Mahçupyan: Türkiye ekonomide İran olabilir

Mahçupyan: Küreselleşme bugün ekonomiyi tüm ülkelerin aynı çerçeve içinde değerlendirilmesine müsait bir dinamik haline getirdi. Dolayısıyla ekonomi alanında Türkiye’nin İran olması o kadar da şaşırtıcı bir ihtimal değil. Türkiye’ye ilişkin beklentiler o denli bozulmuş durumda ki, Merkez Bankası’nın ‘radikal’ bir hamle yapmaması halinde, ekonominin dengeleri piyasanın insafına kalmış gözüküyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Küresel piyasalarda yaşanan dalgalanmalar karşısında İran ve Rusya para birimlerinin yaşadığı değer kayıplarını örnek veren Karar gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan, "Türkiye’nin İran olması o kadar da şaşırtıcı bir ihtimal değil" diye yazdı. Mahçupyan'ın teşviklerle şişen büyümenin aynı zamanda yüksek faiz habercisi olabileceğine dair yorumunun da yer aldığı, "Türkiye İran olur mu?" başlıklı yazısı şöyle:

Başlıktaki soru iki ülkenin sosyolojik, kültürel ve ideolojik zeminini dikkate almayan bir ‘paranoya’ olarak, laik kesimde uzunca süre dolanmıştı. Oysa bu tür benzetmelerin gerçekçiliği ancak iki ülkeyi buluşturan ortak bir bağlamla mümkündü. Nitekim küreselleşme bugün ekonomiyi tüm ülkelerin aynı çerçeve içinde değerlendirilmesine müsait bir dinamik haline getirdi. Artık herkes aynı genel kurallara tabi ve başarının anahtarı ülkeden ülkeye değişmiyor.

Dolayısıyla ekonomi alanında Türkiye’nin İran olması o kadar da şaşırtıcı bir ihtimal değil. Geçen haftaların ABD ile Rusya arasındaki ticaret gerilimine Esad’ın kimyasal silah kullanımının eklenmesi, haliyle ekonomiye de yansıdı. Sarsılan dengeler karşısında İran banka işlemlerini on bin avro ile sınırlarken doları da 42 bin riyal olarak sabitledi. Ne var ki dolar hemen ertesi günlerde serbest piyasada 62 bine çıkmıştı…

Üstelik bu gelişme Çin’in otomotivde yabancılara uygulanan kısıtlamaların kaldırılacağı ve gümrük vergilerinin indirileceği açıklamasından sonra yaşandı. Küresel piyasalar hızlı yükselişler yaşarken, İran içe kapanma adımları atmak zorunda kaldı. Aynı günlerde Rusya da rublenin değer kaybının önüne geçemedi.

***

Bu iki ülkenin kaderini küresel piyasalardan ayrıştıran ortak özellikler bulunabilir. Ama herhalde Türkiye’nin de onlarla aynı kabın içinde yer alması ve olumsuz yönde savrulması fazlasıyla umut kırıcı bir durum. Ne var ki Türkiye’ye ilişkin beklentiler o denli bozulmuş durumda ki, Merkez Bankası’nın ‘radikal’ bir hamle yapmaması halinde, ekonominin dengeleri piyasanın insafına kalmış gözüküyor. Hemen ekleyelim ki iş dünyası yatırımlarını yurt dışına kaydırırken, Türkiye vatandaşlarının bankalardaki döviz mevduatları da artmakta. Sonuçta Merkez Bankası dövizinde azalma var ve kısa vadeli dış borçları karşılama oranı düşüyor…

Öte yandan ortada bizzat devlet spekülatöre rant sağlayan bir politika izliyor… Merkez Bankası gecelik ‘pencere’sinden yüzde 12.75 ile para dağıtırken, Hazine yüzde 14.50 faiz ile iki yıllık tahvil ihalesine çıkıyor. Diğer deyişle herhangi bir bankanın Merkez’den alıp Hazine’ye yatırdığı paradan kolayca para kazanması mümkün… Ama bu bile olmuyor. Çünkü Merkez Bankası faizinin gerçeği yansıtmadığını, dengelerin her geçen gün ancak daha yüksek faizle kurulabileceğini herkes görüyor. Böylece Hazine istediği fiyatta istediği kadar alıcı bulamazken, faizin yükseleceği beklentisi daha da güçleniyor.

Birileri bu durumu ‘bürokratik oligarşi’ adını verdikleri bir ‘hayalete’ yıkmaya çalışabilir. Ya da ‘ülkemizi parçalamaya çalışanların şimdi de kur üzerinden bunu yaptıkları’ safsatası ile kendisini avutabilir. Gerçek şu ki ekonomi yönetiminde açıkça gözlemlenebilen bir basiretsizlik devam ederken, Suriye’de Rusya ve İran’a mahkumiyet mesajının alınması, piyasa aktörlerini Türkiye ile ilgili fazlasıyla muhafazakâr ve tedirgin bir konuma itti. Faizin enflasyonun nedeni olduğu ya da bankaların enflasyon kadar kâr etmemesi gerektiği gibi cahilce yorumlar ise, ekonominin ehil ellerde olmadığı kanaatini pekiştirdi.

***

Teşvikler büyümeyi ‘şişirse’ de söz konusu istikrarsızlığın çaresi değil. Gelir ve gümrük vergilerine, KDV’ye, sigorta primine indirim uygulamak, enerji ve kâr payı desteği vermek iş adamını heveslendirebilir ama enflasyonu da yukarı iter. Öte yandan bu kredileri verecek olan bankaları da mecburen yüksek faizle mevduat toplamak zorunda bırakır. Diğer deyişle karşı tedbiri alınmadan yapılan teşvikler faizin de kontrolden çıkmasına neden olur.

Nitekim esnafa tanınan düşük faizli ‘Nefes Kredisi’nin üçte birine bir hafta içinde müracaat edilmesi hükümetin doğru ekonomi politikasının değil, esnafın ne denli çaresiz olduğunun göstergesidir. Böylesine kırılganlaşmış bir ekonominin döviz kurlarını bir anda zıplatması hiç de şaşırtıcı değil…

Hükümet kısa vadeli siyasi hedeflerinin gereklerine öncelik verdikçe, iş dünyasının da İran’la benzerlikleri kollamaya devam etmesini doğal karşılamak lazım…