YAZARLAR

Erdoğan karşıtlığı yanlış mı?

Evet iktidar seçmeni açısından hala ana taşıyıcı Erdoğan. Fakat bu döngüyü kıracak olan, sözleri ve temsiliyeti açısından değil yaptıkları ve neden olduklarıyla tarif edilecek bir Erdoğan karşıtlığı.

Son yılların en dayanıklı gündem maddesi, Peker videoları. Haftalardır birincilik sırasını kaptırmadan devam ediyor. İlginin düşmeyip giderek arttığı seri, çok yüksek izlenme oranları yakalıyor. Açtığı tartışmalar ve artçı şoklar, saçak saçak çeşitli alanlara yayılmaya devam ediyor. Bu yüksek ilginin yanında, yarattığı sonuçlar, açtığı tartışmalar açısından da çok etkili olmaya devam ediyor. Üstelik, iktidar tarafından yayılan kulislere inanırsak bizzat Erdoğan tarafından “ilgilenmeyin” talimatı verilmiş olmasına, muhalefet aktörlerinin (ana akım) son derece mesafeli tutumlarına rağmen oluyor bunlar. Daha önce Susurluk’ta olduğu gibi yoğun bir medya ilgisi ve kurumsal müdahalelerden eser olmamasının negatif etkisini de not etmek gerekir.

Bu gündem içinde ortaya saçılan bilgiler, açığa çıkan ilişkiler, dehşetli gerçekler, kuyruklu yalanlar, karanlıkta kalanlar, gözümüzün önünde olup bitenler tekrar tekrar tartışılıyor. Herkesin bildiği sırlar, özel çabalarla sokuldukları zarfların dışına, uzak tutulduğu bağlamların içine sızarak yeniden konuşuluyor. Kurulan, bozulan ilişkilerin sadece bizim görebildiğimiz yüzünün değil, kendi aralarındaki bağların da ne kadar karanlık olduğu, ruh gibi yakın olduğu düşünülenlerin nasıl gözlerini kırpmadan birbirini kandırabildiğini, harcayabildiğini seyrediyoruz. Bu yüzden video gündeminin en kalıcı etkileri ilişkiler zemininde ortaya çıkıyor, galiba böyle devam edecek. Bütün bu karmaşık ve sorunlu ilişkiler trafiğinin merkezinde ise Erdoğan var.

Sedat Peker, daha ilk videosundan -hatta son seriden daha öncekilerden- itibaren, çemberin merkezinde kimin olduğunu hep işaret etti. Ona yüklediği merkezi rol, ayrıcalıklı konum, daha sonra anlattığı bütün hikayelerle çemberin Erdoğan etrafında giderek daralmasına yol açtı. Peker’in tetiklediği, iktidar içi çok taraflı güç mücadeleleri alenileştikçe hemen herkes bu sarmala dahil olmaya başladı. Erdoğan’dan kendisini arkalamasını isteyenler, Erdoğan’ı kendisinin koruduğunu-kurtardığını iddia edenler, birbirlerini Erdoğan’a kurulan kumpasın parçası olarak suçlayanlar, açıktan minnet duyanlar, örtülü sitem yollayanlar koptu geldi. Erdoğan, iddia edildiği gibi “ilgisiz kalın” diye bir talimat verdi mi bilmiyoruz ama kendisinin çok sınırlı bir ilişki kurduğu da açık.

Sorun adresi olarak hep başkaları gösterilse bile çözüm merkezi diye işaretlenen Erdoğan, çemberin merkezinde giderek daha fazla sıkışıyor. Peker bir sonraki videoya randevu verdi ama son yayınındaki iki meseleyle bunun altını kalınca çizdi. Herkesin bildiği sır haline gelen Suriye’ye giden silahlar olayında, doğrudan Erdoğan ile ilişkili Sadat’ın, Beştepe bürokratlarının ve ailenin etkisi artık bir ima olmayıp çok açık bir bilgi olarak ortaya konuyordu. Suriye meselesinin gölgesinde kalan diğer örnek Libya ise daha da çarpıcıydı aslında. Peker, Libya Hükümetinin önüne konulan müteahhitler listesini kimin belirlediğini açıkça ifade etti. Bu iki olay, uluslararası sonuçları olan hamasetin arkasındaki çıkar çarkını ama daha önemlisi onun merkezini gösteriyordu.

Bir süredir muhalefetin başarılı ataklarında öne çıkan bütün başlıklar da doğrudan Erdoğan’ı işaret ediyor. Mesela “128 Milyar nerede” kampanyasının sorusu, herkesin doğru biçimde algıladığı gibi, Erdoğan’a soruluyordu. Erdoğan, Merkez Bankası rezervlerinin eritilmesi kararından, ya verdiği talimatlarla ya da ne yaptığını takip etmediği damadı dolayısıyla sorumlu tutulduğu için o pankartlar indirildi. Herkes bu sorunun önünde ve arkasında “damat nerede” dendiğinin de farkında. “Deprem paraları nerede”, “aşı nerede” sorularında olduğu gibi. Ancak daha önemlisi, anketlerde çeşitli sorun başlıklarıyla ilgili Erdoğan’ın giderek daha çok sorumlu tutuluyor olması. Bu işaret, sadece Erdoğan’a kesinlikle oy vermeyecekler sayısının artıp, rakiplerinin birer birer onu geçiyor olmasından değil, sorunların ağırlıkları, nedenleri ve çözüm umudu seviyelerinden.

Erdoğan uzunca bir süredir, doğrudan kendisini sıkıştırabilecek sorunlara, onunla bağı gayet açık olan pek çok meseleye, hayli mesafeli duruyor veya çok geç devreye giriyor. Yerel seçimden sonraki süreçte, bu şaşırtıcı durum çok belirgin hale geldi. Çok çeşitli spekülasyonlara neden olmakla birlikte bunun bir inisiyatif kaybının sonucu olduğunu hiç düşünmüyorum. Çünkü bu kadar uzun bir süre böyle bir sürüklenme ne Erdoğan’ın fıtratına ne bu iktidarın yapısına uygun. En çarpıcı örneklerden biri, damadını görevden affetmesinin ardından haftalarca konuşmamış olması. Salgın yönetiminden ekonomik kriz gündemine, dış politikada anormal manevralardan reform iddialarına kadar iğneli meselelerde Erdoğan, önceden görülmemiş suskunluk evreleri geçirdi.

2018 seçimi geçildikten sonra, ekonomi ve dış politika konjonktürünün -derinliği ve takvimi belirsiz- sıkıntılı bir süreç yaratacağı kesinleşti. (Hatta seçmene karşı bir tür şantaj gibi kullanılmıştı ve kısmi bir katkısı olmuştu) Bu nedenle 2023 hedefli strateji, iktidarın taşıyıcı unsurlarını, kaçınılmaz olan hasardan koruyacak önlemlerle şekillendirildi. Beka söylemine yaslanan saldırgan savunma ve güç konsolidasyonu yanında, siyasal destekte kritik öneme sahip Erdoğan’ın da derinleşecek sorunlardan uzakta tutulması önemliydi. Ancak bütün göstergeler, saklanamayan sorunlar ve açığa çıkan krizler, bu stratejinin pek işlemediğini gösteriyor.

Şimdi bu göstergeler çerçevesinde, muhalefetin uzun zamandır “yararsız” bulduğu ve uzak durduğu “Erdoğan karşıtlığı” meselesini yeniden değerlendirmeye alması gerekir. “Erdoğan karşıtlığı seçmeni etkilemiyor” görüşü, pek çok uzman tarafından ileri sürülen haklı bir eleştiri. İki ana argümana dayandırılıyor: Bir, kimlik politikası ve kutuplaşmayı besleyerek siyasal kilitlenmeye yol açıyor. İki, iktidar alternatifi olmak için, ne yapacağınızı söylememiş, negatif siyaset yapmış oluyorsunuz. Ancak bu eleştiriler, “karşıtlığın” nasıl bir içerikle ele alındığıyla ilgili. Eğer bir liderin temsil ettiği şeyi, kendi iddiasındaki bir kimlikle değil, yaptıkları ve neden olduklarıyla tarif edebilirseniz, “karşıtlık” başka bir anlam kazanır. Hem kutuplaşmayı kırar, hem geleceğe konuşur.

Dünyada uzun süredir devam eden sağ popülist liderler belasına karşı doğru strateji hakkında, geniş ve hala tamamlanmamış bir tartışma sürüyor. En yakın örneklerden birini Trump ile ABD’de gördük. Şimdi Macaristan, Polonya, Brezilya ve hatta İsrail’de daha farklı versiyonlarını izliyoruz. Bazıları başarı kazanmış, bazıları başarı ihtimalini büyütmüş bu örneklerde, iktidardaki liderleri doğrudan merkeze koyan karşıtlık, güçlü bir yapıştırıcıya dönüşüyor. İktidardaki ayarsız sağcı liderlerin popülist demagojisi, yaptıkları, neden oldukları ve yapabilecekleri gösterilerek boşa çıkartılmaya çalışılıyor. Kimlik anahtarları kullanarak kalabalıkları tutsak alan bu liderlerle, kendi iddialarının tam tersi şeyleri temsil ettikleri söylenerek daha kişiselleşen bir mücadele deneniyor.

Negatif siyasetten kaçınmanın ve sorunlara cevap olarak neler yapılacağını anlatmanın etkili bir yolu, iktidarların yaptıklarıyla temsil ettiklerinin doğrudan karşısında yer almak olabilir. Bir siyasi hareketi veya lideri, yaptıklarıyla etiketleyerek karşıya almak, hem onun sembol kalkanlarını zayıflatıyor hem de sizin tersini yapma iddianızı güçlendiriyor. Bu anlamda, DEVA ve Gelecek Partileri’nin, iktidar seçmeninde ciddi gevşemeye rağmen hala ivme almamış olmasını, Erdoğan’ın yaptıkları hakkında açık bir eleştiri kuramamış olmasına bağlamak mümkün. Erdoğan için “bizi dinlerken iyiydi” demekten ileri gidilemeyince, iktidarın içindeki çekişmeden yenik çıkmış bir odak olarak kalınıyor.

Özetle, kendiliğinden gelişen ve muhalefeti de kendisine çağıran, güçlü bir Erdoğan karşıtlığı gelişiyor. Uzun süre üzerinde taşıdığı teflon tabakanın artık iyice inceldiği, döküldüğü görülüyor. Evet iktidar seçmeni açısından hala ana taşıyıcı Erdoğan, tek başına çok geniş bir kalabalığı temsil yeteneğine sahip. Kimlik sayımını zorlayabildiği sürece tek başına en güçlü aktör. Fakat bu döngüyü kıracak olan, sözleri ve temsiliyeti açısından değil yaptıkları ve neden olduklarıyla tarif edilecek bir Erdoğan karşıtlığı. Eskiden karşısına yerleştirilen hiçbir rakip yakınına bile gelemezken, şimdi karşısına kim konulsa onu geçebiliyor olması, kendiliğinden gelişen bu karşıtlıktan olabilir.


Kemal Can Kimdir?

1964 yılında Düzce’de doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1986’da mezun oldu. 1984’de Gençlik ve Toplum dergisinde yazdı. 1986-87’de Yeni Gündem dergisinde 1987-90 döneminde Nokta dergisinde, 1990 yılında Sabah gazetesinde gazetecilik yaptı. 1993’de EP (Ekonomi Politika) dergisinde 1994’de Ekonomist dergisinde çalıştı. Yine aynı yıl Express dergisini çıkartan ekipte yer aldı. 1997 – 1999 döneminde Milliyet gazetesine yazı dizileri hazırladı. 1998’de Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1999 yılında Artı Haber dergisinde çalıştı. Birikim dergisinde yazıları yayınlandı. 1999 yılında CNNTÜRK’te çalışmaya başlayarak televizyon gazeteciliğine geçti. 2000 yılından itibaren çalışmaya başladığı NTV’de sırasıyla politika danışmanlığı, editörlük, haber koordinatörlüğü ve genel müdür yardımcılığı görevlerinde bulundu. 2013 yılından itibaren kapatılana kadar İMC TV yayın danışmanlığını yaptı. Yazdığı ve yazar ekibinde yer aldığı kitaplar: Devlet Ocak Dergah (İletişim Yayınları 1991), Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik (İletişim Yayınları 2001), Türkiye Savaşın Neresinde (Metis Yayınları 2001), Homopolitikus Lider Biyografilerindeki Türkiye (Aykırı Yayınları 2001), Devlet ve Kuzgun (İletişim Yayınları 2004), Yoksulluk Halleri (İletişim Yayınları 2007).