Arap dünyasında geçen hafta: Ekrem İmamoğlu... Bu ismi unutmayın

Rai Al Youm gazetesi başyazarı Abdulbari Atwan, 31 Mart yerel seçimlerini yorumladı. Atwan: "Bu ismi unutmayın. Dört milyonun üzerinde oy alan Ekrem İmamoğlu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun yaşının ilerlemesi ve ilerde kendisinden daha küçük birine başkanlığı bırakma ihtimali karşısında, Türkiye’nin gelecekteki başkanı olabilir.” ifadesini kullandı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - 31 Mart Pazar günü yapılan yerel seçimler ve resmi olmayan sonuçlara göre başta İstanbul ve Ankara olmak üzere muhalefetin birçok büyük şehri kazanması Arap dünyasında geniş yankı uyandırdı.

Kimi gazeteler resmi olmayan seçim sonuçlarını “Erdoğan’a büyük darbe” şeklinde verirken, bazıları da bunu “sonun başlangıcı” olarak gördü. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın balkon konuşmasına her zamankinden farklı olarak sadece eşiyle beraber çıkması da bazı gazetelerin dikkatini çekti. Londra merkezli El Arab gazetesi, bu durumu “Erdoğan’ın yakın çevresine karşı güvenini kaybettiği” şeklinde yorumladı.

Türkiye’yi yakından takip eden bazı yorumcular, seçim kampanyasında kullanılan dile özellikle dikkat çekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmalarındaki “terör” söyleminin başarısızlıkta önemli etken olduğu belirtildi.

Kimi yorumcular da İstanbul’un kaybedilmesinin iktidar için önemini vurgulayarak, resmi olmayan sonuçlara göre başkan seçilen Ekrem İmamoğlu için “Türkiye’nin bir sonraki cumhurbaşkanı olabilir” yorumunda bulundu.

Uzun süredir yönetim karşıtı gösterilere sahne olan Cezayir’de Devlet Başkanı Abdülaziz Buteflika’nın istifa etmesi, geçtiğimiz hafta Arap dünyasını en çok meşgul eden konuların başındaydı.

Bir diğer önemli başlık ise Arap Baharı adı verilen süreçle beraber büyük bir kaosun hüküm sürdüğü Libya’da, önde gelen siyasi aktörlerden General Halife Hafter’in başkent Trablus’u ele geçirmek için harekete geçmesi oldu. Başta BM olmak üzere uluslararası kamuoyundan tepkiler geldi.

'BU İSMİ UNUTMAYIN'

“Türkiye’de siyasi elitler arasında kabul edilen bir bakış açısı vardır. Bu bakış açısına göre ülkedeki yerel seçimlerde dört büyük il olan İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya’yı kazanan daha sonra parlamento seçimlerini ve ardından cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanır. Bunu da Adalet ve Kalkınma Partisi ile onun başkanı olan ve 1994 yılında İstanbul Belediye Başkanlığı üzerinden iktidara gelen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile örneklendirirler.

Bu bakış açısını bir kenara bırakırsak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve partisinin yerel seçimlerde büyükşehirlerde kaybetmesi ve söz konusu dört şehir üzerindeki kontrolünü yitirmesi, beklenmeyen bir şok etkisi niteliğindeydi. Bu da belki de onun bazı iç ve dış politikalarını tekrar gözden geçirmesini beraberinde getirecektir.

Bu ismi unutmayın. 4 milyonun üzerinde oy alan Ekrem İmamoğlu, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun yaşının ilerlemesi ve ilerde kendisinden daha küçük birine başkanlığı bırakma ihtimali karşısında, Türkiye’nin gelecekteki başkanı olabilir.” (Abdulbari Atwan/Rai Al Youm gazetesi başyazarı)

ERDOĞAN’IN İLK YENİLGİSİ

“Recep Tayyip Erdoğan ve partisi, 31 Mart’ta yapılan belediye seçimlerinde yarım yüzyıldır hiç tatmadığı bir darbe yedi. Muhalefet büyük ve önemli bir başarı elde etti.

İki sene önce siyasi sistemin değişmesiyle geniş yetkilerin cumhurbaşkanına verilmesi ve parlamentonun rolünün azaltılmasından sonra, siyasi partilerin gerçek hacmini belirlemek için önünde belediye seçimlerinden başka bir yol kalmadı.

Muhalefetin İstanbul, Ankara, Adana, Mersin ve diğer başka şehirlerde kazandığı zafer, sayısal hacminden çok daha büyük.

Erdoğan’ın şahsi olarak yürüttüğü seçim kampanyasında dikkat çekici ve tartışmalı bazı başlılar ön plana çıktı. İdeolojik söylem had safhaya taşındı, kendisine muhalif olan herkesi hain, terörist ve PKK’lı olarak nitelendirdi.

Erdoğan daha önceki seçimleri güçlü olduğundan değil, muhalefetin bölünmüşlüğünden kazanıyordu. Ancak muhalefet bu sefer ders çıkararak yüzde 95 oranında birleşti. Bunun da meyvesini aldı.

AK Parti bazı Kürt illerinde birinci çıktı. Seçimlerdeki tek avuntusu da bu. Ancak dikkat etmek gerekir ki, HDP ile temsil edilen Kürt oyları, Kürt bölgelerindeki 11 ilin sekizinde birinci oldu ve İstanbul ile Ankara’daki adayların kazanmasında belirleyici bir rolü vardı. Zira Ankara’da yüzde 5, İstanbul’da da yüzde 10 oranında oyu vardır.” (Muhammed Nureddin / BAE El Haliç gazetesi)

BÜYÜKŞEHİRLERİ KAYBETMENİN BEŞ TEMEL NEDENİ

“Pazar günü gerçekleştirilen yerel seçimler AK Parti’nin büyük ve önemli şehirleri kaybetmesiyle sonuçlandı. AK Parti, iktisadi ağırlığı olan İstanbul ve siyasi ağırlığı olan Ankara’yı kaybetti.

Bu durumun sebeplerini beş ana başlıkta sıralayabiliriz:

1. Liranın değer kaybetmesi karşısında hükümetin aciz kalmasıyla kötüye giden ekonomik durumun seçmen üzerindeki etkisi.

2. Siyasi söylemdeki başarısızlık, AK Parti’nin varlık meselesini devletin beka meselesiyle bağdaştırmak. Bu söylemi daha önce MHP başlattı, AK Parti de bunun arkasından sürüklendi.

3. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Kürt hasımlarına yönelik tehditkâr söylemi, onları terörist olarak nitelendirmeler ve açık bir şekilde yapışan kayyum tehdidi.

4. HDP’lilerin İstanbul ve Ankara’da muhalefet lehine oy vermesi. Bu durum bir önceki başlıkla (3) bağlantılıdır.

5. Halktan ve uzmanlardan alınan görüşlere göre, birkaç hafta önce Yeni Zelanda’da gerçekleştirilen terör saldırısının bu amaç için kullanılması. Bu terör saldırısıyla ilgili görüntülerin seçim meydanlarında gösterilmesi tepkilere neden oldu.” (El Arabi El Cedid gazetesi)

'CEZAYİR’DE KANSIZ DEĞİŞİM'

“Hüsnü Mübarek’in, 2011’de altı aylık bir süresi kalmış olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde tekrar aday olma niyetinde olmadığına yönelik sözler sarf ettiği belirtilir. Yine aynı şekilde, Cezayir’in istifa eden cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika’nın da seçimlere tekrar girmeye niyeti olmadığı ifade edilir. Her iki liderin de sona gelinmeden bir çıkış aradığını uzak bir ihtimal olarak görmüyorum. Ancak temel sorun, hiç kimse bunların gideceği vaktin ne zaman geleceğini bilemiyor. Arap dünyasında hamamdan çıkmak hamama girmekten daha zor ve tehlikelidir. Bunu her iki durumda da gördük. Mübarek ve Buteflika, iktidarı ‘evin içinden’ birine devretmek istiyordu. Mübarek oğluna, Buteflika ise kardeşine. Bunun neticesinde sokaklar alevlendi ve rejimi koruma derdinde olan ordu da müdahil oldu. Sonuçta her ikisinin de siyasi hayatı kendilerine yakışmayan bir biçimde sona erdi.

İşlerin bu raddeye kadar gelmesi ve Buteflika’nın tekerlekli sandalyeyle yarı çaresiz bir şekilde yönetimden alınması çok acı ancak belki ülkede iktidarın akrabalarına geçmesi ve ardından kanlı çatışmalara sürüklenmekten kurtarılması için zaruriydi.

Dökülen sütün arkasından ağlamak fayda getirmez ve Cezayirlilere düşen daha iyi bir gelecek istemektir. En azından değişim kansız, kaos ve şiddetli çekişmeler olmadan gerçekleşti.” (Abdurrahman Raşid / Suudi Şark’ül Evsat gazetesi)

CEZAYİR’DE OLAN DARBE MİYDİ?

“Cezayir’de 2 Nisan 2019 tarihinde olan kelimenin tam anlamıyla bir askeri darbedir. Darbe, Buteflika’nın yakın çevresindeki halkanın onu tekrar aday gösterme girişimlerine karşı halk hareketine sığındı.

Buteflika’yı tekrar aday gösterme girişimleri ve çabaları başarısız olunca bu sefer söz konusu halka, bir ulusal sempozyum üzerinden görev süresini uzatma yoluna gitti. Ancak bu da başarısız oldu. Bunun üzerine ordu da harekete geçti ve Savunma Bakanı Yardımcısı ve Genelkurmay Başkanı Ahmed Gaid Salih, Buteflika’yı görev süresinin bitimine üç hafta kala istifaya zorladı. Bunun bir darbe olduğu, Gaid Salih’in Buteflika'nın yakın çevresindekileri ‘çete’ olarak nitelendirmesi ve mali davalarda yargılanacaklarını söylemesidir.

Ve şüphesiz Cezayir’de ordu kurumu, dar bir halkanın elinde bir araç haline getirilmek için Buteflika döneminde maruz kaldığı bütün baskılara rağmen nefes almaya devam etti.” (Hayrallah Hayarllah / El Arab gazetesi)

LİBYA TEKRAR İÇ SAVAŞA DOĞRU MU?

“Arap Birliği toplantısından (31 Mart) bir gün önce General Hafter, Bingazi’de bir konuşma yaptı. Hafter bu konuşmasında birkaç hafta ve belki de bir aylık bir süre zarfında bütün Libya topraklarına hükmedecek bir birleşik hükümet kurulacağını açıkladı. Toplantıdan beş gün sonra ise ona bağlı kuvvetler, ‘ülkeyi terör unsurlarından temizlemek için’ başkent Trablus da dahil olmak üzere ülkenin batısına doğru hareket geçmeye hazır olduğunu açıkladı. Bunu da, bir askeri konvoyun Geryan iline ulaşması takip etti. Bu konvoyu da daha önce Hafter’e bağlılığını açıklayan bir silahlı grup karşıladı.

General Hafter daha önce ülkenin güney ve doğusunda yayılmacı politikasını bırakmamaya ve daha önce birkaç defa liman ve petrol kuyularını kontrolü altına alarak ülkenin petrol servetini istila etmeye çalıştı. Buna rağmen bu son adımı, sadece ona karşı olan taraflara değil, Libya’daki siyasi krizi çözmek için Birleşmiş Milletler gözetimindeki çabalara da bir darbedir.

Hafter’in ilerleyişi Libya’daki bütün çözüm sürecine aykırıdır ve Libya’yı tekrar iç savaşa götürecek bir patlamaya sebebiyet verebilir.” (Kuds El Arabi gazetesi)