'Üretimin sürdürülmesi, koşullar sağlandığı ölçüde olur'

Çoğu ülkede olduğu gibi korona virüsüne karşı Türkiye’nin de yürüttüğü iktisadi plan kapitalist yöntemlere başvuruyor. Türkiye'nin izlediği yolu, eksikleri ve yapılması gerekenleri Prof. Dr. Bilsay Kuruç, Prof. Dr. Oktar Türel ve Prof. Dr. Korkut Boratav'a sorduk.

Google Haberlere Abone ol

İSTANBUL - Korona virüsüne karşı alınacak tedbirlerin başında evden çıkmamak geliyor. Ancak yüksek sesle düşünülmese de şu da biliniyor: Evlerinde tüketen milyonlarca insana karşılık bir o kadar da üreten insana ihtiyaç var.

Çoğu ülkede olduğu gibi korona virüsüne karşı Türkiye’nin de yürüttüğü iktisadi plan kapitalist yöntemlere başvuruyor. Devletler vatandaşlarının ölmemesi için bir süreliğine de olsa ekonomiyi durdurabilir mi? Türkiye sokağa çıkma yasağını niçin uygulayamıyor? Nihai soru: Vergilerimiz bugünler için değil miydi?

İktisat alanında en önde gelen isimlerden Prof. Dr. Bilsay Kuruç, Prof. Dr. Korkut Boratav ve Prof. Dr. Oktar Türel’le konuştuk.

Bilsay Kuruç.

‘İNSANA DEĞER İŞİN MERKEZİNDE OLMALI’

Öğretim üyeliği yanında 1978-79 yıllarında Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarı, 1992-2004 yıllarında Merkez Bankası Banka Meclisi üyesi olarak görev yapan Prof. Dr. Bilsay Kuruç, iktisadi çözüm olarak atılacak adımları, gelinen noktayı ve dünyadaki iyi ve kötü örnekleri şöyle anlatıyor:

“Önce tarlalar çalışmalı yani çiftçiler. Yoksa bir süre sonra hepimiz aç kalırız. Sonra işçilerin sağlığı gözetilerek fabrikalar çalışmalı. Yoksa yine aç kalırız. İşçilerin sağlığı ne olacak? Buna hükümet çare bulmalı. Eğer zorunluluk olursa işçilere tam ödeme yapılmalı. Bu gibi durumlarda ekonomide iki kanal çalışmalı. Bu hükümetin işi ama hükümet demeyelim. Hükümet yok şu anda. Kabine var. Ekonomiyi düzenlemek yönetimin işi. İkincisi para akmalı. Parayı iş, insanların emeği yaratır. O halde emeğin çalışmasının önüne geçmemek lazım ama emeğe de tam güvence lazım. Hem güvence hem çalışma ikisinin birlikte yürümesi lazım. Bunlar yönetimin işi. Almanya bu işi iyi yönetiyor. Sağlık tedbirlerini tam aldılar. İşi bitirdiler aşağı yukarı. Neden yapabildiler? Çünkü planları vardı. İkincisi sanayi disiplinleri var. Herkes ne yapacağını biliyordu. Bizde kargaşa oldu. Yangın çıktı. Arkasından itfaiyeci gibi yangını durdurmak için zavallı sağlıkçılar koşuşmaya başladı. Sanayi disiplini ne demek? Herkes yapacağı işi biliyor ve güvenlikle yapacağından da emin. Bu Almanya’da yeni bir şey değil. Aşağı yukarı 150 yıldır böyle. Bu hazırlığın içinde insana değer vermek işin merkezi olmalı. İnsana değer verirseniz sanayi üretimine de devam edebilirsiniz. İtalya, İspanya, İngiltere yangının peşinden koştu. Amerika; orada büyük yangın var. Onlar da peşinden koştu. Amerika ve İngiltere kapitalizmin örnekleri. İnsana sadece ucuz emek olarak değer veren kapitalizmler. İspanya ve İtalya ise onlar zaten savrulmuş durumdalar. İri yarı ama yavru kapitalizmler, öyle diyelim… Özetle iş kalite işidir. İnsanlarınızla, yöneticilerinizle kaliteye sahipseniz karşılaşılan sorunun büyüklüğü ne olursa olsun onun hakkından gelmenin yolunu bulursunuz.”

Korkut Boratav.

‘KRİZİ YÖNETMENİN MODERN KAPİTALİZMDE DAHİ KAYNAKLARI VAR’

Marksist iktisatçı Prof. Dr. Korkut Boratav, “İstisnai bir dönem bu” diyor ve açıklıyor:

“Özellikle emeği koruyacak maliyet unsuruna yani bütçede var mı yok mu endişesini bir yana atan emek ve sağlık ağırlıklı bir program lazım. Emeğin yaşaması lazım. Bu krizin özelliği sadece kapitalizmi değil yaşayan tüm toplumları ayakta tutan etkenin ‘üretken emek’ olduğunu ortaya koydu. Emek felce uğrayarak kriz oluştu. Yani bir finansal kriz gibi değil emeğin doğrudan doğruya hastalık nedeniyle üretim dışına sürüklenmesi sonunda kriz patlak verdi. Özellikle üretken emek hem üretim tabanını ayakta tutar hem de en büyük tüketici sınıf olarak talebi ayakta tutar. Bu iki unsur çökmüşse kriz gelir. Dolayısıyla krizi yönetmenin temel yöntemi sağlık ve üretimden- tüketimden kopan emeğin finansmanı olmalıdır. Bunu yaratacak kaynaklar modern kapitalizmde dahi vardır. Nedir? Vergileme. Servet vergisi ama onun dışında gerekirse merkez bankası kaynaklarını da kullanarak sözünü ettiğim sağlık ve kaybolan gelirlerin önemli bir bölümünün telafi edilmesine harcanmalıdır. Üretim koşulları nedeniyle hayatının tehlikeye girdiğini algılayan emekçi gelir endişesine kapılmadan üretimden kopma hakkını kullanmalı. ‘Bu serviste, bu koşullarda çalışırsam hayatımı kaybedebilirim’ endişesi emeğin üretimden kopmasını tetiklemeli. Bu hak kullanılmalı. Üretimin sürdürülmesi koşullar sağlandığı ölçüde olur. İşçi güvenle iş yerine taşınır ve üretim sürecinde emek gerekli koşullar yaratılarak sürdürülür.”

Oktar Türel.

‘EKONOMİYİ DURDURMAK SÖZ KONUSU OLAMAZ’

ODTÜ İktisat Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oktar Türel, “Çoğu ülkede ekonomi durdurulamıyor. Niye?” ve “Fabrikalarda üretim durdurulmalı mı? Bu talebin hayata geçmesi mümkün mü?” sorularımı yanıtlıyor:

“Çağdaş ülkeler, salgınları önlemek için -asırlar öncesinde yapılageldiği gibi- ‘karantina’ olarak adlandırabileceğimiz önlemlere başvururlar; ama hiçbir çağdaş ülkede 'ekonomiyi tümden durdurmak' söz konusu olamaz. Enerji üretim ve iletimi, içme ve kullanma suyu temini, çevre temizliği, sağlık ve güvenlik hizmetleri, zorunlu ihtiyaç mallarının üretim ve dağıtımı ekonomik niteliği belirgin faaliyetlerdir ve bunların sürdürülmesinden kaçınılamaz. Dahası, mart-haziran döneminde yoğunlaşan tarımsal üretim faaliyetlerini sürdürmezsek, ülkeyi yıkıma götürürüz.”

Türel’in Türkiye’nin virüse karşı seçtiği stratejiyi değerlendirdiği yorumları ise şöyle:

“Ülkemizde hükümet, salgına karşı üç stratejiden birini benimseyebilirdi. İlki az evvel söylediğim zorunlu mal ve hizmet üretimi faaliyetlerine katılanlar dışında kapsamlı, kesin bir karantina uygulamasına gitmek; üretim faaliyetlerinin normalleşmesini (salgının seyrini izleyerek) zamana yaymak. Bu stratejinin etkili bir biçimde yürütülebilmesi için hükümetin gelir kaybına toplum kesimlerine genel ve yaygın bir akçalı destek programını ve işten çıkarma yasağını acilen uygulaması gerekirdi. İkincisi eğitim, rekreasyon, turizm, v.b. gibi toplumsal birlikteliği ve etkileşimi ağır basan faaliyetleri durdurmak, bazı hizmet üretimi süreçlerinin evden çalışma yolu ile yürütülmesini sağlamak, emek süreci dışında oldukları varsayılan 20 yaş altı ve 65 yaş üstü nüfusa zorunlu karantina uygulamak, ama bunun dışında gerekli sağlık önlemlerini alarak diğer üretim faaliyetlerini sürdürmek. Üretimi az çok korumak ve istihdamı kollamak dışında, bu stratejiden beklenen bir diğer yarar da, salgının makul hızlarda yayılmasını ve tedavi edici sağlık sisteminin çökmesini önlemekti. Üçüncüsü salgının yayılmasına kesin engeller koymamak ve ‘sürü bağışıklığı’ na güvenmek. Hükümet, bu stratejilerden ikincisini benimsedi. Şimdi, şöyle bir soru ile karşı karşıyayız: Böyle bir strateji, salgının yayılmasını önlemekte yetersiz kalıyorsa, ilk stratejiye geçilebilir mi? Burada bir siyasal hesap verebilirlik sorunu yatıyor: Madem ki ikinci stratejiyi başarıyla yürütmeyi beceremeyecek ve toplumu 60 bini aşkın virüs yayıcısı hasta ile karşı karşıya bırakacaktınız, niye doğrudan birinci stratejiyi seçmediniz? Bu sorun dışında, stratejiyi değiştirmede teknik bir engel yok; az önce vurguladığım iki temel önleme ek olarak şunları yapmak gerekecek: Bir alt kabinenin sorumluluğunda çalışacak bir kriz yönetim merkezinin acilen oluşturulması. Kalkınma Bakanlığı; Yüksek Planlama Kurulu ve  DPT işlevsizleştirilmeseydi, böyle bir merkezin kurumsal çerçevesi elde hazır olurdu. Yine de böyle bir merkeze teknik destek sunabilecek, bilgili insan gücüne sahibiz; yapılacak şey bu insanları örgütleyebilmek ve onların liyakatinden yararlanabilmektir.”