Arap dünyasında geçen hafta: Hizbullah İsrail'in tuzağına düşmedi

Lübnan El Modon gazetesinden Münir El Rabi, Lübnan-İsrail sınırındaki gerilimi anlattı. İsrail'in Hizbullah’ı bir savaşa çekmeye çalıştığını belirten yazar, Hizbullah'ın kendi konumunu korumaya çalıştığını ve tuzağa düşmediğini ifade etti.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Bu hafta Lübnan-İsrail sınırında yaşanan gerilim Arap dünyasının en önemli gündem başlıklarından oldu. İsrail, Hizbullah ile arasında karşılıklı çatışmaların yaşandığını açıklamasının ardından bölgede yaşayan vatandaşlarına evde kalma çağrısı yaptı.

İsrailli yetkililer çatışmanın, Lübnan sınırından İsrail’e Hizbullah tarafından bir sızma girişimi üzerine başladığını açıkladı. Hizbullah ise İsrail tarafının bu açıklamalarını yalanladı ancak neler yaşandığıyla ilgili detaylı bilgi verilmedi.

Hizbullah’a yakın çevrelere göre, yaşananlar tamamen psikolojik savaştan ibaret ve İsrail içerisinde bu derecede panik havasının oluşması, Hizbullah’ın bu psikolojik savaş konusunda başarı kazandığını gösteriyor. Ancak “direniş eksenine” muhalif kesimler ise, Lübnan’ın Hizbullah yüzünden yine savaşla karşı karşıya kaldığını savunarak, Hizbullah’a sert eleştirilerde bulundu.

Bu haftanın bir diğer önemli gelişmesi Tunus’ta yaşandı. Geçtiğimiz hafta başbakanın istifa ettiği ülkede, Meclis Başkanı Raşid Gannuşi için yeniden güven oylaması yapılması, ülkedeki siyasi ortamın ne derecede istikrarsız olduğunu gözler önüne serdi. Yapılan oylamada Nahda Hareketi lideri Gannuşi’ni tekrar güvenoyu aldı. Ülkedeki bu gelişmeler medyada bir yandan siyasal İslam ile laik ve liberal kesimin çekişmesi olarak değerlendirilirken, bunun bölgedeki çekişmelerin Tunus ayağı olduğuna dair yorumlar da çok fazla.

Libya ise gündemde kalmaya devam ediyor. Bir yandan çözüm için diplomatik alanda yoğun bir trafik yaşanırken, diğer yandan Türkiye destekli Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin olası Sirte operasyonu için hazırlıklar sürüyor.

Daha önce de Mısır’ın kırmızı çizgi ilan ettiği Sirte’nin Libya’daki krizin gidişatında belirleyici bir etken olması bekleniyor.

'GERİLİMDEN HİZBULLAH KAZANÇLI ÇIKTI'

“Lübnan’ın işgal altındaki Filistin toprakları sınırında meydana gelen gelişmeler, Hizbullah’ın izlemeye başladığı “belirsizlik stratejisi” ve İsrail karşıtı askeri gelişmelerde herhangi detaylı bir açıklamada bulunmama ve bu şekilde düşman saflarındaki paniği daha da tırmandırma şeklindeki politikasını gözler önüne serdi.

Meydana gelen gelişmelerle ilgili İsrail tarafının çelişkili askeri beyanatlarını bir kenara bırakıp daha geniş ve derin bir perspektiften bakacak olursak -ki bu da kazanan ve kaybeden dengesi- Hizbullah’ın tek bir kurşun dahi atmadan ve yöneticileri tek bir açıklama yapmadan bu savaşın kazananı olduğunu söyleyebiliriz.

Lübnan sınırındaki bu gelişmelerin, Lübnan içerisinde direniş ekseni karşıtı bir tarafın ülkenin bölgesel çekişmelerde tarafsız kalınması meselesini gündeme getirdiği bir dönemde meydana gelmesi Hizbullah’a hizmet etti. Zira bu gelişmelerle beraber, ‘tarafsızlık’ söylemi tamamen geçersiz oldu. Hatta bu meseleyi gündeme getirenlerin asıl niyeti ortaya çıkmış oldu. Çünkü Lübnan’ın, güvenliğini ve istikrarını tehdit eden İsrail tehlikesi var olduğu sürece tarafsız kalması mümkün değil. (Abdülbari Atvan/Rai Al Youm gazetesi)

'İSRAİL HİZBULLAH’I SAVAŞA ÇEKMEYE ÇALIŞIYOR'

“Savaşı kimse istemiyor. Karşılıklı açıklamaların fazla olması, tarafların herhangi bir patlamadan çekindiklerini gösteriyor. Gerilim ve gerginlik artarak devam etse de, büyük ve kapsamlı bir savaşın çıkacağına dair herhangi bir işaret yok. Zira İsrail buna hazır değil, belki de gücü yetmez. Beklenmedik bir gelişme olmazsa tabii.

Olan bitenle ilgili başka bir okumaya göre ise, İsrail Hizbullah’ı bir savaşa çekmeye çalışıyor, ancak Hizbullah bu tuzağa düşmedi. Çünkü o da buna hazır değil. Hizbullah şu an kendi konumunu korumaya çalışıyor, zira şu ana kadarki en büyük ekonomik, siyasi ve sosyal krizle karşı karşıya. Herhangi bir patlama onun birçok kazanımını kaybetmesine yol açabilir.

Peki, İsrail ne istiyor, savaş mı? Bu fırsatın bir daha ele geçmeyeceği düşüncesiyle Donald Trump’ın son dönemlerini kullanıp Lübnan cephesini açmak mı istiyor? (Münir El Rabi/Lübnan El Modon gazetesi)

'LİBYA’DA SİRTE BELİRLEYİCİ OLACAK'

“4 Nisan 2019’da General Halife Hafter Libya’nın batısında başkent Trablus’u ele geçirmek ve UMH’yi kovmak için bir askeri operasyon başlattı. Libya Ulusal Ordusu, müttefiklerinden aldığı destekle ülkenin doğusunda her yeri ele geçirdi ve başkente dayandı. Ancak daha sonra bu ilerleyiş Türkiye’nin UMH’ye desteğiyle Nisan 2020’de bir anda durdu. Türkiye’nin bu desteği, Hafter’in Trablus’u ele geçirmesinin önlenmesinde belirleyici oldu. 18 Mayıs’ta Vatiyye hava üssünün UMH'nin eline geçmesi ise Hafter’in batıdaki varlığına karşı büyük bir darbe oldu.

Bütün dünya Libya’daki savaşın muhtemel bir dönüm noktasına ulaşmasına bekliyor. Devam eden çekişmedeki ilerleyiş de Sirte’nin kimin kontrolünde olacağına bağlıdır. Mısır ve Türkiye arasındaki bölgesel gerilim de her zamankinden daha üst seviyede. İki bölgesel güç arasındaki çekişme ise büyük bir insani kriz yaratabilir ve siyasi çözüm ihtimalini tamamen bitirebilir.” (Hüda El Hüseyni/Suudi Şark’ül Evsat gazetesi)

'FRANSA LİBYA’DAN NE İSTİYOR?'

“Fransa’nın Libya’dan ne istediğine dair sorular çokça gündeme geliyor. Fransa açısından bakıldığında Libya’da ekonomik boyutu ve güvenlik boyutunu birbirinden ayıramayız.

Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni destekleyen İtalya ile General Hafter’i destekleyen Fransa arasındaki çekişme ise, TOTAL ve ENI şirketlerinin çekişmesi olarak açıklanabilir.

Çok açıktır ki bütün hesaplarını doğu cephesi üzerinde yapan Fransa, UMH’nin ilerleyişinden sonra, kendine alan açabilmek için Libya’nın güneyinde bir cephe açmaya çalışıyor.

Fransa en baştaki resmi ve asli tutumu olan UMH’yi desteklemeyi devam ettirseydi, uzun vadeli hesapları gerçekleşebilirdi.” (Pierre Louis Reymond/Kuds El Arabi gazetesi)

'TUNUS’TAKİ KRİZİN NEDENİ NE?'

“Tunus’taki istikrarsızlık ortamı anlaşılır durumda. Partiler giderek parçalanıyor ve onlara güven de giderek azalıyor. Son seçimlerde birinci parti olarak çıkan ve İslami çizgideki Nahda Partisi bile oy tabanının üçte ikisini kaybetmiş durumda. Eski dönemlerden kalma partiler ile dini çizgide olmayan partilerin parçalanmış olmasından kaynaklı ülke siyasetindeki yerini hâlâ koruyor.

Tunus’ta istikrarsızlığı yaratan birçok iç ve dış neden bir arada bulunuyor. Bunlardan bazıları ülkedeki siyasi partilerin çokluğu (200 civarında siyasi parti var), aradan geçen 10 yılın Tunus’un serbest partili sitemden sabit partili sisteme geçmesi için yeterli olmaması, ideolojik akımlar arasındaki iktidar mücadelesi ve Tunusluların aşamadığı ekonomik felaket ve bunu aşabilmek için eski rejimin yıkılmasından bu yana bir programın ortaya konmaması.

Ancak Tunus’taki krizi dış etkenleri ve bölgede çekişen kutupları hesaba katmadan anlayamayız. Dışarıdan mali ve manevi destek alan ve cesaretlendirilen tek kesim şüphesiz Nahda Partisi değil. Laik ve liberal kesimden bazı partiler de gizli yollarla bazı dış güçlerden mali, manevi ve medya desteği almaktadır.” (Oraib El Rintavi/Ürdün el Destur gazetesi)

NAHDA BARAJI VE MISIR’IN MÜTTEFİKLERİ

“Mısır’da rejim ve çevresi üzerine çalışan herkes, müttefiklerin Etiyopya’nın Nahda Barajı konusunda rejimi nasıl terk ettiğini görürdü. Mısır müttefiklerinden yardım istedi ancak karşılık bulamadı. Ne Suudi Arabistan, ne Birleşik Arap Emirlikleri ne de İsrail’den beklenen yardım gelmedi. Zira bu ülkenin yöneticileri isteseydi aktif bir biçimde müdahale edebilirlerdi. Hâlbuki söz konusu ülkelerin desteği diğer tarafa Etiyopya tarafına gitti.

Körfez ülkeleri Etiyopya yönetimine ekonomik açıdan baskı kurmak için gerekli bütün koşullara sahipler. Suudi Arabistan ve BAE, Abe Ahmed yönetiminin iktidara geldiği 2018’den bu yana iktidarını sağlamlaştırmasında oldukça önemli rol oynadılar. Bu iki ülke Etiyopya ve Eritre arasında barışın sağlanmasında etkili oldular. Ayrıca BAE, Etiyopya ekonomisine 3 milyar dolarlık para girişi ve 1 milyar dolarlık hibe konusundaki vaatlerini yerine getirdi.

Abu Dabi ve Riyad yöneticilerinin lügatinde müttefiklik ilişkisi yok. Ya tabi olurlar ya da kendilerine tabi olunmasını isterler. Nahda Barajı konusunda Mısır’ı yalnız bırakmaları buna yeni bir örnek teşkil ediyor.” (Ernest Khouri/El Arabi El Cedid gazetesi)