YAZARLAR

Duygusal değil duygulu bir film

"Broker" aslında ‘duygusal’ bir filmden ziyade ‘duygulu’ bir film. Böyle dramatik çıkışlı bir hikâye oldukça duygu sömürüsüne ve ‘ağlatma’ hevesine açıkken yönetmen yargılamayı değil anlamayı seçiyor. Karakterlerine olmaları gerektiği gibi değil oldukları gibi bakmayı yeğliyor.

Bizce ‘auteur’ olarak tanımlayabileceğimiz bir yönetmenin, ülkesi dışında bir film çekmesi her zaman bir risk taşır. Çünkü bu sınıfa giren yönetmenler, yapımlarında tek yanlı ve tartışma götürür bir politik duruş veya sosyal yargılamaya varabilecek bir yaklaşım takınmasalar bile filmlerinin kendi ülkelerinin iç dinamiklerden etkilenmemesi nerdeyse imkânsızdır. Ancak bir yandan da bu isimlerin gücü de buradan kaynaklanır: Bazı mesajları seyircinin gözüne sokmadan hissettirmek, içeriklerinin ‘doluluğunun’ asla seyir keyfinin önüne geçmemesini sağlamak…

Hatırlanacağı üzere Woody Allen gibi bir isim bile ‘uzmanı’ olduğu New York ve burada yaşayan insanlar üzerine çok sağlam bir kariyer kurduktan sonra sırasıyla başka ülkeleri ziyaret etmiş ve bu filmler bütün artılarına rağmen yönetmenin eski filmleri kadar beğenilmemişti.

Bu hafta sinema salonlarımıza uğrayan "Broker" (Bebek Servisi), Japon yönetmen Hirokazu Koreeda’nın ülkesi dışında çektiği ikinci film. İlk olarak "La Vérité" (Saklı Gerçekler) filmiyle Fransa’yı ziyaret eden Koreeda, bu filmini ise Kore ülkesinde kuruyor ancak fetiş temasını olan ‘aile’yi asla bir kenara itmeden…

Koreeda, kuşkusuz kariyeri zengin bir yönetmen ama asıl ‘patlamasını’ ve dünya ölçeğinde tanınmasını 2018 yılında Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye kazanan "Arakçılar" filmiyle gerçekleştirdi. Bu kadar büyük bir ‘çıkıştan’ sonra yönetmenin sonraki filmleri büyük bir merakla bekleniyordu, "Broker" filmi de beklentilerimizi boşa çıkarmıyor.

Konudan bahsedecek olursak: Bir kadın, yağmurlu bir gecede yeni doğmuş bebeğini Busan’daki bir kilisenin kapısında bir kutuya bırakır ve gider. Bebek, kilisede yarı zamanla çalışan ama aslında ‘çocuk trafiği’ yapan iki adam tarafından alınır ve para karşılığı evlat edinmek isteyen bir aile satılmak istenir. Ancak bu esnada bu iki adam, onları suçüstü yakalamak isteyen iki kadın polis tarafından izlenmektedir.

PARÇALARI TOPLANAN BİR AİLE

Koreeda, asla dram türüne eğilen bir yönetmen değil. Her ne kadar filmini bir bebeği terk ediş gibi dramatik bir olayla açsa da sonrasında sunduğu hikâye çok daha öte yerlere gidiyor. Kuşkusuz hikâyesinde duygusal bağlar ve süreçler merkezi teşkil ediyor ama asla bir gereksiz ağlatma veya olandan daha kötü gösterme gayreti hissetmiyoruz.

Hatta bebeğini terk eden anne bile her ne kadar canavarca bir eylemde bulunmuş olursa olsun bu iki çocuk kaçakçısına eşlik ederek, bebeğinin verilecek ailenin sadece zengin değil doğru aile olmasını gözetiyor. Bu yüzden onu belli ölçülerde affedebiliyoruz. Aynı şekilde anne So-young karakteri (sonrasında içinde taşıdığı sırlar açığa çıkıyor) gibi bebek kaçakçıları Sang-hyeon ve Dong soo da dolu ve derinlikli karakterler. Aslında üçünün de travmaları ve amaçları aynı şeye dayanıyor: Aileye!

Yönetmen, adeta dağılmış olan bir ailenin kırık parçalarını, kalıntılarını toplayarak kendince bir aile yaratmaya çalışıyor. Ancak bu aile, kan bağıyla değil hayattaki seçimlerle şekillenen bir aile. Değişik nedenlerden dolayı ‘dışlanmış’ bu bireyler, arkadaşlık ve dayanışma bağları ile bir bütün oluşturmaya çalışıyorlar.

MUTSUZLUĞUN ORTASINDA BİR UMUT IŞIĞI…

Yönetmen, bütün bu öksüz, hayat kadını, küçük çaplı serseri gibi ‘kaybetmiş’ karakterlerin hayatına inanılmaz derecede insancıl ve iyi niyetli bir bakış atıyor. Sanki bu karakterlerin dışlanmış olması sadece kendi hatalarından veya yaşam şekillerinden değil daha çok (Kore’deki) toplumun genel değerlerinden dolayı yaşanıyor. Sonuçta ana karakterlerin hepsi suç işleyen veya işlemiş kişiler ama bulundukları hayat koşulları eylemlerine, mazur göstermese de belli bir açıklama getiriyor.

"Broker" aslında ‘duygusal’ bir filmden ziyade ‘duygulu’ bir film. Böyle dramatik çıkışlı bir hikâye oldukça duygu sömürüsüne ve ‘ağlatma’ hevesine açıkken yönetmen yargılamayı değil anlamayı seçiyor. Karakterlerine olmaları gerektiği gibi değil oldukları gibi bakmayı yeğliyor.

Koreeda’nın, filmini Güney Kore’de konumlandırması da boşuna değil. Filmin başında bir bebeğin özel bir kutuya konulup kilise önüne bırakılması daha çok Kore’de ve Japonya’da yaşanan bir durum. Ama yönetmen bunu bu ülkelere üstten bakmak ve eleştirmek için değil, daha çok o ülkelerin sosyal koşullarını çizmek için kullanıyor. Kore-eda’nın bu yaklaşımı, Farhadi’nin, İran’da geçen filmlerinde diğer ülkelerde olmayan ve birçok açıdan kısıtlayıcı görünen kuralları hikâyesine bir tempo ve enerji katmak için kullanmasını hatırlatıyor. İşin daha önemli kısmı iki yönetmen de senaryolarını belli bir ülke ve toplum üzerine kursa da işledikleri temalar evrensel ve dolayısıyla ‘sınırsız’! Farhadi filmlerinde ahlak, vicdan, bağışlama gibi konulara eğilirken Koreeda terk etme, kabul etme, sahiplenme gibi temaları işliyor.

IŞILDAYAN BİR ‘TRIO’!

Böylesine dolu ve katmanlı bir filme en büyük yardımlardan biri de tabii ki oyuncularından geliyor. Özellikle Bong-Joon-ho’nun filmleriyle ("Parasite", "The Host"…) artık iyice tanıdığımız deneyimli oyuncu Song Kang-ho ve ülkemizde "Peninsula" (Yarımada) filminden hatırladığımız Dong-won Kang çok etkileyici, belli bir mizah taşıyan ve dokunaklı performanslar çıkartıyorlar. Çizdiği karakterlerin insancıl yönlerini, ikilemlerini, ahlaki ve vicdani değerlerini seyirciye tamamen naklediyorlar. Bu iki ‘çocuk’ kaçakçısının arasına karışan anne rolünde (aslında tanınmış bir şarkıcı olan) IU, ilk gerçek rolünde onlara layığıyla eşlik ediyor. Bu iki büyük oyuncu karşısında ezilmemek hatta zaman zaman onların performansını da ‘beslemek’ bizce büyük bir başarı….

Sonuç olarak Koreeda bir kez daha filminin merkezine bir çocuğu koyup onun etrafında şekillenen kişiler ve hayatlar üzerine çok etkileyici bir film çıkarmış. Sinemasında sık sık karşımıza çıkan ölüm ve birisinin eksikliği temalarını ve bazıları için gündelik yaşamın sıradan görünen önemsiz olaylarının nasıl başkaları için büyük anlamlara gelen ‘dönüşümlere’ evrileceğini irdeleyen bir yapım çıkarmak bizce sadece büyük bir yönetmenliğin değil aynı zamanda derin bir duyarlılığın da ürünü… Sanırız bu yolda devam ederse ikinci Altın Palmiye ödülü de fazla gecikmeyecek!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .