Ece Temelkuran: Türkiye’de ciddi bir sevgisizlik sorunu var

Ece Temelkuran, Yeniden tv’de Ayşegül Doğan’ın konuğu oldu. Temelkuran, "Bizim birbirimizi sevmeye ihtiyacımız var ki, örgütlenebilelim. Türkiye’de aynı kutupta olan insanlar da birbiriyle ne iyi geçinebiliyor ne asgari müştereklerde buluşmayı gururuna yedirebiliyor ne de birbirini seviyor. Türkiye’de ciddi bir sevgisizlik sorunu var. Muhalefetin içinden bahsediyorum. İnsani ilişki kurma kabiliyetinden bahsediyorum" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Yeniden tv’de Ayşegül Doğan’ın konuğu olan yazar Ece Temelkuran neden Zagrep’te yaşadığını, ülkeden uzak yaşamın duygu ve yazı dünyasına etkisini, yeni kitaplarını ve kadın mücadelesini anlattı. Temelkuran, 8 Mart vesilesiyle kadınlara seslendi.

2016 yılından beri Hırvatistan’ın başkenti Zagreb’de yaşayan Ece Temelkuran, “Neden Zagrep?” sorusuna “Kıyıda olmayı seviyorum, burası Avrupa’nın kıyısı. Paris, Berlin, Londra gibi yerler kalabalık yerler. Oralarda Türkiye’deki çelişkileri daha konsantre halde yaşıyor oluyorsun, biraz bundan da uzak kalmak istedim. Kenarda, kıyıda olmak daha güzel” yanıtını verdi.

Temelkuran, 2016’daki darbe teşebbüsünün ardından yaşadığı bir olayın onu yurt dışında yaşamaya sürüklediğini şöyle aktardı:

“Bir gün Londra’dan dönerken, pasaport kontrolünden geçerken, hanım bir memure pasaportumu aldı. Pasaporta baktı, bana baktı ve dedim ki, ‘şimdi alıyorlar pasaportu, belki de beni de alırlar.’ Sonra kadın bir anda ‘Aa Ece Temelkuran, selfie çekilebilir miyiz?’ dedi. O zaman yüzümün yarısı ağlıyor, yarısı gülüyordu. Sürekli böyle bir tedirginlikle yaşamanın ne kadar yorucu, yıpratıcı olduğunu fark ettim. Sonra da Zagreb’e geldim. Kalmaya gelmedim aslında. Sonra bu tedirginliği tekrar tekrar niye yaşadığımı düşündüm ve burada yaşamaya karar verdim. Yazmak için böyle yapmam gerektiğini düşündüm. Burada yazdığım şeyle orada yazdığım şey arasında da çok büyük bir fark yok. Burada kelebekler, çiçekler yazmıyorum, yazdığımı yazmaya devam ediyorum.”

'BURADA SENDEN BEKLENEN ŞEY 'HAYDİ BİZE TÜRKİYE ŞİKAYET ET' OLUYOR'

Yurt dışında yazmanın zorluklarına değinen Temelkuran, bu durumu şöyle anlattı:

“Sen eğer Türkiye’den gelen bir kadınsan, eğer yazı yazıyorsan ve biraz da muhalif tarafın varsa, senden beklenen şey, ‘hadi bize Türkiye şikâyet et, orada ne kadar çok baskı olduğunu anlat’ oluyor. Böyle garip bir haz duyuyorlar bundan sanıyorum. ‘Ben orada barbarların elinden neler çektim, sonunda kendimi medeni Avrupa’nın kollarına attım’ gibi bir portre çizmem bekleniyor. Bu portreyi çizerken de şu hakkın elinden alınmış olunuyor: Sen sadece Türkiye’yle ilgili konuşabilirsin, bizim ülkemizle ilgili konuşamazsın. ‘Sen Türkiye gibi garip bir ülkeden geliyorsun, nasıl olur da Amerikan demokrasisinin veya İngiliz demokrasisinin de benzer şeyler yaşayabileceğini söylersin’ gibi bir meydan okumayla sürekli karşılaştım. Fakat tabi, hem gelişen olaylar beni haklı çıkardı hem de sanıyorum anlatmakta biraz başarılı oldum ki, sonunda gördüler; bizim Türkiye’de yaşadığımız siyasi deneyim benzer şekillerde başka ülkelerde yaşanıyor. Hiçbir ülkenin ne kurumlarına ne de demokrasi geleneğine ayağını basarak kendini ayrıcalıklı hissetme hakkı yok. Burada biraz zorluk çıktı, entelektüel anlamda onun dışında çok fazla zorluk yaşamadım.”

'YÜKSELEN FAŞİZM NEDENİYLE ÜLKELERİMİZİ KAYBEDİYORUZ'

Sürgün olma halinin çok ağır olduğunu vurgulayan Temelkuran, “Bu çok ağır bir laf. Bir kere sürgün olursanız oradan geri dönüş yok. Ülkenize geri dönseniz bile sürgünlük çok çeşitli katmanlarda devam ediyor. Kabul etmemenin birinci nedeni bu duygusal yükü taşımak istememek, ikincisi de politik bir sebeple. Artık özellikle otoriter rejimlere sahip olan ülkelerdeki insanlar kendi ülkelerinde olsalar bile sürgün hayatı yaşıyorlar. Türkiye’de benim gibi düşünen ve konuşan insanların kendi ülkesinde, kendi evindeymiş gibi rahat hissettiklerini zannetmiyorum. Aynı şey Amerikalılar, Fransızlar veya Almanlar için de geçerli. 'Bir Ülke Nasıl Kaybedilir’de anlatmaya çalıştığım şey buydu; ben bir ülke kaybetmedim ama biz ülkelerimizi ve o güvenlik duygusunu, rahatlığımızı ve birinci sınıf vatandaş olma hakkımızı kaybediyoruz yükselen faşizm nedeniyle. Ülke sadece orayı terk etmekle kaybedilmiyor, ülke sizi terk ediyor aslında bir bakıma, o sağ dalganın şehvetine kapıldıkça” dedi.

'BİZİM BİRBİRİMİZİ SEVMEYE İHTİYACIMIZ VAR Kİ ÖRGÜTLENEBİLELİM'

'Bu da Geçer' ve 'İyilik Güzellik' kitaplarının başlıklarındaki iyimserlik de sorulan Temelkuran, bunun ise ahlaki ve politik bir seçim olduğunu ifade etti:

“Biz sürekli olarak insanlığın en kötü temsilcileriyle burun buruna geliyoruz. Son 10-20 yılı düşünelim Türkiye’de, bu en kötü temsilleri gördüğümüz bir iletişim ortamımız var. Bu bütün dünya için de geçerli. Giderek insana olan inancımızı kaybetmeye başladık. ‘İnsan aslında kötüdür, bayağıdır, rezalet bir varlıktır ve iyi olma ihtimali de yoktur’a varacak kadar başımıza kakılan, yüzümüze vurulan bir kötü insan temsili var. Dolayısıyla bizim kendimize ‘Biz iyiyiz, daha iyi olabiliriz, iyi insanlar var’ demeliyiz ve dünyayı daha iyi yapmaya yarayacak insana olan inancımızı tazelemeliyiz. Biraz bundan dolayı yazdım.

‘İnsana inanmayı seçiyorum’ demek gerekiyor herhangi bir şeye başlamak için… Kötülükten ne kadar bahsedebilirsin ki, bunu devam ettirmek mümkün değil. Bunu devam ettirerek de bir yere varamıyoruz. Samsun’daki kadın katliamı… Her gün böyle bir olayla karşılaşırsan, bunun karşısında yapılan güzel hiçbir şeyi görmezsen ‘yıkılsın bu dünya, herkes altında kalsın’ diye düşünmeye başlarsın.

Bizim birbirimizi sevmeye ihtiyacımız var ki, örgütlenebilelim. Türkiye’de aynı kutupta olan insanlar da birbiriyle ne iyi geçinebiliyor ne asgari müştereklerde buluşmayı gururuna yedirebiliyor ne de birbirini seviyor. Türkiye’de ciddi bir sevgisizlik sorunu var. Muhalefetin içinden bahsediyorum. İnsani ilişki kurma kabiliyetinden bahsediyorum. İnsani bir dille, insanca değerlerle birbirine bağlanmayı ve bu yolla bir dayanışma örgütlemeyi kaybetmiş bulunuyoruz. Bu sadece Türkiye’nin sorunu değil. Dünyadaki bütün ilericilerin sorunu haline geldi. Özellikle sol ahlaki değerlerini konuşmaktan ve bunları iyi insan olmak için geçerli gerekçeler olarak ortaya koymaktan vazgeçtiğinden beri –ki bu da Berlin Duvarı’nın yıkılışıyla da alakalı. Zamanın ruhunda böyle bir ahlaki değişim oldu sol için. Böyle bir yenilgi, ‘solcu insan iyi insan olmalıdır’ gibi çok basit bir önermeden vazgeçilmesini bir yenilgi olarak görüyorum ve insan sevgisinden, insan sevgisinden duyulan heyecandan vazgeçilmesini… Buralarda düşünmeliyiz. En sonunda daha reel politikada koalisyonlara, dayanışmaya, bir araya gelmeye varabilelim."

'KADIN MÜCADELESİ DÜNYAYA LİDERLİK EDECEKSE İNSANLIĞA EN BÜYÜK KATKILARI İKTİDAR KELİMESİNDEN KURTULMAK OLACAK'

Kadın mücadelesini, bu mücadele deneyiminin biriktirdiği mirası da değerlendiren Temelkuran, şunları kaydetti:

“Kadın mücadelesinde edinilen deneyimden dolayı şu değişebilir belki, bu değişirse de her şey değişir: İktidar ile güç sözcüklerinin yeri değişebilir. Tahrir’den Gezi’ye, Amerika’daki siyah hareketinden Avrupa’daki kadın hareketine özellikle gençlerin istediği şey enteresan; hiyerarşi olmayan ve iktidar olmayan bir güç oluşturmaya çalışıyorlar. Eğer bu başarılırsa binlerce yıllık insanlık tarihinin ezberi bozulmuş olacak, çünkü biz hiç iktidarsız yaşamadık. Kadın mücadelesinde yatay örgütlenme yöntemleri hep bu iktidar meselesini sorgulayarak oluştuğu için ve kadınlar da kendi kişisel hayatlarında iktidarı güçle değiştirdikleri için belki bu mücadelenin deneyiminden dünya politikası şöyle yararlanabilir: yatay örgütlenme yöntemleri bulabilir. Eğer bunu bulabilirsek o zaman sadece örgüt kurmak için değil, yeni bir hayat örgütlemek için de kullanabiliriz. Bu büyük bir devrim, hemen yarın olacak bir şey değil. Eğer kadın örgütlenmesi, mücadelesi dünyaya liderlik edecekse –ki ben bu yüz yıl boyunca liderlik edeceğini düşünüyorum- sanıyorum insanlığa en büyük katkıları iktidar kelimesinden kurtulmak olacak. Onun yerine güç kelimesi gelecek. Ve kadınlar değiştirirse böyle değiştirmeliler.”

'SONUNDA BİZ KAZANACAĞIZ'

Temelkuran 8 Mart vesilesiyle kadınlara da seslendi: “Sevgili kadınlar birbirinizi sevin, çünkü bizim birbirimizden başka çaremiz var. Birbirinizi çarçur etmeyin... Ve sonunda biz kazanacağız.”