YAZARLAR

Ebrar’ın ahenkle dans etmeyen saçları

Halkımızın her an sarsılabilir yerli ve milli duyguları düşünülünce burada hala azımsanmayacak bir miktar risk de var üstelik. Neresinden baksan cesur bir reklam.

Ebrar Karakurt’un alamet-i farikası olan kısa, pembe saçları ve dillere pelesenk, pek tatlı “dedim olabilir” sözü etrafında kurulmuş konseptiyle Elidor’un reklam filmi birkaç gündür çok konuşuluyor. Tartışmaların bir kısmı da Ali Atıf Bir’in sosyal medya kuyusuna attığı “20 voleybolcu içinde neden kısa saçlı olan?” dahiyane sorusundan kaynaklanıyor. Bir iletişim profesörü ve reklamcının cevabı gayet belli bir soruyu, hem Ebrar’ı hem de markayı ve reklam filminin ardındaki diğer paydaşları hedef haline getirmeye çalışarak defalarca sorması haklı olarak büyük tepki görüyor. Sonunda Ali Atıf Bir’in sitesi hacklenerek ana sayfaya Ebrar’ın dil çıkaran pozu konmuş. Güzel final bence.

Pek stara gereksinim duymayan, hepsi bir arada da yıldız gibi parlayan bu güzel takımın starı Ebrar. Saçlarından, saklamadığı gibi üstüne konuşmaya gerek de görmediği cinsel yönelimine, deli dolu ve eyvallahsız var oluşundan herkesin şıkır şıkır kıyafetlerle katıldığı federasyonun 60. yıl balosuna ceket pantolon gitmesine her şeyiyle… Zamanın dertleri ve farklılıklara tahammülsüzlüğüyle cebelleşmekte nefis bir yol sunan, bir nevi yeni “eyvallah” halini alan “dedim olabilir” sözü de cabası. Güzel söz valla, duyduğumdan beri fırsat buldukça ben de kullanıyorum.

Elidor’un bu reklamını “durumdan pay çıkarmak, seküler kesimin takımı sahiplenişindeki sempatiden, Z kuşağının Ebrar ilgisinden yararlanmak ve LGBTİ+ gönülleri kazanmak” yönünde ticari bir atak olarak görülerek de eleştiriliyor. Bir reklamın “satışı” ya da bu durumda marka görünürlüğü, tanınırlığını pekiştirmek gibi amaçları gözetmesinde ne gibi bir gariplik var ki? Tüm bu bileşende bir karşılık görmeleri, aksine, umut verici. Halkımızın her an sarsılabilir yerli ve milli duyguları düşünülünce burada hala azımsanmayacak bir miktar risk de var üstelik. Neresinden baksan cesur bir reklam.
Ebrar büyük bir toplum kesiminde ne kadar sempati uyandırırsa uyandırsın, şüphesiz farklı ve zorlayıcı bir var oluş. Medya ve geniş toplum kesimleri bizde farklı cinsel yönelimlere sahip popüler figürleri çoğunlukla ancak bir tür riya bulutu çerçevesinde sahiplendi. Ya alabildiğine, bazen groteske varan ölçüde “kostüme”, bu anlamda kimliği, yönelimi gözden gizlemeye de elveren bir duruş ve/veya muhafazakar söyleme ağdalısından adapte olanlar büyük ölçüde bağra basıldı.

Z kuşağından, mesleki başarılarının her şeyin önünde olması gereken pırıl pırıl bir gencin bu aşırı zor toplumda herhangi bir şeyin hedefi haline gelmesi insanı onun adına ürkütüyor. O nedenle bu konudaki ilk haberler sökün ettiğinde yazmamayı tercih etmiştim. Ama artık bu noktanın epey ilerisindeyiz.

Elidor’un cesur tercihi, aynı zamanda kadınlara dayatılan güzellik standartlarının epey dışında, kısa ve pembe saçı ilk kez bir şampuan reklamının göbeğine oturtmasıyla da ilgili. Ali Atıf’ın (ve benzerlerinin) bir türlü kavrayamadığı değil kendini gündem etme hevesiyle kavramazdan geldiği mesele bu zaten. Tam da o saçlar nedeniyle seçilmiş zaten reklam için.

Şampuan reklamları yüz yıldır pek az değişim gösterebilen konseptleri nedeniyle sıkıcılıkta deterjan reklamlarıyla yarışır. Her durumda pırıl pırıl, upuzun, bakımlı saçlara sahip, dünya patlasa 24 ayar gülümseyen kadın imgesi sunulur bu reklamlarda. Kadın dediğin uzun saçlı olmalı, o saçlar ahenkle dalgalanmalıdır.

Kendi saç serüvenim de geldi bu yazıyı yazarken aklıma. Çok okuyan, hep yazan, ellerini ceplerine koyup yürüyüşlere çıktığında rüzgarda üflemek için bıraktığı lülesi dışında süs püsle işi olmayan kısa saçlı bir kız çocuğuydum ben. Bir sürü kurmaca karakterle paylaştığım kendi dünyamda yaşıyordum büyük ölçüde. İlkokulun sonuna doğru bahçesinde dut ve elma ağaçları olan serin çocukluk evimizden ayrılıp başka bir semte yerleşince buradaki okulda tanıştığım bir grup “yerli dizi havalı kızı” vesilesiyle dünyaya düştüm. Sertçe bir düşüştü ama ben kendi frekansımda kalmayı sürdürmekte direniyordum hala.

Üniversite yıllarında ise artık uzun saçlı, süse püse de bir miktar önem veren bir kızdım. Artık ahenkle dalgalanan saçlarımı ilk kez master yaparken, 23 yaş civarında boyattım. Doğal simsiyah saçlarım bir kuaför azizliğiyle bir anda istediğim kızıla değil, havuç turuncusuna döndü. Bu beklenmedik değişiklik gözümü tırmaladıysa da ilk kez bu kadar cüretkar bir fiziki hamlede bulunmuştum. Çocukluğumun grili mavili “ciddi” renk tayfını da yırtıp canlı renklere yöneldiğim bir zamandı. Yani belki de en hayırlısı bu saçtı, dedim olabilir!

Tepkiler muhtelif oldu. İki tanesini hiç unutmuyorum. İlki o zamanki patronumdan geldi. Yanımdan geçerken dalgın bir ifadeyle “klasik bir güzelliği olan kadınlar neden klasik olarak kalmayı başaramazlar…” diye mırıldandı. Bir miktar mansplaining tabii cepte ama ötesi yok. Kafası hayli işle ve kendisiyle dolu, değişik bir tip olan patronum aklından geçeni öylesine söylemişti. Klasik lafına çok takılıp şaşırmıştım. “Klasik güzellik” ne demek? Benim nerem klasik? İçimin cüreti, rengi dışıma yansımıyor mu ya?” gibi düzinelerce soru geçti aklımdan. Ertesi gün üniversiteden çok sevdiğim bir erkek hocam da “yani güzel ama ben seni ağırbaşlı bir kız olarak biliyordum, bu renk seçimi biraz şey olmamış mı?” deyince de iyice tüylerim diken diken oldu. O yanık havuç saçlarla mahsus tam iki ay gezdim. İyi oldu bence. Kendi rengime döndükten sonra da ara küçük müdahaleler dışında saçımı yıllarca hiç boyatmadım.

Son beş senedirse kırmızı ya da açık kızıl saçlarla uzun geziyorum. (Saçlarını envai çeşit renge boyayan, ayda bir farklı model deneyen kadınlara da hep sempati duymuşumdur ama.) Tercihlerimde yukarıdaki türden değerlendirmelerin etkisi var mı bilmiyorum. Pek sanmıyorum. Sadece bir kadının saçı asla “sadece” kendi kararı olamıyor, hayatındaki çeşitli erkekler başta olmak üzere herkesin karıştığı bir mevzu halinde dalgalanıyor konusunu vurgulamak istedim.

60’ıma gelince Aysel Gürel saçlarım da olabilir, hiç belli olmaz. Bir de bu yönü var bak saç işinin. Çok cesur kesim ve modeller ya gençliğe ya da olabildiğince ileri yaşlara yakıştırılıyor, saçlar mümkün mertebe uzun süre, kadınsı olmama riskini en aza indirecek şekilde ahenkle dalgalanıyor.

Kısa saç bazı bireylere her yaşta çok yakışır ve güzeldir. Şampuan reklamlarının sadece kadın ve erkekleri kapsamasının yanı sıra neredeyse sadece uzun saçlı kadınları hedefleme devri de bitti sayılır bu reklamla, ne güzel. İster Ebrar’ın popülerliği nedeniyle, isterse tüm bunları artık görmezden gelinemez bir mevzu haline getiren kadın ve LGBTİ+ hareketlerinin gücüyle olsun. (Hepsi birden bence.) Markanın bu cesur seçimi muhakkak başka bir şeyin de göstergesi: Patriyarkanın dayatmalarına inat kendi seçimlerini yapan ve özgür seçimlere saygı duyan büyük bir kesim var. Bu su artık durmaz, durduramazsınız.


Zehra Çelenk Kimdir?

Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.