. Seçime kadar makul bir hedef!

ALDATAN RAKAMLAR VE ÜÇ BEŞ SORU

Erdoğan ve kabinesi Fırat Kalkanı Harekâtı bölgesine döndürülen sığınmacı sayısını da 500 bin olarak veriyor. Fırat Kalkanı bölgesinin doğal nüfusunun 300-350 bin civarında olduğu tahmin edildiğinden bu 500 binin nereye, nasıl, ne zaman yerleştirildiğine dair sorular askıya çıkıyor. Bu rakam maksimum 80-100 bin olabilir mi, sığınmacılar meselesine vâkıf kaynaklar öyle diyor da.
Ha, Heyet Tahrir el Şam’ın (HTŞ) patron olduğu İdlib’deki briket konutlarsa mesele, onların işlevi Suriye’den Türkiye sınırına yığılmayı önlemek değil miydi? Bir nevi AFAD ve Kızılay’ın öncülüğünde İslamcı yardım örgütlerinin dahliyle çadır kentleri briket kentlere dönüştürme ameliyesi. Sahi oralara Türkiye’deki sığınmacılardan kaçı yerleştirildi? Bu evlere yerleşmede, Suriye Milli Ordusu (SMO) çatısı altında şeklen toplanan Türkiye destekli milis ordularının milisleri öncelikli. Bunu kendileri söylüyor. 

Daha önemlisi bu briket kentler sürdürülebilir bir yaşam sunuyor mu? Altyapı nicedir? Enerjisi, suyu, kanalizasyonu? Ya geçim kaynakları? Uluslararası insani yardım kesilirse buraların hali harap mıdır? Kalıcı olabilirler mi? Evet demek insanı aldatır. Çadır kentler yerine briket kentler inşa etmek yaşam inşa etmek değil ki! 

GÜVENLİ BÖLGELER GÜVENLİ Mİ?

Erdoğan bir yandan içeride sığınmacı sorununun artan baskısı karşısında çözüm aradığı izlenimi veriyor. Diğer yandan Suriye’deki planlarına destek bulmak için Avrupa’nın göç korkusunu kullanıyor. Askıda bekleyen bir soru daha. Fırat Kalkanı, Barış Pınarı ve Zeytin Dalı harekâtlarıyla kontrol edilen bölgelerden kaçanların ne kadarı kendi evlerine dönebildi? Buralar ne denli güvenli olabildi ki yeni bir askerî harekâtla el değiştirecek bölgeler güvenli olabilsin? 

Hakikat şu ki Afrin, Tel Ebyad (Grê Sipî) ve Ras’ul Ayn’dan (Serê Kaniyê) kaçanlar bile geri dönmedi, dönemedi. Çünkü buralara yerleştirilen SMO milislerinin derdi günü yağma, mala-mülke çökme, tehdit, kaçırma, şantaj, fidye, işkence ve öldürme. Ayrıca bölüşüm kavgasıyla kendi aralarında da savaşıp duruyorlar. 
Sözgelimi sadece mayıs ayında Barış Pınarı bölgesindeki barışçıl iklime dair Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin (SİHG) raporlarından birkaç örnek vereyim:

4 Mayıs’ta Ras’ul Ayn’ın El Ruvaye köyünde sınırdaki kaçakçılık üzerine anlaşmazlık yüzünden Ahrar el Şarkiye grubu ile askerî polis arasında çatışma çıktı. İki taraftan birer kişi öldü. 

9 Mayıs’ta Ras’ul Ayn’da Sultan Murad Bölüğü’nün kendi adamları arasında yasadışı hapların paylaşımı konusunda çıkan kavgada bir kişi yaralandı. 

18 Mayıs’ta Ras’ul Ayn’da askerî polis ile sivil polis arasındaki çatışmada üç polis ölürken dördü yaralandı. Ayrıca bir çocuk öldü. 

25 Mayıs’ta Mavali aşireti ile bağlantılı Hamza Tugayı ile Akidat aşireti ile bağlantılı Ahrar el Şarkiye arasındaki çatışmalarda 4 kişi öldü, 11 kişi yaralandı. 

Türkiye’nin Afrin’e yerleştirdiği muhalif güçler arasında çatışmalar bitmiyor. Bölgeden gelen fidye için adam kaçırma, gasp, hırsızlık, yerin altında ve üstünde yağma haberlerinin ardı arkası kesilmiyor. Son iki olay: 14 Mayıs’ta Raco’ya bağlı Kavanda köyünde alıkonulan (kaçırılan) üç sivil, ikişer bin lira ile bırakıldı. Fail ‘sivil polis.’ Yani Türkiye’nin polislik yapsınlar diye diktiği adamlar. 
22 Mayıs’ta Raco’da bir sivil daha kaçırıldı. 

Afrin’de günlük rutin böyle; gözaltına al, eski özerk yönetimle çalışmakla suçla, bırakmak için ailesinden fidye iste. 2000 lira, 3000 lira, ne koparsa… Fırat Kalkanı ile tutulan El Bab, Cerablus ve El Rai üçgenindeki durum da farksız. Oradan da son gelen haberi paylaşayım: El Bab’a bağlı Amiye’de haraç vermeyen motosiklet tamircisi Cephet’üş Şamiye milislerince darp edildi. Azez’de polisler Hama kırsalından kaçarak gelmiş bir iç göçmenin arabasına el koyup sattı. Gözaltına alınan şahsın bırakılması için ailesinden 3 bin lira istendi. Para gelmeyince adama işkence yapıldı. 

20 Mayıs’ta Mutasım Billah Tugayı, Marea’da Afrin’den Menbic’e gitmekte olan bir Kürt sivili alıkoydu, bırakılması için ailesinden fidye istedi. Vakıadan bolu vakıa. 

GÜVENLİĞİN MANTIĞI VE ERDOĞAN'A PROTESTO

Sığınmacılar için Fırat Kalkanı güvenli bölge olacak ya bir süreden beri El Bab tarafında Suriye ordusuyla Türkiye destekli güçleri birbirinden ayıran hendek kazılıyor. 4 metre derinliğinde, 6 metre genişliğinde, gerisinde bir o kadar yükselen siper. El Bab’ın doğusunda Sukarya’dan başlayıp Halep-Haseke otoyolu boyunca Tadif’e kadar ulaşmış.

Erdoğan’ın huzura kavuşturduğu Suriyeliler huzursuz. Arazileri bölünüyor; Filistin manzaraları! 

Halk 13 Mayıs’ta Tadif’te gösteriye başladı, oturma eylemi düzenledi. “Kazmayı durdurun” diyorlar. Bölgedeki gazetecilere göre hendek hükümet güçlerinin bulunduğu bölgeye 1 kilometre mesafeden geçiyor ve aradaki arazileri ulaşılamaz hale getiriyor. İleri gelenler Türk askerî üssüne gitmiş, toplantı yapılmış, kendilerine güvenli bölgenin güvenliği için gerekli olduğu söylenmiş. “Plan değişmeyecek” denmiş. 

Türkiye’nin güdümündeki silahlı gruplar yeni askerî harekât konusunda hazırlıklara iştirak etse de 1 milyon sığınmacının bu bölgeye taşınması fikri muhaliflere de ters. Misal 27 Mayıs’ta Sarmin’de bir gösteri vardı. ÖSO’nun bayraklarıyla Erdoğan’ı protesto ettiler. Halbuki düne kadar Erdoğan içindi gösteriler. Herkes günün birinde kendi yerine yerleşmek istiyor. Bir başkasının toprağına çökmek sonsuz husumetlerle yüzleşmek demek. Muhalifler 1 milyon sığınmacıyı döndürme hedefini eleştirirken bunun sorunları çekilmez hale getireceğini, karmaşayı büyüteceğini, insanlar arasında düşmanlıklara yol açacağını düşünüyor. 

DÖNMEK İSTİYORUZ AMA KENDİ EVİMİZE

Erdoğan’ın kafasındaki 32 km derinliğindeki haritayı tamamlamak için hedefteki yerlerin listesi uzun: Tel Rıfat, Menbic, Kobani, Amude, Dirbesiye, Kamışlı, Kâhtaniye, Derik ve Rimelan… M-4 yolunun tam temizlenmesi için Ayn İsa ve Tel Temir de aradan çıkartılacak. 

Her bir müdahale bölge sakinlerinin önemli bir kısmını da göçe zorluyor. Bu konuda İdlib’de bir gazeteci şunu söylüyor: “Türkiye sadece ulusal güvenliğini savunma bahanesiyle daha fazla bölgeyi ilhak etmeye çalışıyor. Operasyon kamplardaki yüzbinlerce yerinden olmuş insanın çıkarına değildir. İnsanlar yerlerinden edilecek, insanlara ait mülklere değil rejimin kontrolündeki köy ve kasabalarda kendi evlerine dönmek istiyor. Diğer masum Suriyelilerin pahasına belli bir bölgeye Suriye halkını yerleştirmenin mantığı yok.” 

Bunun Kürtleri göçertip yerlerine Arapları yerleştirme planı olduğunu açıkça söyleyenler de var. Ve bunun kabul edilemez olduğunu… 

ÇIKIŞ NEREDE?

Erdoğan’ın yaklaşım tarzı ve sahadaki icraatları niyetinin M-4 yolunun üzerinde kalıcı bir hakimiyet kurmak olduğunu düşündürtüyor. Ki kimi kaynakların iddiasına göre istihbarat düzeyindeki görüşmelerde iki ülke barışırsa 30-32 kilometrelik şeritte daimi operasyonel yetki isteniyor. Bir nevi 1998 Adana Mutabakatı’nın gizli maddesi olduğu iddia edilen 5 kilometrelik alanda operasyon hakkına “Yeni Osmanlı” ruhuyla üflüyor. (Bu arada Adana Mutabakatı’nın 5 maddelik metninde Türkiye’nin 5 kilometre içeriye girebileceğine dair bir hüküm yok. Bu kısmın mutabakatın dördüncü ekinde geçtiği öne sürülüyor. Mutabakat anlaşma niteliği de kazanmadı.) 

Suriye’nin askerî harekâtlara ve güvenli bölge kurma planlarına razı gelmediğini, bunu yasadışı işgal ve sömürgeciliğin dönüşü olarak gördüğünü de not edelim. Erdoğan’ın Suriye politikası çöktü, bunun istenmeyen sonuçlarıyla yüzleşmek için geliştirilen politikalar da çıkmazda. Yanlışı yanlışla düzeltmek beyhude. Türkiye savaşın sürmesini sağlayan rolüne son vermedikçe ve Suriye ile normalleşmedikçe geri dönüş planları kandırmacadan öteye geçemez. 11 yılın rezil politikalarından kurtulmak bütün bu saçmalıklarla uğraşmaktan daha mı zor?


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.