Patolojik iktidar: Narsistlerin ve psikopatların tehlikeli hükümetleri

Kişilik bozukluğu olan insanların politik iktidar tutkusu şaşırtıcı değil; narsistler dikkat çekmeyi ve onay görmeyi isterler, başkalarından üstün olduklarını ve onlara hükmetme hakkına sahip olduklarını hissederler. Bunun dışında, empati eksikliği yaşarlar; bu ise insanları iktidar uğruna acımasızca sömürüp istismar edebildikleri anlamına gelir. Psikopatlar da benzer bir üstünlük duygusu ve empati eksikliği hissederler ama aynı anda dikkat çekme ve hayranlık ihtiyacı dürtüleri yoktur.

Google Haberlere Abone ol

Steve Taylor

Polonyalı psikolog Andrew Lobaczewski, gençlik dönemini Naziler ve daha sonra Stalin yönetimi altında geçirdikten sonra, kariyerini, psikolojik bozukluklar ve siyaset arasındaki ilişkiyi incelemeye adadı. O, psikopatların ve narsistlerin, iktidarın yanı sıra hükümetleri ve ülkeleri ele geçirdikleri süreçlere neden bu kadar güçlü bir tutkuyla bağlandıklarını anlamak istedi.

Neticede, bu tür rahatsızlıklara sahip insanlardan oluşan hükümetleri tanımlamak için "patokrasi”* terimini icat etti ve bu kavram hiçbir şekilde geçmişteki rejimlerle sınırlı değil.

ABD, TÜRKİYE, FİLİPİNLER…

Örneğin ABD’de, psikologların muayene etmedikleri kamu görevlileriyle ilgili gayri resmi teşhis koymalarını engelleyen bir düzenlemeye karşın (1964 yılında psikiyatristlerin, Senatör Barry Goldwater’ın zihinsel uygunluğunu sorgulamasından sonra "Goldwater Kuralı” adıyla anılmaya başlandı), çoğu psikolog Donald Trump’ın narsistik kişilik bozukluğuna dair tüm belirtileri gösterdiğini açıkça ifade etti.

Türkiye’den Recep Tayyip Erdoğan ve Filipinler’den Rodrigo Duterte gibi dünya çapındaki diğer “güçlü” siyasetçiler hakkında da psikologlar tarafından benzer iddialar dile getiriliyor.

Kişilik bozukluğu olan insanların politik iktidar tutkusu şaşırtıcı değil; narsistler dikkat çekmeyi ve onay görmeyi ister, başkalarından üstün olduklarını ve onlara hükmetme hakkına sahip olduklarını hissederler. Bunun dışında, empati eksikliği yaşarlar; bu ise iktidarları uğruna insanları zalimce sömürüp istismar edebildikleri anlamına gelir. Psikopatlar da benzer bir üstünlük duygusu ve empati eksikliği hissederler ama aynı anda dikkat çekme ve hayranlık ihtiyacı duymazlar.

Öte yandan, patokrasi yalnızca bireylerle ilgili değildir. Lobaczewski’nin belirttiği kadarıyla, patolojik liderler, psikolojik bozukluğu olan diğer insanları da kendine çekme eğilimindedirler. Aynı süreçte, empati kurabilen ve adil biçimde düşünen insanlar yavaş yavaş onlardan uzaklaşırlar. Bu insanlar ya dışlanır ya da gönüllü olarak bir kenara çekilir ve etraflarındaki büyüyen patolojik durum karşısında dehşete kapılırlar.

DEMOKRASİ DÜŞMANI BİR 'ARIZA’ MIKNATISI

Neticede, zaman geçtikçe patokrasiler daha yerleşik ve aşırı bir hale gelir. Bu süreci, Almanya’nın, iki yıldan az bir süre içinde demokrasiden patokrasiye geçiş yaptığı ve Alman hükümetinin Nazilerce ele geçirildiği 1930’lu yıllarda görebilirsiniz.

Demokrasi, insanları patolojik politikacılara karşı onların güçlerini sınırlayan ilke ve kurumlarla koruyan mühim bir yoldur (ABD’de vatandaşlara ilişkin belirli hakları garanti altına alan Haklar Bildirgesi buna iyi bir örnektir).

Bu nedenle patokratlar demokrasiden nefret ederler. İktidara geldiklerinde, basın özgürlüğü ve meşruiyeti de dahil olmak üzere, demokratik kurumları ortadan kaldırmak ve itibarsızlaştırmak için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Bu, Hitler’in Almanya Şansölyesi olduğunda yaptığı ilk şeydi ve Trump, Vladimir Putin ve Macaristan Başbakanı Viktor Orban gibi otokratlar da aynı şeyi yapmaya çalışıyorlar.

Trump yönetimi altında ABD’de de açık biçimde patokrasiye doğru bir yönelim gerçekleşti. Lobaczewski’nin teorisinin öngördüğü üzere, daha ılımlı Beyaz Saray yetkililerinin eski koruyucuları –"ofisin yetişkinleri”- uzaklaştırıldı. Başkan, şimdi aynı otoriter eğilimleri ve empati ve ahlak eksikliğini paylaşan kişilerle çevrili. Neyse ki, ABD’nin demokratik kurumları bir dereceye kadar ona geri adım attırmayı başardı.

İngiltere de bu hususta diğer ülkelere kıyasla oldukça şanslı olagelmiştir. Şüphesiz ki son başbakanlarımızın (ve önde gelen bakanların) bazılarında empati eksikliği ve narsistik bir öz değer duygusu da dahil olmak üzere bazı patokratik eğilimler görülüyor. Yine de İngiltere’nin parlamento ve seçim sistemleri -ve belki de Adalet ve sosyal sorumluluğa ilişkin kültürel bir eğilim- İngiltere’yi patokrasinin en berbat aşırılıklarından korudu.

GÜNÜMÜZÜN PATOKRATİK POLİTİKASI

Bu bağlamda, son politik gelişmeler aşırı endişe verici görünüyor. İngiltere, patokrasiye her zamankinden daha yakın gibi görünüyor. Son günlerde yaşanan ılımlı Muhafazakâr göçü, demokrasiden patokrasiye geçiş noktasında yaşanan tasfiyelerin bir özelliği niteliğinde.

İngiltere Başbakanı Boris Johnson ve bakanları ve danışmanları tarafından demokratik süreçler karşısında gösterilen güvensizlik ve itibarsızlaştırma çabası -parlamentonun kapatılması, beğenmedikleri yasalara uymamaları- patokrasinin bir diğer özelliği.

Bir psikolog olarak, kendisiyle tanışık olmadığım Johnson’ı değerlendirmeye kesinlikle teşebbüs etmem. Diğer yandan, bence o kesinlikle partisinin en gaddar ve ilkesiz –ve bu nedenle en patokratik- unsurlarıyla kendini çevreleyen bir insan. Eski Başbakan David Cameron bile, Johnson’ın Başdanışmanı Dominic Cummings’e atıfla “kariyer psikopatı” nitelendirmesinde bulunmuştu.

Aynı zamanda, patokratik bir hükümetin parçası olan herkesin psikolojik bir bozukluğa sahip olmadığını belirtmek gerekir. Bazı insanlar tam anlamıyla psikolojik bir bozukluk yaşamadan da duygulardan ve empatiden yoksun olabilirler.

Diğerleri, belirli bir yetiştirme tarzından kaynaklanan, üstünlük ve kendini haklı görme duygusuna dayanan bir narsisizm türüne sahip olabilirler. Kimi politikacılar, bir partinin çizgisini sadakatle veya çevrelerindeki insanların patokratik dürtülerini dizginleyebilecekleri inancıyla takip edebilirler.

Şimdiye dek, parlamentonun eylemleri ve az sayıdaki ilkeli Muhafazakâr milletvekilinin cesareti sayesinde, Johnson hükümetinin potansiyel patokrasisi bastırıldı.

Yine de demokrasinin patokrasiye dönüşmesi tehdidi her zaman için gerçektir. Bize, düşündüğümüzden daima daha yakındır ve bir dayanak noktası bulduğunda, yolu üzerinde duran her engeli ezip geçecektir.

*Patokrasi: Yunanca patos ve critos kelimelerinden meydana gelir. Azınlığın çoğunluğa tahakkümüdür.

** Yazının aslı The Conversation sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)