EMEP'ten seçim değerlendirmesi: İttifak bileşenlerinin potansiyellerine uygun bir çalışma yürütülmedi
EMEP, seçimlere yönelik açıkladığı 15 maddelik değerlendirmede, "İttifak seçim platformuna uygun bir seçim kampanyası yürütülememiş; EÖİ halk kitlelerinden beklenen oranda destek alamamıştır" denildi.
DUVAR - Emek Partisi, 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimleriyle ilgili Genel Yönetim Kurulu tarafından hazırlanan 15 maddelik bir değerlendirme paylaştı.
Açıklamada seçimlerin iktidar için zafer, muhalefet için hezimet şeklinde yorumlanamayacağı belirtilirken Emek ve Özgürlük İttifakı'nın oy kaybıyla ilgili de, "EÖİ ve aralarında farklılıklar olmakla birlikte bileşenlerinin potansiyellerine uygun bir çalışma yürütülmediği de bir gerçektir. Kısaca seçimlerde ittifak seçim platformuna uygun etkili bir seçim kampanyası yürütülememiş; EÖİ halk kitlelerinden beklenen oranda destek alamamıştır" denildi.
Değerlendirme metninin tamamı şöyle:
"1- 14- 28 Mayıs tarihlerinde gerçekleşen parlamento ve Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimleri, uluslararası gözlemci kurumların raporlarında da yer aldığı üzere eşitsiz, baskıcı ve adil olmayan koşullarda yapılmış seçimlerden biri olarak ülkemizin siyasal tarihine geçti.
2- Vali, kaymakam, “kolluk” ve “güvenlik güçleri” gibi devlet memurlarının seçmen tercihlerine yönelik fiili müdahaleleri dahil iktidar partisinin devletin bütün imkanlarını yasalara aykırı biçimde seferber etmesine karşın 14 Mayıs parlamento seçimlerindeki kitle desteği bir önceki seçimlere göre %7 oranında azalmıştır.
3- İkinci turda sonuçlanan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasındaki oy farkı 2 milyon 329 bin 865’tir. Bu farkın 2 milyonluk bölümünün yuvarlak hesaplamayla (Konya 600.000, Kayseri 400.000, Sivas 300.000, Kahramanmaraş 300.000 ve yurt dışı 400.000 olmak üzere) 5 merkezden sağlanmış olması; aradaki farkın tarihsel olarak siyasal İslamcı tarikatlar başta olmak üzere gerici akımların etkili olduğu bölgelerden kaynaklandığını göstermektedir.
4- AKP güç kaybetmekle birlikte, Erdoğan ve Cumhur İttifakı mevcut durumunu korumuştur. Cumhur İttifakı 321 milletvekiliyle meclis salt çoğunluğunu elde ederken, Erdoğan bir önceki seçimde aldığı oy oranını koruyarak Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmıştır. Bu tablo ittifaklar arası oy kaymalarının yaşandığını ve/fakat AKP’den eksilen oyların büyük ölçüde MHP ve YRP’ye kaymak suretiyle ittifak içinde kaldığına işaret etmektedir.
5- Hayat pahalılığının, toplumsal yoksullaşmanın, açlık ve sefaletin, kadın cinayetlerinin, cinsiyet ayrımcılığının, toplumsal homofobinin her geçen gün daha da arttığı, ahlaki yozlaşma ve çürümenin toplumun en küçük hücrelerine kadar sirayet ettiği, ezilen ulus, inanç ve kesimler üzerindeki baskı, inkâr ve yok sayma tutumunun sürdürüldüğü, her türlü ekonomik, sosyal, siyasal hak arayışının zorla baskılanmak istendiği somut koşullarda bütün bunların sorumlusu olan Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın seçimlerden mevcut statükoyu koruyarak çıkması; ezilen ve sömürülen kitlelerin yaşadığı hoşnutsuzluğa rağmen iktidar alternatiflerine yeterince güven duymadıklarını göstermektedir.
6- Bununla beraber AKP’nin %7 oranında oy kaybettiği seçimleri tek adam yönetimi için “zafer”, muhalefet için ise “ağır yenilgi, hezimet” gibi kavramlarla ya da saptamalarla ifade etmek doğru değildir. Erdoğan ve ortaklarının siyasal iktidarı ne kadar süreyle elde tutabilecekleri belli değildir. Arkasındaki tekelci güçlerin çıkarlarını ve seçimleri kazanmayı önceleyen ekonomik politika sürdürülemez bir noktaya gelmiştir. Atacağı adımlardan bağımsız olarak ülkenin yarısını her koşulda karşısında bulacak bir iktidar olduğu/olacağı seçimlerde bir kere daha ortaya çıkmıştır. Uluslararası koşullar da emperyalizme bağımlılığın etkisiyle giderek daha zorlayıcı yönde ağırlaşmaktadır. Rusya - Ukrayna savaşı, Ortadoğu ve Suriye’deki gelişmeler, NATO’nun genişleme politikasının getirdiği baskı, Libya, Doğu Akdeniz bölgesindeki sorunlardaki düğümlenme vb. dış politikada manevra alanını iyice daraltmış bulunmaktadır.
7- Nitekim seçim sonuçlarının netleşmesi ve yeni kabinenin kurulmasıyla birlikte, TL hızla değer kaybetmeye başlarken zamlar hız kesmeden art arda gelmeye devam ediyor.
Ülkenin bir döviz dar boğazında olduğu, faizlerin arttırılacağı, eskisi gibi düşük faizlerle kredi bulmanın sona ereceği, giderek düşen ekonomik büyümenin önümüzdeki dönemde sürdürülemeyeceği ve ekonominin bir daralma sürecine gireceği vb. artık gizlenemiyor. Bunlar ve bunlara bağlı olarak saldırıların yoğunlaşması, yaşam ve çalışma koşullarının daha da kötüleşmesi, işsizlikteki artış önümüzdeki dönemin kaçınılmaz gelişmeleri ve gerçekleri içinde yer alacak.
8- Tek adam yönetiminin seçimleri kazanmasının başlıca nedeni karşısında ezilen ve sömürülen kitleleri somut talepleri etrafında birleştirecek ve harekete geçirecek kapsamda bir mücadele ve seçim ittifakının yeter düzeyde oluşturulamamış olmasıdır.
Tek adam yönetimine karşı muhalefetin ana gövdesini oluşturan “Millet İttifakı”nın seçim platformu; görünürde bile ezilen ve sömürülen sınıf ve tabakaların acil taleplerine asgari düzeyde de olsa yer vermiyor; emperyalist ve yerli tekellerin çıkarlarını önceleyen ve “güçlendirilmiş parlamenter sistem” olarak niteledikleri bir politik rejimin kurulmasını temel alıyor; çelişkileri ve parçalı yapısıyla kitlelerin giderek genişleyen kesimlerinin desteğini alamıyor ve güvenini kazanamıyordu.
Millet İttifakı, ezilen ve sömürülen sınıfların tek adam yönetiminin saldırılarına karşı ve talepleri etrafında örgütlenmesini ve mücadelesini engelleme, en geri düzeyde tutma çizgisini izledi.
Tüm bunlar, kitlelerin Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nı destekleyen kesimleri arasında da gelişen hoşnutsuzluk ve yeni arayışların, tek adam yönetimi ve Cumhur İttifakı’ndan kopuşa doğru ilerlemesini, genişleyerek yaygınlaşması engelledi.
Partimiz, burjuva muhalefetin platformuna ve “bekleyin, tek adama yönetimi seçimlerde kaybedecek ve her şey düzelecek” çağrılarında en somut ifadesini bulan çizgisine karşı mücadele etmesine karşın, burjuva muhalefetin bu çağrıları kitlelerin sadece geri kesimlerini değil ileri kesimlerini de etkiledi ve mücadelenin gelişmesini engelleyen bir etken oldu. Bu etkinin kırılamamış olması ve tek adam ve yönetiminin saldırılarına karşı ezilen ve sömürülen sınıfların taleplerini temel alan ve kitlelerin giderek genişleyen kesimlerini kucaklayan bir mücadelenin ve bununla birleşen bir aydınlatma ve örgütlenme çalışmasının yürütülememesi son seçimlerde alınan sonuçların başlıca nedenlerinden biri hatta en önemlisidir. Kitlelerin giderek genişleyen kesimleri, tek adam yönetimi ve Cumhur İttifakı’nın gerçek yüzünü ancak kapsamlı bir teşhir, ajitasyon ve propaganda çalışmasının eşlik ettiği mücadele içinde, kendi öz tecrübelerinin yardımıyla görebilirdi.
Bununla bağlantılı olarak, seçimler zemininde toplumsal muhalefetin ana gövdesini oluşturan “Millet İttifakı”nın ezilen ve sömürülen sınıf ve kitlelerin acil taleplerini es geçerek, esas yönleriyle tekelci sermayenin çıkarlarını temel alan “sistemin restorasyonu”nu içeren programı ve seçim platformu emekçi kitleler arasında tereddütlerin oluşmasına yol açmıştır.
9- Millet İttifakı “aman ha provokasyona gelmeyelim” diyerek sürekli biçimde seçim sandığını sorunların çözümünün yegâne aracı olarak gösterdi.
EMEP olarak Millet İttifakı’nın işçi ve emekçileri burjuva bilince ve burjuva düşünce kalıplarıyla hareket etmeye, dolayısıyla kendi sınıf çıkarlarını görmelerini engelleyen bu tavrını ilk andan itibaren eleştirdik. İşçi ve emekçileri bu tutumun yol açacağı olumsuzluklar konusunda uyarmaya gayret ettik. Ne yazık ki çabalarımız yeterli olamadı. Millet İttifakı ve Kılıçdaroğlu’nun yaşanan hayat pahalılığına karşı olan hoşnutsuzluğun kolay yoldan iktidarı sandıkta devireceği “iyimserliği” baskın çıktı.
Kitlelere yönelik bu pasifizasyon, emekçi kitlelerin kendiliğinden mücadeleleri içinde özdeneyimleriyle öğrenmelerini ve bu bağlamda “bilinç sıçramaları yaşamalarını” engelleyen bir rol oynadı.
Bu durum (işçi sınıfı ve emekçilerin bilinç, örgütlenme ve mücadele düzeyindeki zayıflık ve gerilikler de dikkate alındığında) Erdoğan etrafında birleşmiş en gerici mihrak olan Cumhur İttifakı bileşenlerinin (siyasi parti, cemaat, tarikatların) emekçi kitlelerin talep ve beklentilerini istismar etmelerini kolaylaştırdı.
10- Hayat pahalılığı, alım gücünün düşmesi gibi etkenlerin elbette ki siyasal iktidara bir faturası olacaktır. 14 Mayıs parlamento seçimlerinde bu bir kere daha görülmüştür. AKP’nin en büyük oy kaybını sanayi kentlerinde yaşaması bundandır. Fakat diğer yandan bunun günümüz koşullarında tek başına “iktidar götürme”yeceği de görülmüştür. Bu noktada seçim öncesinden başlayarak sıkça vurgu yapılan “boş tencere” metaforunun bugünün gerçeklerine tam uymadığını belirtmek gerekir. Yoksa tarihsel olarak 1789 Fransız burjuva devrimi başta olmak üzere bütün devrimlerin ve politik iktidar değişikliklerinin nesnel zeminini “boş tencere” oluşturmuştur. Ülkemiz yakın tarihinde bunun son örneği AKP’nin iktidara geldiği 2002 seçimleridir. 2001 ekonomik krizinin neden olduğu pahalılık, işsizlik ve sosyal yıkımın boş bıraktığı tencere, dönemin iktidar partilerinin bir bölümünü siyasal tarihe gömecek düzeyde cezalandırmıştır.
Kendilerinin iktidara gelmelerinin başlıca nesnel zeminini oluşturduğu için; tencerelerin boş kalmasının yol açacağı olumsuzlukları Erdoğan ve AKP de çok iyi bilmektedir. Bu yüzdendir ki tencerenin hepten boş kalmasını önleyebilmek adına bir kumarbaz gibi hareket etmekte beis görmemiştir. Merkez Bankası net döviz rezervinin eksi 70 milyar dolara gerilemesini göze alarak döviz kurlarını baskılamış, kamu bankaları eliyle KOBİ’lere, küçük esnaf ve dükkân sahiplerine düşük faizle kredi imkânı tanıyarak geçici de olsa bu kesimlerin rahatlamalarını sağlamıştır. Böylece çarkları döndürebilmiş, işsizliği ve üretimi belli düzeyde tutabilmiştir. Bu, asgari ücret veya biraz üstünde ücret alan işçi, maaşı ve emeğiyle geçinen emekçi bakımından düzenli bir gelir anlamına gelmektedir ve mevcut koşullarda “oy tercihi”ni belirlemede etkili olmuştur. Yine, seçime doğru, asgari ücretin vergi dışı bırakılması, asgari ücrete, memur ve emekli maaşlarına, tarım ürünleri taban fiyatlarına önceki yılların üstünde artış yapılması, öğrenci kredi borçlarında yapılan düzenlemeler, EYT yasasının çıkarılması vb uygulamalar seçmen tercihinin tek adam yönetimi lehine olmasında diğer etkenlerdir.
11- Erdoğan ve müttefikleri bilinç ve örgütlenme düzeyi geri durumdaki emekçi kitlelerin ulusal, etnik, inanç ve kültürel cephede taşıdıkları gerici değer ve önyargıları kışkırtıp, istismar etmiştir. İHA, SİHA, TOGG; TCG Anadolu Gemisi vb. etrafında “yerli ve milli” söylemi eşliğinde geliştirilen propaganda sıradan bilincin etkisindeki insanların “ulusal gurur”unu okşamış, onlarda kalkınma beklentisi yaratmış, ülkenin gelişip, büyüyeceği, artan istihdam ve refahtan pay alacakları düşüncesini uyandırmıştır. Bu yolla emekçi kitlelerin antiemperyalist duyguları sömürülmüştür. Böylece hem Erdoğan ve AKP’nin emperyalizm işbirlikçisi gerçek yüzünün görülmesi engellenmiş hem de sahte “antiemperyalizm” ve “yurtseverlik” ile estetize edilerek emekçi kitleler içinde ırkçı, şoven milliyetçiliğin etkileri yaygınlaştırılmıştır.
12- Seçimler emperyalizm ve işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahipliği tarafından 12 Eylül darbesiyle önü açılıp, örgütlenmesi sağlanan siyasal İslam günümüzde, siyasi iktidarı ele geçirerek önceli iktidarlarla kıyaslanmayacak oranda devlet aygıtına egemen olmuştur.
Bu durum Erdoğan ve AKP’ye diğer imkânlarla birlikte milyonlarca insanı sosyal yardımlar üzerinden kendisine bağımlı hale getirme imkânı tanımıştır. Valilik, kaymakamlık, yerel yönetimler, tarikat ve cemaatler, AKP parti teşkilatının iç içe geçtiği 1 milyonun üzerinde aileyi kapsayan devasa bir sosyal yardım ağı oluşturulmuştur. Erdoğan’ın iktidardan düşmesi halinde bu yardımların kesileceği propagandası, sosyal yardıma muhtaç hale düşürülmüş bu kesim içinde etkili olmuştur.
Gerçekte siyasal İslam ile sosyal yardımların bir ilişkisi yoktur. Bu, neoliberal bir yönelimdir. Siyasal İslam olmasa da bunlar olurdu. Nitekim CHP’nin programı da bunu içermektedir. İşin aslı siyasal İslam ve tarikatlar, neoliberal ekonomi politikalarının hayata geçirilmesinde özelleştirmelerden tasfiyelere, sosyal politikaların iptaline kadar her konuda elverişli bir araç oldular.
Artık kamuda personel alımından terfilere, özel sektörde işe almaya varana dek tarikat ve cemaatler söz sahibi bir pozisyona gelmiştir. Bütün bunların seçim sonuçlarına olan etkileri olduğu gibi; yine bu olgu(lar) MHP, YRP, Hüda-Par gibi partilerin yükselişini açıklayan verileri oluşturmaktadır.
13- Seçim sonuçları, AKP, Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın ekonomik, sosyal olarak büyük zorluk yaşayan emekçi kitleler içinde hala rıza üretme kapasitesine sahip bir propagandaya ve bunu örgütleyecek örgütlülüğe sahip olduğunu göstermiştir. Erdoğan ve AKP’nin seçim başarısının arkasında yığınlarla olan bu bağ belirleyici olmuştur. Muhalefetin iktidarı devirebileceği koşullarda bunu başaramamış olmasının nedenleri arasında bu durumu görmekte ve buna karşı bir propaganda (hamle) örgütlemekte yetersiz kalmış olmak da vardır.
Muhalefetin ana gövdesini oluşturan ve izlediği seçim stratejisi, olası hükümet programı ve seçim platformu ile Millet İttifakı, seçimlerin yenilen tarafı olmuştur. Fakat bu durum bileşeni olduğumuz Emek ve Özgürlük İttifakı (EÖİ) olmak üzere Millet İttifakı dışında muhalefeti oluşturan diğer ittifaklar ve siyasi partilerin seçimlerdeki sorumluluğunu hafifletmenin gerekçesi olamaz.
EMEP seçimlerde iki burjuva mihrak dışında en geniş cepheyi kapsayacak bir “halk seçeneği” oluşturmak için çaba göstermiştir. Bunun sonucu kapsaması gereken tüm güçleri kapsamasa ve işlevine, önündeki görevlere uygun bir mücadele yürütmede zayıflıklar gösterse de EÖİ etrafında seçimlerde üçüncü bir mihrak oluşturulmuştur. Partimiz 39 ilde 58 adayla seçimlere katıldı. Yeşil ve Sol Gelecek Partisi (YSP) listelerinden iki üyemiz milletvekili seçildi. EÖİ %10,55 oranında oy alarak 65 milletvekili çıkardı. Bu, 2018 seçimlerine göre % 0, 98 oranında az oy ve 2 milletvekili eksik demektir. Seçimlerin özellikle HDP açısından hangi koşullarda gerçekleştiği dikkate alınmalıdır. Fakat EÖİ ve aralarında farklılıklar olmakla birlikte bileşenlerinin potansiyellerine uygun bir çalışma yürütülmediği de bir gerçektir. Kısaca seçimlerde ittifak seçim platformuna uygun etkili bir seçim kampanyası yürütülememiş; EÖİ halk kitlelerinden beklenen oranda destek alamamıştır.
EMEP seçim çalışmasını emekçilerin acil taleplerinin ve ihtiyaçlarından kopuk, kendi başına “seçime özgü” bir çalışma olarak ele almamıştır. Çalışmasını her alanda emekçilerin bilinç, örgütlenme ve mücadele düzeylerini ilerletme ve geliştirme mücadelesinin bir parçası olarak ele almış, bütün güçlerini bu perspektifle harekete geçirmeye çalışmıştır. Bu dönemde yürüttüğü çalışma, sonuç çıkarmak üzere partimizin bütün organlarında değerlendirilmiştir. Bu yöndeki çaba önümüzdeki süreçte de sürdürülecektir.
14- 14- 28 Mayıs seçimlerinin en önemli sonuçlarından biri de “sistem tartışmaları”nı belirsiz bir süre ülke siyasal gündeminden çıkartacak olmasıdır. Nitekim ilk andan başlayarak Erdoğan ve Bahçeli ikilisi bunu dillendirmişlerdir. Muhalefet cephesinden de bu konuda bir ses çıkmamakta, muhtemelen tek adam rejimine göre nasıl pozisyon alınacağının hesabı yapılmaktadır. Kısaca parlamenter sistem talebi bir süre için de olsa rafa kaldırılmış durumdadır. “Muhalif TÜSİAD”ın, sermayenin dolaşımı ve kendini yeniden üretimi sürecinin önünde engel gördüğü (ihale kanunu, teşvik ve vergi muafiyeti, kredi koşulları vb) bazı engelleri kaldıracak düzenlemeler yapıldığında tek adam rejimine bir itirazı olmayacak, seçimi kazananla işbirliği yapmaktan kaçınmayacaktır.
Tek adam yönetimi ve Cumhur İttifakı’nın seçim sonuçlarını faşist bir diktatörlük inşasına giden yolda gücünü tahkim etmenin bir aracı olarak kullanacağı baştan bellidir.
TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın tahliye edilmemesi, RTÜK’ün muhalif kanallara ceza yağdırmayı sürdürmesi, ilkokullara imam görevlendirilmesi, valiliklerin belli süreyle basın açıklamalarına dahi izin vermeme kararları almaları vb ülkenin karanlık bir tünele sokulmak istendiğinin işaretleridir.
Seçimlerden mevcut pozisyonunu koruyarak çıkması Erdoğan ve destekçileri için yeni iktidar dönemi kolay olmayacaktır.
Ekonominin içinde bulunduğu durum, Mehmet Şimşek’in ikinci bir Kemal Derviş olarak göreve getirilmesiyle birlikte “rasyonaliteye dönüş” sözleriyle mesajını verdiği “yeni ekonomik model” ve uygulamaların neler olacağı ve bunların ne gibi sonuçlar doğuracağı öngörülebilir. Ücretlerin baskılanması, üretimde daralma, işsizlik vb. Bu tabloda; bugüne kadar buradan türetilen propaganda da gerçekler karşısında “ikna gücü”nü önemli oranda yitirecektir. 10 ay sonra yerel seçimlerin olması bu süreci yavaşlatabilir ve fakat tümüyle ortadan kaldıramaz. Bu durum şüphesiz hiçbir hareket alanı kalmadığı anlamına değil manevra yapma imkânlarının son derece kısıtlandığı anlamına gelmektedir.
Siyasal planda ise Cumhur İttifakı’nın meclis salt çoğunluğuna sahip olması ve Erdoğan’ın iktidarını korumuş olması gerçeği, gelecek günlerin karanlık geçeceğine dair bir veri oluştursa da bunun her yönüyle gerçekleşip, gerçekleşmeyeceğini tayin edecek olan tek adam yönetimi ile ezilen ve sömürülen kitleler arasındaki mücadelenin, ezen ve ezilen sömüren ve sömürülen sınıflar arasındaki güçler ilişkisinin ve aralarındaki mücadelenin gelişme seyri olacaktır.
Meclis aritmetiği içinde sayıları az olsa da halkın gerçek temsilcileri bulunmaktadır. Burjuva muhalefetin deklase bir pozisyona sürüklendiği günümüz koşullarında EÖİ nesnel bakımdan ezilen ve sömürülen kitlelerin parlamentodaki temsilcisi /parçası durumundadır. Yeni güçlerin katılımıyla kendini genişlettiği, pratik mücadele alanlarında birleşik bir güç olarak hareket ettiği ölçüde tek adam rejimi ve arkasındaki gerici güç odaklarının faşist bir rejim kurma hevesleri kursaklarında kalmaya mahkûmdur.
15- EMEP olarak eksiklik ve yetersizliklerimizi nedenleriyle birlikte anlama her zaman temel yaklaşımımız olmuştur. 14- 28 Mayıs seçimlerini bu yönüyle irdelemeyi ve sonuçlar çıkarmayı sürdüreceğiz. Önümüzdeki dönem işçi sınıfı ve emekçiler için zor bir dönem olacaktır. Gerek sermaye örgütlerinin açıklamaları, gerek Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in üzerinde çalıştıklarını belirttiği “orta vadeli ekonomik plan”a dair söyledikleri, ezilen ve sömürülen kitleleri yeni bir “kemer sıkma dönemi”nin beklediğine işaret etmektedir. Bunun tercümesi; ücretlerin baskılanması, üretimde daralma, işsizlik, zam ve vergi artışlarıdır. Tek adam rejimi, bu politikaya yığınların duyacakları hoşnutsuzluk, öfke ve gösterecekleri tepkiyi tavizlerle azaltmak için gerekli imkâna yeterince sahip değildir. Bunun anlamı yönetmede zor unsurunun öne çıkacağıdır. Bu saldırganlık ancak ezilen ve sömürülenlerin örgütlü, birleşik mücadelesiyle püskürtülebilir.
Şimdi önümüzde çıkardığımız derslerle bu temelde tek adam rejimine karşı EÖİ çatısı altında emek ve demokrasi güçlerinin en geniş cephesini örgütlemek görevi duruyor. Bu konuda sorumluluğumuz büyük. EMEP bu birliğin inşasında üzerine düşen sorumluluğa uygun davranacak, gerekli çabayı ve esnekliği gösterecektir. Bu temelde tüm muhataplarımızı tarihsel sorumluluğumuzun bilinciyle hareket etmeye ve böyle bir birliği oluşturmaya çağırıyoruz." (HABER MERKEZİ)