Bill Gates yoksulluğun azaldığını söylerken yanılıyor

Davos grubunun onayladığı bir infografik, dayatılan küresel proleterleşmenin* hikâyesini neoliberal bir zafer olarak sunuyor. Buna karşın, küresel büyümeyle yaratılan tüm yeni gelirlerin yalnızca yüzde 5’i en yoksul yüzde 60’a veriliyor ve dünyanın tükettiği gıda ve malların çoğunu üretenler, 200 yıldır mahkûm edildikleri fabrika, tarla ve madenlerde çalışıyor.

Google Haberlere Abone ol

Jason Hickel

Geçen hafta, dünya liderleri ve iş dünyasının seçkinleri Dünya Ekonomik Forumu için Davos’a ulaştığında, Bill Gates 46 milyon takipçisine dünyanın git gide daha iyi bir hale gelmekte olduğunu gösteren bir Twitter mesajı yayınladı. “Bu, en sevdiğim infografiklerden biri,” diyordu. “Birçok insan, son iki yüz yıl boyunca ne kadar çok yaşamın iyileştiğini görmezden geliyor.”

Our World Data şirketinden Max Roser’ın hazırladığı altı grafikten ilki, bugüne dek en çok dikkat çeken oldu. Yoksulluk içinde yaşayan insanların oranının 1820’de yüzde 94 iken günümüzde yüzde 10’a düştüğünü gösteriyor. Bu iddia basit ve ilgi çekici. Ve bunun çekiciliğine kapılan yalnızca Gates değil. Bu rakamlar geçtiğimiz yıl Steven Pinker’dan Nick Kristof’a kadar herkes tarafından paylaşıldı ve Davos’un geri kalan kısmının çoğu, serbest piyasa kapitalizminin küresel ölçekte genişlemesinin herkes için muhteşem olduğunu öne sürdü. Pinker ve Gates, daha da ileri giderek, en zenginlere böylesine sonsuz bir servet sağlayan güçler gözlerimizin önünde yoksulluğu ortadan kaldırırken, eşitsizliklerin büyümesinden şikayet etmememiz gerektiğini ifade ettiler.

Bu, iddialı bir söylem. Ve tamamen yanlış.

Bill Gates tarafından paylaşılan grafik: 1-Aşırı Yoksulluk 2-Temel Eğitim 3-Okur-yazarlık 4-Demokrasi 5-Aşılama 6-Çocuk Ölümleri. (Görsel: Our World in Data / Max Roser)

PAYLAŞILAN VERİLER TAMAMEN YANLIŞ

Buna karşın, bu grafiklerde bazı sorunlar mevcut. Hepsinden önce, yoksulluk hakkındaki gerçek veriler yalnızca 1981’den bu yana kaydediliyor. Bu tarihten önceki her veri son derece kabataslak ve 1820’ye dek geriye gitmek bir anlam taşımıyor. Roser, hiçbir şekilde yoksulluktan bahsetmeyen, fakat dünya GSYİH (Gayrı Safi Yurt İçi Hasıla) dağılımındaki eşitsizliği tanımlayan bir veri kümesinden faydalanıyor ve bu küme sadece sınırlı sayıda ülkeyi kapsıyor. Uzun vadeli yoksulluk hakkındaki iddialarını destekleyecek gerçek bir araştırma mevcut değil. Bu bilim değil, sosyal medya!

Roser’ın verdiği rakamların aslında ortaya koyduğu şey, dünyanın, geçmişte çoğu insanın paraya ihtiyaç duymadığı bir durumdan, günümüzde büyük kısmının son derece yetersiz miktarda parayla hayatta kalmak için mücadele ettiği bir hale geldiğidir. Grafik, bu hususu yoksullukta gerçekleşen bir düşüş biçiminde sunuyor ama gerçekte olan şey, Avrupa’daki dışa kapanma hareketleri ve güney yarımkürenin sömürgeleştirilmesi esnasında, insanları kapitalist çalışma sistemine zorla dahil eden bir zapt etme süreciydi.

Sömürgeleştirme öncesi, insanların çoğu, bol miktarda ortak varlıklara (paylaşım ve karşılıklılık sistemleri dahilinde toprak, su, ormanlar, hayvancılık) erişebildikleri geçim ekonomilerinde** yaşamını sürdürüyordu. Bir miktar paraları olsa bile çok azdı; diğer yandan, iyi yaşamak için buna ihtiyaçları yoktu ve bu nedenle yoksul olduklarını öne sürmek bir anlam ifade etmiyor. Bu yaşam tarzı, insanları yaşadıkları topraklardan ayrılmaya ve Avrupalılara ait maden, fabrika ve tarlalarda çalışmaya zorlayan sömürgeciler tarafından şiddetli biçimde tahrip edildi ve ilk yıllarda buralarda zorla çalıştırıldıkları işler karşılığında insanlara neredeyse komik denecek ücretler ödenmekteydi.

GERÇEKTE, MODERN KÖLELİĞİN VERİLERİ

Farklı bir deyişle, Roser’ın yayınladığı grafik, zorla gerçekleştirilen proleterleşmenin öyküsünü anlatıyor. Bu durumun, insanların hayatlarında yaşanan bir iyileşmeyi temsil ettiği iddia edilemez; zira çoğu durumda olduğu üzere, ücretler aracılığıyla kazanılan yeni gelirin, tabii ki koloniciler tarafından zapt edilen toprak ve kaynaklarda yaşanan kaybı telafi etmeye dahi yaklaşmadığını biliyoruz. Gates’in en sevdiği şey olan bilgi teknolojisi, kolonileşmenin yol açtığı şiddeti alıp onu mutlu bir ilerleme hikâyesi gibi allayıp pulluyor.

Ne var ki, burada hatalı olan tek mesele bu değil. Grafiğin tasvir ettiği eğilim, günde 1.90 dolarlık bir yoksulluk çizgisine dayanıyor; bu değer, 2011 yılında ABD’de 1.90 doların satın alma gücüne eşdeğerdir. Bu değer, herhangi bir standart için bariz biçimde düşüktür ve artık elimizde, bu çizginin hemen üstünde yaşayan insanların korkunç derecede kötü beslenme ve ölüm seviyelerine sahip olduğuna dair bir yığın kanıt var. Günde 2 Dolar kazanmanız, bir şekilde birden bire aşırı yoksulluktan kurtulacağınız anlamına gelmiyor. Katiyen bu anlama gelmiyor!

Bilim insanları yıllardan beridir daha makul bir yoksulluk sınırı için çağrıda bulunuyorlar. Çoğu bilim insanı, temel gıdalara ve normal yaşam süresi beklentisine ulaşmaları ve çocuklarının beşinci doğum günlerinde hâlâ hayatta olabilmeleri noktasında yarı-yarıya bir şans sahibi olması için, insanların günde en az 7,40 dolara ihtiyacı olduğunda hemfikirler. Harvard Üniversitesi’nde ekonomist olan Lant Pritchett da dahil olmak üzere, birçok bilim adamı, yoksulluk sınırının günde 10 ilâ 15 dolar arasında, mevcut rakamdan çok daha yüksek olması gerektiğini vurguluyor.

DOĞRU VE GERÇEKÇİ BİR SINIR BELİRLENMELİ

O halde, bu daha gerçekçi yelpazenin en altındaki küresel yoksulluğu daha akla yatkın bir şekilde 7.40 dolar olarak belirlersek ne olur? Açıkçası, bu sınırın altında yaşayan insan sayısının, 1981 başlarından bu yana önemli ölçüde arttığını ve günümüzde 4.2 milyar kişiye ulaştığını görüyoruz. Bu noktada mutlu Davos hikâyesi aniden eriyip gidiyor.

Bundan da öte, yaratılan sınırlı kazancın neredeyse tamamı tek bir yerde üretiliyor: Çin. Hal böyleyken, Gates ve Pinker’ın hatırı için bu kazanımları Washington mutabakatlı neoliberalizmin bir zaferi olarak görmek tamamen ikiyüzlülüktür. Çin’i denklemden çıkardığınızda, rakamlar berbat görünüyor. 1981’den bu yana geçen yaklaşık otuz yıl boyunca, yalnızca yoksulluk içinde yaşayan insanların sayısı artmadı, yoksulluk içinde yaşayan insan oranı da yüzde 60 civarında takılıp kaldı. Bu rakamların temsil ettiği acıyı mübalağa etmek zor olacaktır.

Bu, küresel ekonomik sistemimizin, insanların büyük çoğunluğunun başarısız olduğuna dair çirkin iddiasının bir göstergesidir. Dünyamız her zamankinden daha varlıklı; fakat neredeyse tamamı küçük bir seçkinler grubu tarafından ele geçirilmiş durumda. Küresel büyümeyle yaratılan tüm yeni gelirlerin yalnızca yüzde 5’i en yoksul yüzde 60’a veriliyor ve dünyanın tükettiği gıda ve malların çoğunu üretenler, 200 yıldır mahkûm edildikleri fabrika, tarla ve madenlerde çalışan yine bu insanlar. Bu, düpedüz delilik demek ve milyarderlerin dillendirdiği hiçbir şikayet, kendilerini haklı çıkarmaya yetmez.

*Proleter, işçi /  emekçi anlamına gelen Fransızca kökenli bir kelime.

**Geçim ekonomisi, insanların takas ya da satıştan ziyade yaşamlarını sürdürme amacıyla sürdürdüğü üretim biçimi.

*** Yazının aslı The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)