Enerjide kaos: Döndük dolaştık kömüre geldik

Evrensel yazarı Bahadır Özgür, maden faciasına hükümetin enerji politikalarının sebep olduğunu belirtti, "Bir işçinin ölümü; hepimizi bekleyen ‘yavaş’ ölümün habercisi" diye yazdı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR- Evrensel yazarı Bahadır Özgür, Amasra maden faciasına Türkiye'nin enerji politikaları ve iklim krizi çerçevesinde bakmak gerektiğini yazdı.

İktidarın enerji politikasının tam bir kaos olduğunu ifade eden Özgür, HES'lerin, zeytinliklerin maden sahasına çevrilmesinin, enerji sektöründeki taşeronlaşmanın Amasra faciasının taşlarını döşediğini belirtti, "Yeraltında işçi ölüyor; yerüstünde doğa, tarım, sular, ormanlar, zeytinlikler. Termik santralların saçtığı zehirle gelen ‘yavaş ölüm’ ile madenlerdeki ‘hızlı ölüm’, aynı cinayet konseptinin ürünleri yani" diye yazdı. 

Bahadır Özgür'ün "Bu enerji kaosu daha çok can alır" başlıklı yazısı şöyle: 

"Türkiye’nin enerji politikasının algoritması belli: Kamuyu çökert-kaynakları sermayeye transfer et-şirketlere kâr garantisi sağla! Özellikle son 20 yıl için söylenecek çok şey var. Ne ihtiyaca göre plan, ne kamu çıkarı, ne geleceğe dönük bir öngörü, ne de bağımlılığı azaltmak hak getire. Sadece ve sadece ekonomik büyümeyi merkezine alan bir enerji politikası hüküm sürüyor. İşte kömür madenciliği de bu büyük makinenin içinde kritik konumda.

Özal’la başlayan süreç AKP eliyle nihayete erdirilerek, kamunun kömür madenciliği neredeyse bitirildi. Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) yatırım yapılmayan, rezerv alanlarını taşeronlara ihale eden bir kurum artık. 2010’da 1,7 milyon tonluk üretimi 2021’de 800 binlere indi. 2002’de 18 bin olan işçi sayısı bugün 7 bin civarında. Teknik elemanı da mühendisi de yeteriz. Sayıştay özellikle vurguluyor bunu. Zira üretimdeki azalışa rağmen bir kişi, 3-4 kişinin iş yükünü taşıyor ve tehlikeleri tespit edip tedbir alacak kadro yok. Yönetimin yeterliliğini ise AKP iktidarında sorgulamıyoruz bile. Amasra’daki cinayetin yolu böyle döşendi.

Soma’daki katliam ise AKP’nin iştahla yürüttüğü taşeronlaştırmanın sonucuydu. 2004’te kamuya da giren taşeronlaştırma, 2019’da ‘daha ucuza, daha fazla üretim’ ilkesine dayalı rödovans sistemini pekiştirip bir kölelik düzeni inşa edildi. Vahşi madenciliğin kapısını sonuna kadar açtılar. Mantar gibi şirket türedi. Bunların yüzde 65’i mikro işletmeler. Yine de onca vahşiliğe rağmen özel sektörün 2010’larda 880 bin ton üretimi, 2021’de 360 bin tonlara geriledi. Az, ucuz, güvencesiz emek gücüyle artırılmaya çalışılan üretimin sonucu da maden kazalarındaki artış oldu zaten.

Buraya kadarki tablonun özeti şu: Yatırım ambargosu, özelleştirme ve taşeronlaştırmayla kamuyu çökertme. Aynı anda eldeki kömür rantını yandaş, türevi ve bazı büyük şirketlere pay etme. Bir şeyi daha ekleyelim buraya. O da ithal kömür lobisi. Kömür ithalatı 21,3 milyondan 11 yılda istikrarlı artışla 36,1 milyon tona fırladı. Termal taşkömüründe ithalat tam 31,7 milyon ton. 30 milyon tonu Kolombiya ile Rusya’dan geliyor. Yani ‘yerli milli’ hikâyesi altında buralarla iş yapan ithal kömür lobisi, AKP döneminde ihya edildi.

Çünkü bir başka alandaki özelleştirmenin sonucu, ithalatı mecbur kılıyordu. 2014’te özelleştirilen 9 termik santral kömürle çalışıyor. Kamunun özellikle çevresel etkiler nedeniyle teknolojik yenileme için bütçeden yüz milyonlarca lira aktardığı bir dönemde satılan santrallara anında 2020’ye kadar ‘çevre muafiyeti’ tanındı.

Yerli üretim bitirildiği için de ithalata yüklenildi. Bunun gerekçesi olarak enerjinin adım adım kömürden tamamen çıkarılıp çeşitlendirilmesi gösterildi. Böylesine çelişen kömür politikasının sebebi elektrik üretiminin plansız, programsız, tamamen sermayenin birikimine endeksli biçimde anarşik bir yapıya dönüştürülmesi aslında. Nasıl mı?

Mevcut tabloyu özetleyelim: Elektrik üretiminin yüzde 31,4’ü hidroelektrik, yüzde 28,6’sı doğalgaz, yüzde 22,4’ü de kömürden sağlanıyor. Kalanı yenilenebilir kaynaklar. Görünüşte bir çeşitlilik olsa da bunun adı enerjide kaostur. Doğalgaza yönelim AKP’nin siyasi rant hevesiyle birleşince, ilçelere kadar doğalgaz götürülüp Türkiye ısınmada elinde olmayan bir kaynağa bağımlı kılındı. Elektrik üretiminde hızla payı artırıldı. Rusya ve İran’la imzalanan ‘ödeme garantili’ sözleşmelerin nasıl milyarlarca doları yurtdışına transfer eden zorunlu bir ilişkiye dönüştüğünü, bugün daha iyi görüyoruz.

DÖNDÜK DOLAŞTIK YİNE KÖMÜRE GELDİK

Bundan kurtulma gerekçesiyle HES furyasına başladılar. İnşaatla beraber yandaşlık ilişkisinin en sağlam kalelerinden olan HES’lerin sonuçlarını da iyi biliyoruz. Oluk oluk akan kamu kaynakları, Karadeniz’de derelerin kuruması ve rantın doğada açtığı yaraların hesabının sellerle insan yaşamına kesilmesi… Ardından yenilenebilir kaynaklara yönelim… Kağıt üzerinde mantıklı duran girişim, teşvik mekanizmasına devasa HES’lerin dâhil edilmesiyle yeni bir kaynak aktarımına evrildi. Plansız, programsız enerji politikasına tarım arazilerini, yeraltı sularını talan eden; köylünün toprağını jandarma dayağıyla elinden alan bir halka daha eklendi, o kadar. Tabii enerjide halkaya bir de nükleeri eklediler ki, neresinden baksanız yeni felaketlerin habercisi.

Peki, bütün bu 20 yıllık hikâyenin sonunda elde ne var? Elektrik fiyatları düşmediği gibi arz güvenliği de büyüyor. Bağımlılık azalmadığı gibi özel elektrik üretimini ayakta tutmak için kamudan aktarılan milyarlarca doların sebep olduğu ekonomik çöküntü halkın belini büküyor. Yeraltında işçi ölüyor; yerüstünde doğa, tarım, sular, ormanlar, zeytinlikler. Termik santralların saçtığı zehirle gelen ‘yavaş ölüm’ ile madenlerdeki ‘hızlı ölüm’, aynı cinayet konseptinin ürünleri yani. Bu döngüde kazanan tek kesim, kamusal kaynakların transfer edilerek enerjiyi de birikimlerinin en önemli parçası haline getiren, kâr marjlarının güvencesi için her şeyin yapıldığı sermaye.

Ortada bir enerji politikası olmadığını gösteren nihai adım, dönüp dolaşıp kömüre dayalı elektrik üretiminin artırılmasına karar verilmesi. Pandemi ve krizin üzerine savaşın küresel koşulları değiştirmesi; içeride cari açık, rezervin tükenmesi, geçmişe oranla enerjide daha vahşileşmiş bir yönelimi dayatıyor. Yeni termik santral yatırımları peş peşe devreye alınıyor. Mevcutların ihtiyacı artıyor ve maliyet nedeniyle kendi kömürlerini çıkarmak istiyorlar. Mesela; Amasra’nın yanı başına Eren Holding’in kurduğu en büyük termik santralın yakıtı nereden gelecek? Erdoğan’ın açıklamaları, yeni teşvikler, zeytin ve çevre koruma yasalarına yönelik saldırılar bundan işte.

Kamunun çökertildiği, hesap verebilirliğin, denetimin, sorumluluğun ilga edildiği; şirket çıkarının üstün tutulduğu bir süreçte enerji politikalarındaki kaos, her birimizi Bartın’daki cinayetin parçası kılıyor. Bir işçinin ölümü; dağıyla, kuşuyla, ağacı ve ırmağıyla beraber, hepimizi bekleyen ‘yavaş’ ölümün habercisi oluyor." (YAZININ TAMAMI)