Duvardaki Yapıtlar: İtilmişe direnmek

Dünya resim sanatının bugün gelip dayandığı nokta, bu tabloya “basit” veya “çelimsiz” dedirtebilir. Fakat sizi de ince bir afallamayla duraksatmıyor mu?

Google Haberlere Abone ol

Tevfik Taş

Sokağa atılmış ve hırçınlaşmış bir çocukla mı yüz yüzeyiz? Yoksa tablodaki bu figür sanatsal form aracılığıyla bizdeki kaygıları açığa çıkarıp kendi itilmişliğimizi veya bunun olasılıklarını mı düşündürüyor? Böyle söylediğimizde iki farklı soru mu doğuyor; yoksa aynı sorunun değişik boyutları birbirine değip kıvılcımlanıyor mu?

***

Sokak çocuklarının Araf’ta kalmışlığından, bunun nedenlerinden çok, onları “toplumsal güvensizlik” yaratan odaklardan biri saymamızı söyleyip duran bir dünyada bu tablo, imal edilmiş hangi önyargımızı açığa çıkarıp acıtıyor?

Bill Stoneham’ın 1972 yılında yaptığı bu tablo, yaradılış nedenlerini aşan eserlerden biri oldu.

***

Bir cam panelin önünde bir erkek çocuk ve boyutları şaşırtıcı oyuncak bir bebek. Camın öbür yüzünde neredeyse görünmeyecek denli belli belirsiz insan ve el figürleri, öndeki karakterlerin camın bu tarafında kalmasını istercesine tutuyor paneli.
Camdan bir sınır!
İronik mi?
Sanırım değil. Emekçiler, özellikle de ‘Beyaz Yakalı’ denen kesim camdan bölmelerle bölünmeleri yakından tanıyor.

***

Tablo, çocuk kavramını işlemiş sanatçıların iki ucunu da düşündürüyor. Birinci ucu düşünmek için zihnimizin hayli dolambaçtan geçmesi gerekiyor. Bu ucu temsil eden ressam Frans Hals (17. Yüzyıl) olabilir pekâlâ. Barok dönemde yaptığı mutlu çocuk resimleriyle ünlüdür Hals. Ondan önce çocuk ve mutluluk üzerine böyle eserler veren ressam sanırım yok ama onun çocuk resimleri, toplumlardaki çoğunluğun yalancı romantizmine iyi birer örnek de sayılabilir.

***  

İkinci uç, 1970’li yılların Türkiye’sinde de yaygınlaşan “Ağlayan Çocuk” resmi türü eserlerdir (bu türün ilk yaratıcısından emin olamadığım için yazamıyorum). O resimler “kitsch”, yani sanat değeri olmayan ve sanat görgüsü gelişmemiş kitleleri etkileyen işlerden biri olarak tanımlandı.

“Ağlayan Çocuk” toplumlardaki “ya ben de böyle olursam” veya “iyi ki ben böyle değilim” gibi başkalarının başına gelmiş fenalıkla teselli bulan yanlara seslendiği için de çokça sahiplenildi, diyebiliriz. Zira salt evlerde değil, hemen her dükkânda, kamyonların, otobüslerin, minibüslerin arkasında görülüyordu. Peki Bill Stoneham’ın tablosu, hangi duyguyu hangisine ekliyor?

Benim ilk hallerinin yaratıcısının adını bilmediğim ama 1970’li 80’li yıllarda Türkiye’de de hemen her yerde görebildiğimiz “Ağlayan Çocuk” tablolarından biri (solda), Frans Hals’ın “Mutlu Çocuk” kavramını işlediği tablolarından biri, ayrıntı (sağda).

***

Stoneham’ın bu figürleri nasıl oluyor da bana durmadan, yerinden yurdundan edilmiş savaş mağdurlarını düşündürüyor? “Esenlik, refah içinde” sayılan devletler açısında mültecilerin büyük bir tehlike sayıldığı; toplama kamplarına, gettolara tıkıldığı; 'Sessiz İstila' diye filmlerle “mültecilerin milli değerleri yok edeceğine” ilişkin milli korkular öne çıkarılarak, onlardan kurtulmanın yollarının arandığı bir dünyayı nasıl oluyor da neredeyse hiç ilgisi olmayan bu tablo söyleyip duruyor. Diyelim ki böyle bir dünyada yüzümüze dik dik bakan bu çocuk kahramanı tekinsiz bulan ve lanetliler kategorisine itenlerin sosyolojisi bu düşünüşte etkili oluyor. Peki ama neden durmadan çoğaltıp yayacak kadar çekici buluyor toplumlar bunu?

***

Friedrich Schiller, “Doğamızın genel bir olgusu sayesinde üzücü korkunç, hatta dehşet verici şeyler, karşı konulamaz biçimde çekici gelir bize” diyor. Bu tabloyla yaşadığımız tam bu mu?

Kaygının iki yüzü -çocukta gözlenen (öfkeli kaygı) ve çocuk aracılığıyla bize yansıyan- ya da çocukta var edilmiş (doğuştan olan değil) tedirginliğin, bizde gizlenmiş, bastırılmış ikiyüzlülüğü, önyargılara bağlı savunma güdülerini açığa çıkarması da akla gelmiyor mu?
Tabloyla bakışmamıza ‘Çaresizin Hırçınlığı’ndaki öngörülemezlikler, bilinmezlikler de ekleniyor demek abartı mı olur?

***

Aydınlığı tablodaki dünyaya da pek hayr etmeyen, kılıcımsı ay ışığı ve onun belli belirsiz kıldığı gölgeler, eller camın öbür yüzünün de bir “içeri” olmadığını düşündürüyor. O halde salt bir konut içi ve konut dışı meselesi değil baktığımız. Daha ötesi, dünya meseleleri…

Bill Stoneham Eller O’na direniyor, ayrıntı.

 

***

'Eller O’na Direniyor.' Stoneham’ın tablosuna verdiği ad, toplumların çoğunluğunda asırlardır yaratılmış ve içselleştirilmiş olana bir ironi olabilir mi?

Öyle ya çağımız güçlülerin düşürdüğü zayıflardan bir de köle olarak yararlanıp onlara "iyilik" ettiği dönemlerin bir anlamda kapanabileceğini gösteriyor. Artık güçlüler itekleyip düşürdüğü zayıfları kapılardan kovma çağını yaşamamızı buyuruyor. Sokakta kalmışlar, savaş mağdurları, göçebeler, sistemin çekirdeği olan aileye tahammülsüz olanlar dışarıda tutulmalı. Azıcık duralayıp adlandırmayı tarttığımızda, "İtilmişe Direnmek" gibi bir adın tabloya daha çok yakışacağını düşünebiliriz.

***

Stoneham bu tabloyu yaratırken, eserinin, yukarıdaki düşüncelerin simgesi olabileceğini düşünmüş müdür bilmiyorum. "Kendi 5 yaş fotoğrafımı model aldım" diyor. Ancak resmi yaptığı dönemde "Carl Gustav Jung’un 'Kollektif Bilinçdışı' ve 'Gölge' teorileriyle ilgilendiğini" söylüyor.

***

Dünya resim sanatının bugün gelip dayandığı nokta bu tabloya “basit,” veya “çelimsiz” dedirtebilir. Fakat sizi de ince bir afallamayla duraksatmıyor mu?

MERAKLISINA, TABLO HAKKINDA

Bill Stoneham’ın 1972 yılında yaptığı bu tablonun üzerine yazılanların handiyse tümü, tedirgin edici şekilde birbirini tekrarlıyor. Bu da doğru yazma kaygısı taşıyanları epeyce zorluyor. Anlaşıldığı kadarıyla; tablo ilk olarak 1972-73 sergi sezonunda California'daki Feingarten Galerisi'nde sergilenmiş. İlk alıcısının, "The Godfather"daki (meşhur "Baba" filmi) Jack Woltz rolüyle tanınan aktör John Marley olduğu da yazılanlar arasında. Tablo hakkında yıllarca tek sözcük eden olmamış ta ki 2000 yılında, terkedilmiş bir bira fabrikasında bulunana dek unutulmuş. Asıl serüven de bundan sonra başlamış. eBay adlı sanal ticaret sitesinin "Müzayede" bölümü tarafından yeniden satışa sunulduğunda, tablonun "doğaüstü güçlerle" ilişkisi öne çıkarıldı ve alıcıları uyarıldı. "Tablodaki oyuncak kızın elindeki nesneyi silah gibi kullanarak çocuğu tablonun dışına çıkmaya zorladığı ve özellikle gece boyu tabloda bir hareketlilik olduğu" gibi şeyler söylendi. Hatta tablo yüzünden yatak-döşek hasta olanları gösteren fotoğraflar bile yayımlandı. Bunların ne kadarı pazarı kızıştırmayı amaçlıyor ne kadarı tabloyla yakın ilişki kurmuş insanların ifadesi bilmek zor.

BBC, eBay’in ilanından şu alıntıyı yapıyor: "Uyarı: Strese bağlı hastalıklarınız varsa ya da yatkınsanız, kalbiniz zayıfsa veya doğaüstü olaylara aşina değilseniz, bu tabloya teklif vermeyin. Bu tabloya teklif verenler, satıştan sonra meydana gelecek olaylardan satıcıyı sorumlu tutamaz. Bu resim, hayatınızı etkileyebilecek veya değiştirebilecek doğaüstü güçlere sahip olabilir veya olmayabilir." Bu ilan interneti alevlendirdi ve tablo milyonlarca insanın ilgisini çekti. Hayli zamandır da parapsikolojiyle, doğaüstü, gizemli, tılsımlı işlerle haşır neşir olanların fenomenlerinden biri. Kimi galericiler ressama “devam filmi” babında birkaç tablo daha yaptırmış ama onların hiçbiri bu kertede anılmadı.

NOT: Devam edecek; çünkü tabloda bir de oyuncak bebek var. Zira antropoloji, arkeoloji ve sanat tarihi literatüründe oyuncak bebek kavramı üzerine yazılmış yüzler makale ve kitap var. Endişelenmeyin ben o kadar uzun yazmam.