Elena Ferrante'nin keşifleri: Yetişkinlerin Yalan Hayatı

Elena Ferrante, Eren Yücesan Cendey çevisiyle Everest Yayınları tarafından yayımlanan ‘Yetişkinlerin Yalan Hayatı’nda, ergenlikten yetişkinliğe geçiş döneminde gerçeklerle yüzleşen, yalanı keşfeden, yıkma ve yeniden inşa etme üzerine kafa yoran bir genç kızın hikâyesini sunuyor okuruna. Hepimizin bir şekilde aşina olduğu bir hikâye bu. İçinde hayata dair her şey var...

Google Haberlere Abone ol

Elena Ferrante’nin yeni romanı ‘Yetişkinlerin Yalan Hayatı”, Everest Yayınları tarafından yayımlandı. Eren Yücesan Cendey’in çevirisiyle raflarda yerini alan kitap, özellikle ‘Napoli Romanları’ serisiyle büyük şöhrete kavuşan yazarın yeni romanını bekleyen okur kitlesini sevindirdi. ‘Yetişkinlerin Yalan Hayatı’, yine Napoli sokaklarına götürüyor okurunu. Bir genç kızın hayatının en fırtınalı dönemine; aşkı, cinselliği, kadınlığı keşfettiği, aile ve din gibi kurumlar hakkındaki yanılgılarıyla yüzleştiği, yalanı ve duayı bir tür ‘araç’ olarak kullandığı ergenlik yıllarına konuk ediyor.

Ferrante, çağdaş edebiyatı besleyen ilginç bir figür. Müstear isimle yazdığı ve kimliğini gizlediği için metinleri kadar kendisi de ilgi çekiyor. Yayımcısının aktardıkları ve yazarla yapılan kısa söyleşiler dışında -bunlara meraklı gazetecilerin çabasıyla yazılıp çizilenleri de ekleyebiliriz- onun hakkında oldukça kısıtlı bilgiye sahibiz. Napoli insanlarını anlatan yazarın Napoli’de yaşadığı düşünülüyor. Genellikle kadınlara odaklandığını gördüğümüz Ferrante’nin cinsiyeti de bir merak unsuru. Fakat ‘kadın’ olduğu üzerine varsayımlar kuvvetli. Yazılı olarak verdiği röportajlarından birinde, onu ‘erkek’ olarak lanse eden gazetecilerin, bunu kadınları zayıf görme dürtüsüyle yaptıklarını söylemesi üzerine, yazarın ‘gizli’ kalma arzusunu yok sayan birçok girişim meydana gelmiş durumda. Artık onun bir kadın olduğu konusunda hemfikiriz. Diğer yandan, kadınlığı onun gibi en ince ayrıntısına kadar ele alabilmek, bir erkek için oldukça zor...

Şimdilerde kim olduğu konusunda farklı iddialar ortaya atılan Ferrante’nin kurgu kişileri, işlediği konular ve özellikle üzerinde durduğu meseleler, hiçbirimiz için ‘çok farklı’ yahut ‘yepyeni’ değil aslında. Dünyanın birçok yerinde gözlemleyebileceğimiz sınıf farklılıkları, bu farkların yaşama yansıması, siyasi duruş, belirli normlar etrafında şekillenen insan ruhları ve bu ruhların değişip dönüştüğü belirli kırılma dönemleri, yani seçimler ve bu seçimlerin insanın sapmasını sağladığı yan yollar... Öyleyse Ferrante’nin bu derece popüler olmasına sebep olan nedir? Birçok eleştirmen, bu soruya, yazarın akıcı üslubunu öne çıkararak cevap veriyor. Zannederim, birer ‘bestseller’ kıvamına gelen romanların dünyanın her yerinden okur edinmesinin sebebi, Ferrante’nin hiç de olağan dışı olmayan durumları titizlikle ve ince bir dikkatle aktarması. Yani, kişilerinin özelini, en karanlık yanlarını, sırlarını okura da açması. Bu noktada söz konusu olan cesaret mi, yoksa bu durum zaten edebi söylemin bir getirisi mi, tartışılır... Fakat, kısa zamanda İtalya sınırlarını aşarak dünyaca sevilen bir seri haline gelen ‘Napoli Romanları’nın 49 dile çevrilmesinin hafife alınmayacak bir iş olduğu da aşikâr.

Ferrante’nin satırlarında toplumca ‘kötü’ yahut ‘yanlış’ olarak atfedilen bir durumla karşılaşan okur, “bunu ben de yaptım/yapıyorum” diyerek yalnız olmadığını hissediyor. Bu durum, ‘Yetişkinlerin Yalan Hayatı’ için de geçerli. Her ne kadar başkişi konumunda bir kız çocuğu ve onun ergenlik keşifleri yer alsa da onun yaşlarındaki yan kişiler vasıtasıyla, erkek okurlar da kitapta kendi gençliklerini hatırlatacak bir şeyler bulabiliyor. Diğer yandan, yazar, en popüler metinlerinde Napoli insanlarının hikâyelerini anlatsa da malzeme olarak insanlığın ortak duygu durumlarını seçtiği ve bunları açık seçik ortaya döktüğü için evrenseli yakalamış durumda. Yalnızca ‘Yetişkinlerin Yalan Hayatı’na odaklandığımızda, hızlı tüketilebilen ve okuru yormayan bir metinle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz, ki ‘Napoli Romanları’ altyapısında politik bir tavrı da barındırdığı için okuru daha üst düzey bir sorgulamaya teşvik ediyordu.

İLK KEŞİF: ÇİRKİNLİK VE KÖTÜLÜK

Napoli’de bir kız, Giovanna. Anne ve babasıyla, Napoli’nin ‘üst’lerinde, görünürde mutlu bir yaşama sahip. Annesi öğretmen ve düzeltmen, babası akademisyen; ikisi de anlayışlı, ikisi de medeni. Onlarınkinin gürültü patırtıdan uzak, ‘klas’ bir aile yaşantısı olduğunu söylemek mümkün. Oldukça entelektüel bir çevrede yetişiyor Giovanna. Anne ve babasının dostlarıyla olan sohbetlerine tanıklık ediyor, bu dostların tıpkı kendisi gibi yetiştirilmiş kızlarıyla arkadaşlık ediyor, oldukça ‘yetişkin’ zevkleri ve hobileri deneyimliyor. Okumayı seviyor. Çünkü bir kitabın ismini anması bile, babasının onu bulup getirmesine yetiyor.

Romanda neredeyse başkişi kadar ön planda olan bir isim daha var ki, onun ortaya çıkması birçok şeyi değiştirmekte: Giovanna’nın halası Vittoria. Başlangıçta oldukça ‘ideal’ görünen bu hane, Giovanna ve Vittoria’nın yaptığı görüşmelerin akabinde, temelinden sarsılıyor. Giovanna’nın büyümesi de bir bakıma bu sarsıntıyla şekilleniyor. Romanda, yıllardır adı anılmayan, anıldığında espri konusu olan yahut kötülüğün bir temsilcisi gibi bahsedilen Vittoria’nın, yeniden ortaya çıkmasıyla meydana gelenlerin bir tesadüften ziyade, doğrudan onun lâneti olduğunu düşünmemize sebep olan pasajlar yer almakta. Fakat, buradaki asıl mesele, bir çocuğun genç kızlığa geçiş evresinde dünyaya farklı bakmaya başlaması ve daha evvel görmediklerini görmeye başlaması.

Anne ve babasına güveni tam olan Giovanna’nın halasını merak etmeye başlaması, bu huzurlu evin rutinine aykırı bir hadisenin gerçekleşmesiyle başlıyor. Ferrante, henüz romanın giriş cümlelerinde, ters giden bir şeyler olduğunu hissettiriyor okuruna: “Evden ayrılmadan iki yıl önce babam, anneme benim çok çirkin olduğumu söyledi. Bu cümle annemlerin evlenir evlenmez satın aldıkları, San Giacomo di Capri tepesinde bulunan Rione Alto’daki evde alçak sesle telaffuz edildi.” (s. 9)

Çok geçmeden bu ‘çirkinlik’ mevzusunun Vittoria halaya temas ettiğini gördüğümüz satırlar da dahil oluyor romana. Bu satırlar, Giovanna’nın içinde güven ve huzur duygusuyla inşa edilmiş bir yerleri kıracak, inandığı birçok şeyi yerinden oynatacaktır: “(...) Ama babam onun sözünü kesti ve bana karşı asla kullanmadığı ses tonuyla -hatta evimizde kesinlikle yasak olan Napoli lehçesine kayarak- eminim ağzından çıkmasını asla istemeyeceği o sözü söyledi: ‘Bunun ergenlikle ilgisi yok: Aynen Vittoria oldu çıktı.’” (s. 12)

Giovanna, yaşadığı kırgınlıkla birlikte içinde büyüyen merak duygusuyla halasının izini sürmeye başlar. Bunu yaparken Napoli’nin ‘alt’ bölgelerine -hatta en yukarıdan en aşağıya- inmesi gerekir, daha önce gözlemleme imkânı bulmadığı bir yaşam tarzına şahitlik eder. Halasının peşinde düşmesi, onu tanıma çabası, zamanla bambaşka bir mücadeleye dönüşür. Ona hep ‘insanların en kötüsü’ymüş gibi tanıtılan Vittoria’yı bulmak, büyümenin ilk adımı olduğu gibi dış dünyaya attığı ilk adımdır da. Onun vasıtasıyla hayatına yeni insanlar girer, Vittoria’nın evlatlıkları sayılan Tonino, Corrado ve Giuliana ona yeni kapılar açar. Bu insanlar arasında Giuliana’nın nişanlısı Roberto, Giovanna’nın hayatında çok farklı bir konuma sahip olur. Büyük resme baktığımızda, aslında Giovanna’nın ilgisini çeken şeyin ‘yeni olan’ olduğunu söylemek mümkün. Bu da, ergenlik döneminde hepimizin deneyimlediği, anlaşılabilir bir insanlık durumu. Tam da arayışa girdiği yaşlarda, monoton yaşamında bir farklılığın peşine düşer Giovanna. Fakat bunu yaparken iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin gibi kutuplar arasında gidip gelir, zihni bulanır, afallar.

İKİNCİ KEŞİF: YALAN VE DUA

Giovanna başlarda halasına benzemekten korksa da zaman içinde ona özendiğini hissettiğimiz ânlar da göze çarpmakta. İlişkileri ilerledikçe kararı değişir, gelgitler yaşar fakat bir zaman halasını fiziksel ve ruhsal olarak oldukça detaylı inceler. Halasının teşvikiyle anne babasını farklı bir bakışla incelemeye başladıktan sonra, halasına da aynı gözle bakmaya başlar. Büyüyü bozan da budur. Vittoria, eşsiz ve ölümsüz aşkı Enzo’yu anlatırken nasıl sevgi doluysa kardeşinden yahut hoşuna gitmeyen herhangi birinden bahsederken bir o kadar gaddardır. Giovanna, onda madalyonun iki yüzünü de görür.

Romanın isminde de yer alan ‘yalan’, Giovanna’nın başvurduğu bir yöntem olur. Halasıyla görüşebilmek için ailesine yalan söyleyerek işe başlar, ardından halasına yalanlar söyler. Yalan, hayatına bir anda ve aralıksız bir şekilde girer. Bunu yaparken büyük bir rahatsızlık duymaz, aksine yalan çözümsüz görünen durumlardan sıyrılmasını sağlayan bir kurtarıcı haline gelir. Başlarda halasına karşı içgüdüsel olarak ailesini savunmak ister, sonra ailesine karşı halasını. Fakat, Vittoria’daki kötülüğü kendisi de görmeye başlayınca, tamamen tarafsız bölgeye ait olur. Artık, “sevgi dolu bir evlat da değildir, sadık bir casus da.” (s. 94)

Yalanlar birlikte ‘dua’dan da bahsetmek gerek. Kitabın başlarında Giovanna’nın din ile sıkı bir ilişkisinin olmadığını öğreniyoruz. Bu da ebeveynlerinin aşıladığı bir durum elbette. Aile dostlarının kızlarıyla olan benzer yanlarından bahsederken din konusuna da değiniyor, vaftiz edilmediklerini, dua bilmediklerini söylüyor Giovanna. Bahsi geçen Roberto karakterinin romana dahil olmasıyla İncil’e merak sarıyor, farklı nüshaları edinip okumaya başlıyor. Fakat bunun temelinde dine karşı ‘hakiki’ bir merak yok. Aksine yalnızca Roberto’yla tartışabilmek, onun kaleminden konuşabilmek için yapıyor bunu. Yani, bu yeni merakı da bir nevi ‘yalan’ olarak değerlendirebiliriz.

“Yalan söylemek giderek daha fazla hoşuma gidiyordu, dua etmek ve palavra sıkmanın da aynı rahatlamayı verdiğini keşfetmiştim. Ama annemin babamın yalanlarının ortaya çıkmasını önlemek ve onların yeteneklerini almadığımın anlaşılmaması için rol yapmak beni yaralıyor, bunalıma sokuyordu.” (s. 144)

ÜÇÜNCÜ KEŞİF: GERÇEĞİN SAHTELİĞİ

Giovanna’nın orta yerinde kaldığı ikiliklerin en mühimi, anne ve babası hakkında öğrendiği gerçekler olur. Yukarı ve aşağı Napoli’nin tezatlığı onu yeterince hırpalarken, babasının yıllardır aile dostları olan Costanza’yla olan ilişkisinin gün yüzüne çıkması, aile kurumuna olan inancını yerle bir eder. Birdenbire annesinin ağzından dökülen bir cümleyle gerçekleşir bu yıkım: “Babanın on beş yıldır bir başka karısı var.” (s. 129)

Böyle ‘sevgi dolu’ bir ailede büyümüş biri için bu durumu kabullenmek, çok daha zor elbette. Üstelik Giovanna, bunu öğrenmeden evvel Costanza’nın eşi Mariano’nun annesine ilgi duyuyor olma ihtimaliyle meşgul olmuştur. Ailesi ve halası arasında savrulması yetmiyormuş gibi, zamanla babasının -Costanza’yla ve onun çocukları, Giovanna’nın da sıkı dostları İda ve Angela’yla birlikte yaşadığı- yeni eviyle annesinin evi arasında da gidip gelmeye başlar. Costanza, Vittoria ve Giovanna’yla bağlantılı olarak romanda farklı bileklerde gördüğümüz gösterişli beyaz altın bilezikse, görünmez bağları simgelen bir metafor olarak kendine yer bulmuş. Bu bilezik, neredeyse roman kişilerinden biri olarak kabul edilebilecek nitelikte bir değere sahip.

Ferrante, ‘Yetişkinlerin Yalan Hayatı’nda, ergenlikten yetişkinliğe geçiş döneminde gerçeklerle yüzleşen, yalanı keşfeden, yıkma ve yeniden inşa etme üzerine kafa yoran bir genç kızın hikâyesini sunuyor okuruna. Hepimizin bir şekilde aşina olduğu bir hikâye bu. İçinde hayata dair her şey var. Bu tarz metinler beyaz perdeye aktarmak için de oldukça elverişli, söz buraya gelmişken Netflix’in ‘Yetişkinlerin Yalan Hayatı’nı uyarlamaya hazırlandığı haberini de verelim. Bu projenin hayata geçmesiyle Ferrante’nin ismini bugünlerde sıklıkla duyacağımız kesin. Son olarak, Eren Yücesan Cendey’in akıcı çevirisinin, bizler için kitabın öne çıkan yönlerinden olduğunu da ekleyelim.