Arap dünyasında geçen hafta: Lübnan'da değişimin garantisi yok

Arap medyasının gündeminde 4 Ağustos'ta Lübnan'da yaşanan patlama vardı. Ürdün El Destur gazetesinden Oraib El Rintavi, patlamanın nedenlerini ve sonuçlarını tartıştığı yazısında "Lübnan’ı felakete sürükleyen siyasi tabakanın elindeki bütün kartları eski araçlarıyla oynama kabiliyetini kaybettiğine dair bir kesinlik yok. Veya mezhep temelinde çalıp oynama konusundaki canlılığını yitirdiğine dair." yorumunu yaptı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - 4 Ağustos günü Lübnan’ın başkenti Beyrut’taki liman patlaması bu hafta Arap dünyasının birinci gündemiydi. 2013 yılından beri Beyrut limanında bulunan ve patlayıcı özelliği bulunan amonyum nitrat hangarının infilak etmesi sonucunda 150’den fazla insan hayatını kaybetti 3 bin 500’den fazlası da yaralandı.

Uzun süredir ekonomik ve siyasi açıdan bir kaos yaşayan ülkede böyle bir hadisenin yaşanması, bazı uzmanlara göre öldürücü darbe niteliğinde. Lübnan kaynakları patlamadan dolayı oluşan maddi kaybın ise 3 ila 5 milyar dolar olduğunu açıkladı.

Lübnan yönetimi her ne kadar sorumluların bulunması için soruşturma başlattığını açıklayıp bu soruşturmanın en kısa zamanda sonuçlanacağı vaadinde bulunsa da bu, Lübnanlılarca pek de inandırıcı bulunmuyor. Zira on yıllardır aynı kişilerin siyaset sahnesinde etkili olduğu ülkede, söz konusu siyasi kesim birçok sorunun müsebbibi olarak görülüyor.

Patlamanın ihmaller zincirinin bir sonucu mu olduğu yoksa siyasi hedefi olan bir sabotaj mı olduğu tartışmaları devam ederken Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “dayanışma” için Lübnan’ı ziyaret etmesi başka bir tartışma yarattı.

Macron’un ziyareti sırasında bazı Lübnanlıların tekrar Fransa mandası altına girmek için imza toplaması ve Macron’un bu ziyarette yaptığı açıklamalar ilerleyen dönemde Lübnan odaklı uluslararası çekişmenin işareti olarak değerlendirildi.

Bu hafta bir diğer önemli gündem başlığıysa Suriye’nin kuzeydoğusundaki petrol kaynaklarıyla ilgiliydi. Amerika Birleşik Devletleri’nin Delta Crescent Energy şirketinin Suriye Demokratik Güçleri ile petrol anlaşması yapmasına onay vermesi başta Suriye, Türkiye ve İran’ın tepkisine neden oldu.

Kürtlerin ABD ile ilişkisine geçmişten beri olumsuz bakan ve bu ilişkinin bölgenin parçalanmasını hedeflediğini düşünen Arap dünyasında söz konusu olan bu anlaşmaya da bakış açısı yine bu zeminde oldu. Arap dünyasının önde gelen bazı gazete yazarları bu anlaşmayı Arap dünyası ve Suriye’yi arkadan hançerlemek olarak görürken, bazıları da Kürtlerin ABD’ye güvenerek tarihten ders çıkarmadıklarını savundu.

'PATLAMADA SORUMLULUK HEREKSE AİT'

“Beyrut Limanı’ndaki patlamayla ilgili gerçekler açığa çıkana ve bununla ilgili verilen beş günlük süre tamamlanana kadar patlamada sorumluk idari-güvenlik-siyasi hiyerarşidedir. En üstten, en aşağıya kadar. Felaketin büyüklüğü, can kayıpları ve maddi zararlar, herkesi ta ki suçsuzluğu ispatlanan kadar töhmet altında bırakmaktadır.

Bu vakte kadar devletin güvenlik birimleri, olan bitenle ilgili (amonyum nitratın limana gelmesinden patlamaya kadar) hükümete ve Baabda sarayına raporlar gönderdi. Bu da, Cumhurbaşkanı Mişel Avn ve Başbakan Hassan Diyab’ın patlamaya hazır bombadan haberi olduklarını gösteriyor.” (Lübnan El Akhbar gazetesi)

'PATLAMA SONRASI ÜLKEDEKİ SİYASİ ATMOSFER AYNI'

“154 şehit ve onlarca yaralı, başkentin komple yıkılan limanı, yine komple yerle bir olan ticari ve yerleşim yerleri. Patlamanın bilançosu bu. Ancak siyasi tabakanın hepsi hiçbir değişiklik olmadan yoluna devam ediyor. Karşılıklı suçlamalar, sorumluluktan kaçınma ve çarpıtma.

Söz konusu karşılıklı suçlamalar, patlayıcı maddenin Beyrut limanında kaldığı süre göz önünde alındığında oldukça mantıksız geliyor. Bu patlayıcıları taşıyan gemi 21 Kasım 2013 tarihinde Beyrut limanına yanaşmasından infilak ettiği güne kadar, Lübnan’da bir cumhurbaşkanı, dört hükümet ve iki meclis değişti. Dolayısıyla bu katliamın sorumluluğu istisnasız bütün siyasi tabakaya aittir.

Ancak görüyoruz ki, salı günü meydana gelen patlamanın üstünden birkaç gün geçmesine rağmen aynı siyasi tutumlar devam ediyor. İnsanların evlerine elektrik ve su götürmedeki başarısızlık karşısındaki aynı şeyleri duyuyoruz. Veya çöplerin toplanmaması hususunda.

Söz konusu siyasi tabakanın iktidarı altında yaşayan Lübnanlıların durumu toplama kamplarında yaşayanlara benziyor. İnsanlar günlük hayatın zorluklarından bıkmışlar ama gardiyanların gözünde onlar sadece gerektiğinde kurban edilebilecek rakamlardan ibaretler.” (Muhanned El Hac Ali/Lübnan El Modon gazetesi)

'LÜBNAN’DA DEĞİŞİM OLACAĞINA DAİR BİR GARANTİ YOK'

“Lübnanlılar artık her büyük bir olay olduğunda, ‘hiçbir şey eskisi gibi olmayacak’ demeye alıştı. Yine birçok Lübnanlının, başkentlerini yerle bir eden ve onu İkinci Dünya Savaşı'ndan kalma bir şehre çeviren son patlamadan sonra aynı şeyi tekrar ettiğini duydum. Önemli olan 4 Ağustos’un Lübnan’daki gidişatta bir dönüm noktası olmasıdır. Ama ortada duran en önemli soru da bu: Sahiden bu gerçekleşecek mi? Gerçekten patlama sonrası öncesinden farklı mı olacak? Gerçekten yozlaşmış siyasi tabakanın bütün kırıntıları, Beyrut’taki bütün evlerdeki kırıntılar gibi uçup gidecek mi?

Lübnan’ı felakete sürükleyen siyasi tabakanın elindeki bütün kartları eski araçlarıyla oynama kabiliyetini kaybettiğine dair bir kesinlik yok. Veya mezhep temelinde çalıp oynama konusundaki canlılığını yitirdiğine dair. Ya da Lübnanlıları yeniden kendi efendileri arkasında sıraya sokabilmek için onların acıları üstünden yatırım yapma konusunda aciz kalacaklarının. Dolayısıyla 4 Ağustos sonrasının öncesinden daha farklı olacağının da garantisi yok. Biraz zaman geçsin, belki o zaman sarhoşluk biter ve yerini gerçekleri görme alır.” (Oraib El Rintavi/Ürdün El Destur gazetesi)

'LÜBNAN’IN KURTULUŞU DIŞ HİMAYEDE Mİ?'

“Bazı Lübnanlıların Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un ziyareti sırasında Fransız mandasının geri gelmesi talepleri büyük tartışma yarattı. 30 bin Lübnanlının Fransız idaresinin geri gelmesi için hazırlanan dilekçeye imza atması gösteriyor ki, toplum arasında içerideki yolsuzluklara karşı dışarıdan gelecek bir yönetimi çare olarak gören bir eğilim de var. Fransızları beğenmeyen bu sefer Türklerden bahsediyor. Başka bir kesim ise İran etkisinin daha fazla artmasını bekliyor. Bazıları da bu tür talepleri gerçekçi bulmuyor ve bu taleplerin sadece öfkeyi dile getirmek için ortaya atıldığını ve ülkedeki mevcut siyasi tabakaya bir meydan okuma olduğunu ve bu siyasi tabakaya yönelik şiddetli bir protesto olduğunu belirtiyor.

Ancak bu durum Lübnanlılar arasında aidiyet açısından bir bölünmeye ve devletin şekli ve kimliğiyle ilgili taleplerinin ne olduğuna işaret etmiyor da değil. Halbuki ‘Büyük Lübnan’ devletinin ilan edilmesinden bu yana ülkenin yaşadığı büyük krizlerde en önemli etkenlerden biridir bu.” (Vail İsam/Kuds El Arabi gazetesi)

'PETROL ANLAŞMASI ARAPLARI ARKADAN HANÇERLEMEKTİR'

“Suriye’nin kuzeydoğusunda bulunan özerk yönetimin, Delta Crescent Energy şirketi ile Suriye petrolleri hususunda ABD yönetiminin onayladığı ve İsrail’in olumlu karşıladığı bir anlaşma yapması, sadece Suriye halkı açısında değil, bütün Arap halkı açısından arkadan saplanmış zehirli bir bıçaktır. Bu durum Arap-Kürt ilişkileri üzerinde olumsuz etki yapmakla beraber, Kürtlerin geçmişte uğradıkları zulümden dolayı onlara sempati duyan kesimleri de zor durumda bırakmaktadır.

Özer yönetim bölgesindeki Kürt yöneticiler, Amerikan ve İsrail himayesinde olmanın ve yanıltıcı petrol pastasıyla ilgili kutlamaların zirvesindeyken bir şeyi unutuyor. Böyle bir adım, her zaman için Kürtlerin yanında duran Rusya’nın, Mars’ta bile herhangi bir Kürt oluşumunu kabul etmeyecek Türkiye’nin ve direniş ekseninin lideri olan İran’ın bölgede çoğunluk olan Arap aşiretlerinin yanında saf tutmalarını beraberinde getirebilir.” (Abdülbari Atvan/Rai Al Youm gazetesi)

'ABD SURİYE’DEKİ PETROL ANLAŞMASIYLA NEYİ HEDEFLİYOR?'

“Washington siyasi olarak Kürt yönetimini tanıdı. Ve bir Amerikan şirketinin Suriye’nin kuzeydoğusundaki petrol ile ilgili anlaşma yapmasını onaylamasıyla hem Ankara hem de Şam’ı kızdırdı. Peki bu ‘tanıma’ ABD’nin yeni Ortadoğu’yu tesis etme konusunda bir adım sayılabilir mi? Ve başka etnik gruplara da yönelik aynı adım olacak mı?

ABD’nin bu adımını birtakım siyasi ve coğrafi değişimler çerçevesinde uygulamaya koymaya çalıştığı Büyük Ortadoğu Projesi’nden ve bu yeni dünya düzeninde yeni Ortadoğu’yla ittifak kurmak istemesinden ayrı düşünemeyiz. ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’yla olan ittifakı Sovyetler’in öncülüğündeki sosyalist bloka karşıydı. Ama ABD 21'inci yüzyılda artık Çin ile mücadele dönemine girdi. Şu an ABD’nin Ortadoğu ülkeleriyle ittifaklar geliştirerek kurmaya çalıştığı da bu. Bölgede birçok ülkeye yıkım getiren ‘yaratıcı kaos’ projesi de bununla ilgili.

Dolayısıyla yeni oluşumlara zemin hazırlamasıyla bu projenin yeni aşamaları ortaya çıkmaya başladı. Görünen o ki, Kürt devleti de yer altı kaynaklarına ve ABD’nin Orta Asya’ya girişi için önemli bir coğrafi konuma sahip bu yeni oluşumlardan biri olacak.” (Maha Muhammed El Şerif /Suudi Şark’ül Evsat gazetesi)