Filistinli Hıristiyan mültecilerin kampı Mar İlyas ve 'Mahmut Hoca'

Beyrut'ta 1952 yılında Hıristiyan Filistinlilerce kurulan Mar İlyas kampındayız... 4-5 dükkandan oluşan küçük çarşıya geldiğimizde rehberimiz Mahmut Bey'e kendisinin nerede yaşadığını soruyorum, Şatilla kampından olduğunu ve orada bir satranç kulübüyle ilgilendiğini söylüyor. Daha sonra araştırdığımda Lübnan'ın ünlü gazetelerinden Daily Star'a verdiği demeci buluyorum. Mütevazı rehberimizin aynı zamanda yazar olduğu da böylece ortaya çıkıyor...

Google Haberlere Abone ol

BEYRUT - Lübnan'daki Filistinli mülteci kamplarının en küçüğü Mar İlyas, kamptaki siyasi temsilcilerin aktardığına göre yaklaşık 3 bin kişiye ev sahipliği yapıyor. Diğer kamplardaki nüfus on binlerle ölçülürken burası gerçekten de küçük bir yerleşim. Kimisi yarım asrı çoktan devirmiş her kamp gibi Mar İlyas'ın da kendi tarihi ve hikayesi var. Onu özel kılan sadece boyutu değil, kamp 1952 yılında Hıristiyan Filistinlilerce kurulmuş. Diğer kampların aksine bugün de hâlâ dikkat çekici oranda Hıristiyan nüfusa ev sahipliği yapıyor.

Kampın girişinde sizi diğer Filistin kamplarında olduğu gibi büyük duvar resimleri karşılıyor. El Fetih'in tarihi lideri Yaser Arafat'ın birkaç insan boyundaki portresi sizi buyur ettikten sonra içeri girdiğiniz cadde yavaş yavaş daralmaya başlıyor. Çoğu kentin eski bölümleri için 'dar sokaklı' tanımı yeterlidir. Ancak burayı anlatabilmek için kesinlikle başka bir tanım gerekiyor. Asla bir yol olduğunu tahmin edemeyeceğiniz, bir kişinin bile zor geçeceği bir aralık, oldukça hayati iki noktayı birbirine bağlayabiliyor örneğin. Elektrik kabloları ve bayrakların istemsizce tente görevi gördüğü sokakta bir süre sonra gidecek yer kalmıyor. Neyse ki bizi kampta gezdiren bir kişi var. Ellili yaşlarındaki güler yüzlü Mahmut Bey, FHKC'nin bürosundan çıktığımızdan beri bize eşlik ediyor. Normal şartlarda kendi yer/yön hafızamın fena olmadığını düşünürdüm, bugünse Mahmut Beyin yanından uzaklaşmayı pek istemiyorum...

Dış cepheye daha özenli tasarımlar yapılmışsa da içeride, evlerin duvarlarında hemen her siyasi hareketin afişleri ve yazılamaları bulunuyor. Bunca sıkışık ve kasvetli alanda, oldukça kötü koşullarda yaşayan aileler sokakları yemyeşil hale getirmiş. İlk göze çarpan şey yeşil rengi oluyor. Üstelik saksılar sadece evlerin önünde değil, hiçbir haneye yakın olmayan grilikleri de süslüyor. Kuşaklardır aynı alanı paylaşan ve aynı öfkenin, aynı acının çocuğu olan insanların Mar İlyas'ı bir bütün olarak 'hane' gibi görmesinde şaşılacak bir şey de yok sanırım. Sokakta bir tarafta duvarlardan ustalıkla atlayıp diğer binalara geçen gençler var. Normalde böylesi yağmurlu havalarda Beyrut'un sokaklarında kolay kolay birini görmem mümkün değil. Hele ki gençleri. Sanırım burası genç işsizliğin de yoğunluğuyla bir başka istisnaya sahne oluyor.

.

Evlerin kimilerinin duvarlarında haçlar asılı, hatta siyasi parti bürolarında da Hıristiyanlara ait dini figürlere rastlamak mümkün. Tabii kampta artık yalnızca Hıristiyanlar yaşamıyor, Müslümanlar da var. Yürürken kampta fotoğraf çekmek için iznimiz var. Kamerayı çantadan çıkarırken aklıma Joe Sacco'nun Filistin hakkındaki izlenimlerini karikatürleştirdiği ünlü kitabından bir sahne geliyor: Kendisini gazeteci olarak tanıtan Sacco, bir Filistinli aileye sorular yöneltir. Konuşmanın başında ya da sonunda ailenin babası Sacco'ya dönerek gazeteci görmenin artık canını nasıl sıktığını anlatır. Özellikle çatışmalı zamanların ardından bölgeye sürekli gazeteci geldiğinden ve yaptıkları haberlerin, dışarıda yalnızca 'acınacak kimseler' olarak görülmelerine neden olduğunu söyler. Sitemindeki duygunun kendi açısından haklılığına diyecek bir şey yok. Elbette bir gazeteci fotoğraf çekmeli, haber yapmalı ama bunu 'egzotik' bir safarideymiş gibi mi yapmalı? Yoksa bu kaçınılmaz bir sorun mu? Sitemin merkezinde aslında bu yaklaşımın olduğunu ve verimli bir haberin de bu, 'beyaz' tutumu mümkün mertebe yok edebileceğini düşünerek fotoğraf makinesini çıkartırkenki utancımı biraz olsun yeniyorum.

Bu sırada bir başka Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi (FDHKC) bürosunun önünden geçiyoruz. Kapının önünde askeri kıyafetli iki tane iri yarı genç duruyor. Rehberimizi tanıyor olacaklar ki samimi bir 'merhaba' çekiyorlar. İçeride bir başka haki kıyafet yarım yamalak görülüyor, duvarın arkasında da bir Kalaşnikof namlusu. Silahtan çok gençlerin iri kıyımlığından çekinerek zayıf bir 'merhaba'yla cevap verip, yola devam ediyoruz. 4-5 dükkandan oluşan küçük çarşıya geldiğimizde Mahmut Bey'e kendisinin nerede yaşadığını soruyorum, Şatilla kampından olduğunu ve orada bir satranç kulübüyle ilgilendiğini söylüyor. O dakikadan sonra uzun uzun satrancı anlatıyor, oyunun çocukların strateji yeteneğini geliştirdiğini ve bunun kendileri için oldukça önemli olduğunu söylüyor. Daha sonra araştırdığımda Lübnan'ın ünlü gazetelerinden Daily Star'a verdiği demeci buluyorum. Mütevazı rehberimizin aynı zamanda yazar olduğu da böylece ortaya çıkıyor... Haberde şöyle bir ifade kullanmış: “Buraya gelen çocukların oyuna güvenleri var, çünkü biliyorlar ki satranç onları daha güçlü kılacak.” 12 yaşındaki bir öğrencisi de gazetecilere hocalarının söylemediği başka bir hünerini anlatmış: “İngilizce sınıfına satranç sayesinde daha iyi konsantre olduğumu hissediyorum. Bay [Mahmut] Hashem bize aynı zamanda Filistin tarihini anlatıyor ki böylece nasıl Şatilla'ya geldiğimizi asla unutmayacağız. Buraya gelince hep yeni şeyler öğreniyoruz.”

Mahmut Hoca önce ben arkada Mar İlyas sokaklarında...

Böylece çıkışa doğru sohbet ederek yürüyoruz. Mahmut 'Hoca' bize de bir tarih dersi verip kampın kuruluşunu anlatıyor, etraftaki binaları tanıtıyor. Solda FHKC'nin önemli kadrolarından gazeteci Gassan Kanafani'nin ismini taşıyan bir kültürel eğitim binası yer alıyor. Mahmut Hoca, İsrail'in arabasına yerleştirdiği bomba sonucu hayatını kaybeden Kanafani'yi tanıyıp tanımadığımı soruyor, kim olduğunu anlatınca öncekilerden daha sıcak bir gülümsemeyle beni onaylayan bir bakış atıyor. Ben de kimsenin bilemediği soruyu yanıtlayan ve öğretmeninin takdirini kazanan 'çok bilmiş' öğrenciler gibi gülümsüyorum. Hemen ardından üzerinde kendisi için hüzünlendiğim meslektaşımın adı yazılı binanın fotoğrafını çekmeye yelteniyorum, hazır cesaretim de yerindeyken. Fakat Mahmut Hoca elleri cebinde satrançla ilgili farklı bir noktadan söz açınca, saygısızlık etmeden hemen kamerayı yerine koyup, göz temasına geri dönüyorum.

Filistin'in hiç ateş etmemiş 'komandosu': Gassan KanafaniFilistin'in hiç ateş etmemiş 'komandosu': Gassan Kanafani

Sohbetimiz yolun sonuna kadar devam ediyor. Duvardan duvara atlayan bir başka genç ve o duvardaki Türkçe 'seni seviyorum' yazısı haricinde dikkatimi koruyup Mahmut Hoca'yı dinlerken bir de bakıyoruz küçük turumuzu tamamlamışız. Mahmut Hoca kısa tanışıklığımıza rağmen sıcak bir şekilde bizi uğurlayıp kampa geri dönüyor. Sonra kampın sonundaki bir haneden Türkçe bir pop şarkısı yükseliyor. Ben de çektiğim fotoğrafları 'oryantalizm filtresi'nden geçirmek üzere uzaklaşıyorum.

FHKC Lübnan Sorumlusu Marwan Abdel-Al: Kürtlerin özerkliğine neden karşı olalım ama bağımsızlık karışıkFHKC Lübnan Sorumlusu Marwan Abdel-Al: Kürtlerin özerkliğine neden karşı olalım ama bağımsızlık karışık

Lübnanlılar durmuyor: Mezhepler değil açlık önemliLübnanlılar durmuyor: Mezhepler değil açlık önemli