Şatilla: Kabloların, yağmurun ve Filistin bayraklarının arasında

Şatilla'da ilerlerken rehberimiz bize, “Dikkat edin çarpılmayın, yağmur yağınca fena çarpıyor bu kablolar” dedikten hemen sonra yukarıdan sarkan bir kablo tarafından çarpılıyor... Uyarının hemen ardından yaşanan bu denk gelişe ikimiz de şaşırıp gülüyoruz.

Google Haberlere Abone ol

BEYRUT - Lübnan İç Savaşı boyunca pek çok Filistinli mülteci kampı hasar gördü. Hatta bazıları tamamıyla yok oldu. Şehrin doğusundaki 'Karantina' isimli bölge de bunlardan biri. 1950'lerin başından itibaren Filistinlilerin mülteci kampı olarak bilinen bölge, savaş yılları boyunca konumu gereği Hıristiyan milislerin açık hedefi haline gelmişti. Binin üzerinde insanın yaşamını kaybettiği 'Karantina Katliamı' da yine bu kuşatma sonucunda yaşanır ve geriye kalan mülteciler bölgeyi terk etmek durumunda kalır. Bugün bu terk edilmiş mülteci kampı, yani Karantina, iki nedenle biliniyor: Gece kulüpleri ve mezbahaneleri! Kentin akıl almaz düzeninde belki hemen dikkat çekmese de, kan kokan sokaklarla dans pistlerini sadece bir kapının ayırıyor oluşu sahiden inanılmaz. Hele ki geçmişi katliamlarla dolu bir yerleşim için...

Savaş yılları boyunca yaşanan katliamlardan en iyi bildiğimiz -ya da en azından ismini en fazla duyduğumuz diyelim- Sabra ve Şatilla Filistinli mülteci kamplarında yaşanan kıyımdı. Hıristiyan Falanjistlerin İsrail gözetiminde giriştiği katliamlarda hayatını kaybedenlerin sayısı 3 bini aşıyor. Öldürülenlerin büyük çoğunluğunu da kadınlar, çocuklar, yaşlılar oluşturuyor. Bu karanlık tarihi nedeniyle bölge özellikle yabancı gazetecilerin hâlâ uğrak noktası. Onların merakı anlaşılabilir ancak burada -Brezilya'daki kadar olmasa da- bir 'varoş turizminin' varlığından da söz edebiliyoruz. Öyle ya da böyle, bu durum Şatilla'nın ve çevresinin ne kadar sıradışı bir yerleşim olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Şehrin merkezinden kampa doğru yola çıkıyoruz. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nin (FHKC) Şatilla sorumlusu Abu Ali'ye bizi götürmek için kampın dışında bir kişi bizi bekliyor olacak. Taksici güneye doğru ilerledikçe yollar yavaş yavaş bozulmaya, su birikintileri arabanın geçişini engellemeye başlıyor. Arabasını yol boyunca durmaksızın kontrol edip 'of çektikten' sonra, her kültürde 'başımıza açtığın işe bak' anlamına gelen bazı jestlerde bulunuyor. Kıvrıla kıvrıla dar sokaklardan geçtikten sonra Sabra Caddesi'ne geliyoruz. Etraf 10 dakika önce bulunduğumuz şehir merkezinden inanılmayacak derecede farklı. Her iki mahallenin aynı şehirde bulunuyor olması, Lübnan hakkında söylenen 'artık mezhep ve sınıf farkı yok, yeni bir kimliğimiz var, hepimiz bir aradayız' gibi 'liberal masallar'ın çöküşünü sert bir şekilde gösteriyor.

'BURADA İNECEĞİNE EMİN MİSİN?'

Buluşma adresi çok net olmadığı için bir süre yürümemiz gerekecek. Normal şartlarda, hem fiziken hem de dış görünüş olarak çevreye uyum sağladığınız vakit, dünyanın hiçbir yerinde kolay kolay başınıza bir şey gelmez. Bana kalırsa o an iki gerekliliğe de uygun görünüyordum. Dolayısıyla sessiz sessiz buluşma yerine yürümeyi planlıyordum. Fakat araçtan ineceğim vakit genç, şık ve bu mahallelere yabancı olduğu belli taksi şoförü gözlerini şaşkınlıkla açıp, “Emin misin burada ineceğine? Bak cidden? Ben gidiyorum bak?” gibi ifadelerle etrafı gösterdi. İster çevrenizle uyumlu olun, ister taksicinin bölgeye yabancılığını düşünüp iyi hissedin, inmeden önce söylenen bu laflar çok da rahatlatıcı olmuyor...

Silah taşıma izninin neye göre ve nasıl belirlendiğini soruyorum. Rehberimiz, biraz düşündükten sonra, “Aslında bilmiyorum nasıl bir izin var, sadece var, gerisini bilmiyorum” diyerek gülümsüyor.

Şatilla'ya doğru ilerlerken oldukça yoksul mahallelerden geçiyoruz. Etrafta Filistin bayrakları olsa da henüz Şatilla'ya varmış değiliz. Zaten bir süre sonra çevredeki Hizbullah ve Emel Hareketi'ne ait bayraklar, mahallenin demografik yapısını biz daha merak etmeye fırsat bulamadan açıklıyor. Epey uğraşarak Şatilla kampından genç karşılayıcımızla buluşuyoruz. Büyük bir konukseverlikle bizi kampın girişlerinden birine getiriyor. Burası ülkedeki en büyük Filistinli yerleşimi olmasa da yaklaşık 20 bini bulan nüfusla oldukça kalabalık sayılır. Filistinliler bu nüfusun yaklaşık yarısını oluşturuyor. Nüfusun diğer yarısı ise Suriyeliler, Lübnanlılar, Mısırlılar, Bangladeşliler ve Kürtler. Canlı bir ana caddeden geçtikten sonra yine dar bir sokağa sapıp FHKC bürosuna varıyoruz. Burası Mar İlyas'daki merkez bürodan oldukça farklı. Korkunç yoksulluğu görmek için fazladan hiçbir açıklamaya ihtiyacınız olmadığı gibi görmeyene anlatmak da bir o kadar zor...

Abu Ali ile yaptığımız görüşmede bize önce kamptaki sorunlardan bahsediyor. İzlenimimizi doğrulayarak sokaklardaki gençlerin işsizliğine ve ekonomik sıkıntılara dikkat çekiyor: “Tüm kamplarda ekonomik problemler var, elbette bu en önemli sorun. Öncelikli nedeni Lübnanlı makamların Filistinlere eşit çalışma hakkı sağlamaması, buna izin verilmiyor. Dolayısıyla devletin refleksi, Filistinlilerin ekonomik sorunlarını da doğrudan etkiliyor. Özellikle genç işsizlik ana sorun. Çoğu genç çalışmıyor. Biz FHKC olarak tüm Filistinli mültecilere iş bulmaya çalışıyoruz.”

Örgütlenmelerini nasıl sağladıklarını sorduğumuzda, “Sosyal ve kültürel faaliyetlerle halkımızın duyarlılığını artırmaya çalışıyoruz. Gençlik merkezleri ve kadın örgütlerimiz var. Kadın örgütlerinde büyük ölçüde istihdam sağlayabilmek adına mesleki kurslar, gençlik örgütlerindeyse tartışma, eğitim gibi faaliyetler yer alıyor” ifadelerini kullanıyor. Eğitimlerin içeriği ve biçimine dair, “İki seviyede eğitim var: Çocuklar ve gençler. Çocuklarımıza neden ve nasıl Filistin'e ait olduğumuzu öğretiyoruz, şehir şehir, köy köy Filistin'i onlara anlatıyoruz. Çünkü onlar Lübnan'a değil Filistin'e aitler. Sonuç olarak geri döneceğiz ve bu yüzden 'ait olmak' ana öğretim demek. Aynı zamanda tüm Filistin geleneklerini yaşatmaya çalışıyoruz, kendi kutlamalarımızı, anmalarımızı yapıyoruz” ifadelerini ekliyor.

'SURİYELİLERİN HEPSİNİ KABUL ETTİK'

Kampın az önce belirttiğimiz demografik yapısını hatırlatan Abu Ali'ye, Filistinlilerin diğer halklarla nasıl ilişkileri olduğunu, sorunlar yaşanıp yaşanmadığını sorduğumuzda halkının kampta oldukça misafirperver olduğunu söylüyor ve Suriye'de devam eden savaşın kendilerine etkisinden bahsediyor. Bu noktada kamptaki en büyük azınlık gruplarından olan Suriyelilerin farklı siyasi arka planları olduğunun altını çiziyor. Kimileri Esad yönetimini destekliyor kimileriyse desteklemiyor. Ama Abu Ali'nin aktarımına göre kamp, her iki gruba da kapılarını açtı ve ciddi bir sorun yaşanmadı.

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'nin (FHKC) Şatilla sorumlusu Abu Ali

Abu Ali'ye teşekkür edip bizi çıkışa götürmek üzere tekrar arkadaşımızla yola koyuluyoruz. Binadan ayrıldığımızda hava çoktan kararmış, bir de yağmur başlamış. Rehberimiz sayesinde yolu kaybetme ihtimalimiz yok. Neredeyse tüm esnafa selam vere vere ilerliyor. Küçük çocuklardan yaşlılara kadar o selamlaştıkça kısa molalar veriyoruz. Burada ilerlediğimiz sokaklar Mar İlyas'dan da dar. Bir noktada çıkmaz bir sokağa girdiğimizi, arkadaşımızın buradaki bir eve uğrayacağını düşünmeye başlıyorum. Fakat yolun sonunda yalnızca tek kişinin yan yan yürüyerek geçebileceği minicik bir aralık var. Oradan geçiyoruz.

Hava zaten uygun olmadığından çok fotoğraf çekemiyoruz. Ancak rehberimiz bizi yine de 'bazı yerlerde silahlar bulunduğunu' söyleyerek bu konuda uyarıyor. Silah taşıma izninin neye göre ve nasıl belirlendiğini soruyorum. Duruyor, biraz düşündükten sonra, “Aslında bilmiyorum nasıl bir izin var, sadece var, gerisini bilmiyorum” diyerek gülümsüyor. O an etraftaki kontrol noktalarını görünce sorumun sahiden biraz 'gülünç' olduğunu fark edip yola devam ediyorum. Buna karşın boş sokakları çekmemize izin var. Birkaç masum fotoğraf yetiyor.

Çıkışa gelmeden önce yağmur şiddetini artırıyor. Kampta elektrik ve su sorunu ciddi. Ülke genelinde de altyapı eksikliği olmasına karşın tahmin edilebileceği üzere mülteci kamplarında durum çok daha vahim. Buna karşın paradoksal bir biçimde yağmurlu günlerde kampın elektriğini taşıyan kablolar büyük tehlike haline geliyor, hele ki karanlıkta. Rehberimiz eşliğinde ilerlerken, “Dikkat edin çarpılmayın, yağmur yağınca fena çarpıyor bu kablolar” uyarısı geliyor. Her yönden gelen kablolardan karanlıkta sakınmak hakikaten çok zor bir uğraş gerektiriyor. Bu uyarıdan hemen sonra arkadaşımız yukarıdan sarkan bir kablo tarafından 'nazikçe' çarpılınca durumun ciddiyetini daha iyi fark ediyoruz. Uyarının hemen ardından bu denk gelişe de ister istemez ikimiz de şaşırıp gülüyoruz.

'FARKLAR ORTADAN KALKTI MI?'

Sonunda farklı bir çıkışta, kabloların, yağmurun ve Filistin bayraklarının arasında vedalaşıyoruz. Rehberimiz arkasını dönüp tekrar kampa doğru yürüyor, ben de dolmuşların geçtiği farklı bir ana caddeye doğru. Şüphesiz burası, çoğumuzun eşine ya da biraz da olsa benzerine rastlamadığımız bir yerleşim. Hemen her kentin yoksul mahalleleri vardır ya da 'tehlikeli' bulunan yerleşimleri... Ama burası daha farklı bir kanlı tarihin üzerine bina edilmiş, daha farklı hayatları da içinde barındırıyor. Eğer sizin için 'varoş turizmi yapan oryantalistler' tanımı üç aşağı beş yukarı bir şey ifade ediyorsa ve tanımın içeriğindeki 'acıma duygusu'ndan rahatsız oluyorsanız, Şatilla'yı terk ederken hissettiğiniz şey çok daha farklı olacaktır. En basitinden sizi gezdiren kişinin yanından ayrıldığınızda gittiğiniz yönlerin tersliği, sahip olduğunuz -ya da yarım yüzyılı aşkın süredir sahip olamadığınız- pasaportlarınızın bambaşka oluşu, özellikle Beyrut gibi bir yerde insanı dehşete düşürüyor. Yolda yaşadıklarınızı, gördüklerinizi, hissettiklerinizi düşünürken dolmuştan iniyorsunuz, bir de bakıyorsunuz bir eğlence merkezinin içine düşmüşsünüz. Sokaklar, barlar, kafeler ağzına kadar dolu. Sonra biri çıkıp ülkede artık gençler arasında 'etnik ve dini farklılıkların olmadığı' masalını Batılı gazeteci dostlarına satıyor... Şatilla da bizi gezdiren rehberimize bunu sorduğumda şöyle demişti: “Eylemler hakkında ne mi düşünüyorum? Yolsuzluğu ve yoksulluğu elbette istemiyorum. Ve bunda kötü bir şey yok, aynı şeylerden muzdaribiz. Ama gerçek şu ki bizi umursadıkları falan yok.”

İşin aslı eylemlerin sınıfsal ve dini analizi değil, hatta sadece eylemlerle ilgili de değil. İki yorumu karşılaştırıp süslenmiş makalelerde analizler yapabilirsiniz. Ancak sözün kendisi kadar onu kimin ve özellikle de nerede söylediği, cümlelerin gerçek anlamını sunuyor. Yeryüzünün her köşesi için aynı şey geçerli ama Beyrut'ta bunu fark etmeniz fazla zaman almıyor...