Libya bir Osmanlı düşü mü, güç arayışı mı?

Alman basınında "Erdoğan'ın planlarını destekleyen yok ama Arap dünyasındaki patlamalar, zayıflıklar ve Avrupa'nın kendisi ile meşguliyeti ona belli kullanışlı alanlar yaratıyor" şeklinde yorumlar yapıldı. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bu durumun neo-Osmanlı fantezilerine de ilham verdiği hemen her yorumda öne çıkıyor.

Google Haberlere Abone ol

KÖLN - "Doğu Akdeniz'de devam etmekte olan savaşlar ve acılar yetmemiş olacak ki, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin şimdi de birliklerini başka bir Akdeniz ülkesine göndererek yeni bir cephe açıyorlar. Ancak Suriye'nin aksine, Rusya ve Türkiye kuzey Afrika'da aynı tarafta değil birbirlerine karşılar." Marina Kormbaki Alman Yazı İşleri Ağı'ndaki (Redaktionsnetzwerk Deutschland) yazısına böyle başlıyor.

Ankara, uluslararası kabul görmüş Libya'nın Trablus kentinde kurulu olan Fayez Al Sarraj liderliğindeki Ulusal Mutabakat Hükümeti'nin talebi üzerine Trablus'a eğitmen ve silah gönderirken, Moskova Tobruk'ta bulunan ve ülkenin büyük bölümünü kontrol eden general Hafter'e özel birlikler gönderiyor. Libya yeni Suriye oldu deniliyor. Tek farkla, Suriye savaşında az da olsa barış için çabalayan Avrupa, Libya'da barışa henüz katkıda bulunacak bir adım atmadığı gibi Libya'nın petrolü nedeniyle aralarındaki anlaşmazlıkla çatışmayı daha da ağırlaştırıyor. Libya'nın eski sömürge iktidarı İtalya, Ulusal Mutabakat Hükümeti'ni Trablus'ta Akdeniz'e göçü önlemek için silahlandırırken, Fransa, Libya'nın güneyindeki Sahel bölgesinde cihatçı grupları durdurabilmesi umuduyla rakip General Hafter'i destekliyor.

Almanlar, karmaşık durum içinde arabuluculuk yapmaya çalışıyor. Ocak ayında Berlin'de bir Libya konferansı yapılması planlanıyor. Ancak bu konferansın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği hala belirsizliğini koruyor. Almanya 2011 yılında Kaddafi'ye yapılan askeri operasyona katılmadığı için bölgede nispeten dürüst ve tarafsız bir aracı olarak görülüyor.

Fakat unutmamak gerekir ki tarafsız Almanya'nın silah endüstrisinin en iyi müşterileri arasında bu yıl Türkiye, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar vardı. Hepsi de Libya'da çatışan tarafların destekçileri.

TÜRKİYE'NİN AKDENİZ'DEKİ VARLIĞI VE OSMANLI HAYALLERİ

Türkiye'nin Libya'yla 27 Kasım'da yaptığı anlaşma hakkında Cumhurbaşkanı Erdoğan "Türkiye'yi Akdeniz'den tamamen dışlamayı amaçlayan projeleri boşa çıkardık" cümlesi kurmuştu. İmzalanan deniz anlaşması, Akdeniz'deki kıta sahanlığı için tek taraflı olarak, Yunanistan ve Kıbrıs'a rağmen Türkiye'ye doğalgaz rezervlerindeki payını artıracak yeni bir yol belirledi.

Alman basınında "Erdoğan'ın planlarını destekleyen yok ama Arap dünyasındaki patlamalar, zayıflıklar ve Avrupa'nın kendisi ile meşguliyeti ona belli kullanışlı alanlar yaratıyor" şeklinde yorumlar yapıldı. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bu durumun neo-Osmanlı fantezilerine de ilham verdiği hemen her yorumda öne çıkıyor. Ne de olsa Libya, Yunan Oniki Adalar'ı 1912 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu'na aitti. Libya ile Türkiye arasındaki yapılan deniz anlaşması gerçekleşirse buralar gelecekte bir "Türk denizinin" parçası olacak. Ancak bu anlaşmayı hem hiçbir Akdeniz ülkesi hem de General Hafter'i destekleyen Tobruk'taki parlamento kabul etmiyor. Sarraj devrilirse Türkiye ile yapılan deniz anlaşması da boşa düşecek.

TÜRKİYE İÇİN TEHLİKE BÜYÜK AMA AVRUPA İÇİN DE...

Ancak, Türkiye için tehlikeler çok büyük. General Halife Belkasım Hafter'in Rusya, görece Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi güçlü müttefikleri var. Türkiye'nin müdahalesinden sonra Hafter'e daha fazla silah ve paralı asker göndermekten çekinmeyeceklerdir. Türkiye yükselen bir iç savaşın içinde kendisini bulacak, ayrıca Libya'dan Türkiye'ye doğru yeni bir mülteci akını da başlarsa kendi politikalarının kurbanı olacaktır yorumları öne çıkıyor.

Fakat bu durum Avrupalıları da endişelendirmeli. Libya Afrika göç zincirinde büyük bir rol oynamaktadır. Coğrafi olarak, İtalya, Malta ve Yunanistan Libya'ya Türkiye'den çok daha yakınlar. Libya huzura kavuşmadığı sürece komşu ülkelerdeki cihatçı grupların kontrol altına alınması ihtimali de çok düşük. AB'nin açıklamaları her zamanki gibi endişeliyizden öteye geçmedi.

MERKEL ANKARA'YI ZİYARET EDECEK

AB'nin motor gücü Almanya ve Türkiye arasındaki ilişkinin diğer AB ülkelerine oranla çok daha iyi olduğu malum. Geçen aylarda Rusya'dan alınan S-400'lerin yarattığı kriz, Suriye'nin kuzeyine yapılan askeri harekat, Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin gaz araması gibi sorunların yanı sıra Alman vatandaşlarının Türkiye'de tutuklanmaları iki ülke arasındaki iyi ilişkileri baskı altına alsa da Almanya hep sakin kalmayı başardı. Erdoğan "Avrupa, yeni kitlesel göçü önlemek için sorumluluklarını yerine getirmeli ve İdlib'de istikrarı sağlamalı” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan Merkel'e ziyaretinde bu konu hakkında baskı yapacaktır. Ancak Alman Şansölyesi'nin Suriye'de istikrar sağlamak veya barışı sağlamak için müdahale etme araçları olmadığını o da biliyor. Avrupa'nın Suriye'deki iktidarsızlığını kullanarak Libya için destek elde etmeye çalışacak deniliyor. Uluslararası diplomasi aşamasında çözümler arandığında, Türkiye'nin kendi önemini arttırmak için Cezayir ve Tunus'u da içerdiği söylenen yeni bir Akdeniz ittifakı kurduğu söyleniyor. Bu nedenle Erdoğan, Cezayir ve Tunus hükümetlerinin Almanya'nın Berlin'de planladığı Libya konferansına katılmalarını sağlamak isteyecektir.

8 Ocakta Putin ve Erdoğan'ın İstanbul'da bir zirve yapmaları bekleniyor. Ziyaretin resmi nedeni, Rus doğalgazını Karadeniz ve Türkiye üzerinden güneydoğu Avrupa'ya getirecek olan ihracat gaz hattı olan TurkStream'in işletmeye alınması olarak bildirildi. Ancak asıl konu Libya, Doğu Akdeniz ve elbette Suriye.

Almanya basını Avrupa'nın kapısında bir yangın olduğunu ancak Avrupa'nın bu yangını söndürme araçlarını oluşturmak yerine kapılarını kapatarak korunmaya çalışmasını eleştiriyor. Bölgesel aktörlerin ve Rusya'nın Avrupa'nın jeopolitik ertelemesinden faydalandığını düşünenlerin sayısı az değil. Libya'da barış çabalarının işe yaraması için Şansölye Merkel'in ve Almanya Dışişleri Bakanı'nın hızla birleşik bir AB pozisyonunda çalışmaları gerektiğini vurguluyorlar. Yorumlarda Avrupalılar ancak birleşik olduklarında giderek daha cesur olan bölgesel güçler üzerinde etkili olabilirler fikri ön plana çıkıyor.