Arap dünyasında geçen hafta: Mutabakat canlanırsa güvenli bölgeye ihtiyaç kalmaz

Rai Al Youm gazetesinden Abdulbari Atvan Putin'in Adana Mutabakatından bahsetmesinin, iki lider arasındaki görüşmede bu anlaşmanın da masada olduğunu gösterdiğini belirtti. Atvan "Bu mutabakatın tekrar canlandırılması, Türkiye ve Suriye arasındaki birçok sorunu çözebilir ve ABD Başkanı Trump'ın bahsettiği güvenli bölgeye de ihtiyaç kalmaz" ifadesini kullandı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - 25 Ocak 2011’de Mısır’da Hüsnü Mübarek yönetimine karşı başlayan ayaklanma sekizinci yılı dolayısıyla Arap basınında geniş yer buldu. Tarihe “25 Ocak Devrimi” olarak geçen isyan Mübarek’in görevi bırakmasıyla sonuçlanmıştı.

25 Ocak devriminin bu yıl dönümünde ülkenin nerede durduğu ve özellikle de 3 Temmuz 2013’teki darbeden sonra “devrimin” nereye sürüklendiği geniş bir şekilde tartışıldı. Ancak en başından beri süregelen “komplo muydu, değil miydi?” tartışmaları da devam etti.

Sudan’daki gösterilerin nereye varacağı ve devlet başkanı El Beşir’in ne yapacağı Arap dünyasında dikkatli bir şekilde takip ediliyor. Gösterilerde ölenlerin sayısı 40’ı geçerken, hükümet kaynakları ise bu sayının 29 olduğunu iddia ediyor.

Suriye’nin kuzeyiyle ilgili uzun süredir konuşulan “güvenli bölge” tartışmaları, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Moskova ziyaretinde yerini 1998 yılında Suriye ve Türkiye arasında imzalanan “Adana Mutabakatı'na” bıraktı. Arap basınındaki yorumlara göre bu mutabakatın uygulanması için önce iki ülke arasında doğrudan temas kurulması lazım.

'DEVRİMLER TÖKEZLER ANCAK ÖLMEZ'

“25 Ocak, hedefleri şu ana kadar gerçekleşmemiş olsa dahi şanlı bir isyandır. 25 Ocak, çalınmasına ve ona karşı darbeye rağmen Mısır tarihinde parlak bir sayfa olarak kalacaktır. Kim ki bu devrimin kapanmış bir sayfa olduğunu düşünürse, bir evham içindedir. Çünkü insanlık tarihi göstermiştir ki devrimler – 25 Ocak devrimi de bunu göstermiştir – tökezler ama tam olarak ölmez. Çünkü devrimler halkın bir gün gerçekleşecek olan hayallerini ifade eder.

25 Ocak devrimi hiçbir zaman Mısır’a yönelik bir komplo değildi. Aksine hem içeriden hem de dışarıdan komplolara maruz kaldı. Bu komplolar önce onu kuşatmaya sonra da ortadan kaldırmayı hedefledi. Ancak Mısır gençliğinin sadece 18 gün içerisinde yolsuzluğa batmış ve istibdatçı bir yönetimi devirmeyi başarması insanlığın zikrinde hep var olacak. Bu gençler kendi ülkeleri için daha iyi bir gelecek aradılar, onların bindiği bu gemiye karşı esen rüzgârlara ve ödedikleri bedellere rağmen.” (Eşref El Berberi / Mısır El Şuruk gazetesi)

'25 OCAK ERGENLERİN İSYANI DEĞİLDİ'

“25 Ocak 2011 günü Mısırlılar için onur ve gurur duyulacak günlerden biri ve simge olarak kalmaya devam edecek. 25 Ocak ve onu takip eden 18 gün Mısır yakın tarihinin en güzel günleri olarak kalacak.

25 Ocak’ta olanlar hiçbir zaman bir komplo, ülkenin hedef alınması veya Mısırlı ergenlerin bir isyanı değildir. Bazılarının bu konuda şüpheleri olmasına rağmen, 25 Ocak hep barışçıydı.

Asıl komplolar eski yönetimin iktidarı bırakmasından sonra başladı. Ve maalesef halk, eski rejim kalıntılarının ve ordunun başındakilerin ona karşı ne hazırladıklarının idrakına varamadı. Demokrasinin tesis edileceğinden ve kendi başkanını kendi seçecek olmasından dolayı sevince boğulmuştu. Ve daha sonra da hayatında ilk defa özgür bir iradeyle kendi başkanını kendi seçti. Ancak askerin bu seçimin devamına izin vermesi mümkün değildi.

Maalesef en sonda da halkın yaptığı seçimlere karşı galip gelindi. Ve başarabildikleri en büyük şey de halkı ikiye bölmeleri oldu. Eski rejim daha acımasız ve daha zalim bir şekilde geri döndü.

Evet, karşı devrim galip gelmeyi başardı. Peki, bu şekilde kalmaya devam edebilecek mi yoksa 25 Ocak devrimin artçıları onu tekrar devirecek mi?” (Muhammed Lütfü / El Arabi El Cedid gazetesi)

'ADANA MUTABAKATI DOĞRUDAN MÜZAKEREYİ GEREKTİRİR'

Rus lider Putin ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Moskova'da üç saatten fazla süren zirvenin ardından yaptıkları basın açıklamasını izleyenler Türkiye ve Suriye arasındaki doğrudan görüşmelerin başlamasına çok yaklaşıldığı kanısına varır.

Putin'in 1998 yılında Türkiye ve Suriye arasında imzalanan güvenlik mutabakatını zikretmesi ve bu mutabakatın Türkiye'nin sınır güvenliğiyle ilgili birçok sorunu çözeceğini söylemesi dikkat çekiciydi.

Putin'in bu mutabakattan bahsetmesi, iki lider arasındaki görüşmede bu anlaşmanın da masada olduğunu gösteriyor. Bu mutabakatın tekrar canlandırılması, Türkiye ve Suriye arasındaki birçok zorunu çözebilir ve ABD Başkanı Trump'ın bahsettiği güvenli bölgeye de ihtiyaç kalmaz.

Suriye'nin eski cumhurbaşkanı Hafız Esad döneminde imzalanmasının hemen ardından bütün koşullarına bağlı kaldığı bu mutabakatın, tekrar uygulamaya konması iki ülkenin tekrar müzakere masasına oturup, bunun uygulanması için gerekli adımları konuşmaları gerektirmektedir.

Türkiye'nin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da konuyla ilgili bir açıklama yaptı ve dedi ki; bu mutabakat Suriye'nin terör örgütü unsurlarını Ankara'ya teslim etmesini gerektirmektedir. Akis takdirde Türkiye'ye 5 km. içeriye girme hakkı vermektedir.

Bu oldukça güzel ancak hayret verici bir açıklama. Sayın Çavuşoğlu ve başkanı Erdoğan çok iyi biliyorlar ki bu mutabakat her iki taraf için bağlayıcıdır. Hatta belki de Suriye tarafı, bu mutabakatın önce Türkiyeli mevkidaşları tarafından, rejimi devirmek için silahlı gruplara Suriye topraklarına girmelerine müsaade etmeleriyle çiğnendi diyebilir.” (Abdulbari Atvan / Rai Al Youm gazetesi)

'SUUDİ VE BAE’LİLER ÜLKELERİNDEN NEDEN KAÇIYOR?'

“İngiliz Ekonomist dergisi, Körfez Arap ülkelerinden binlerce vatandaşın başka ülkelere sığınmak istediği hakkında bir haber yayınladı ve bu sayının son senelerde oldukça arttığına dikkat çekti.

Habere göre Körfez Arap ülkelerinden Avrupa’ya iltica başvurusunda bulunanların başında Suudi vatandaşları geliyor. Bu da yeni bir tartışma açıyor çünkü Muhammed Bin Selman’ın ve 2030 vizyonunun yıldızının parladığı döneme denk geliyor. Ki birçok ülkede genç prensin, ‘ülkesi için öngördüğü modernite ufkunun’ ve gençlere odaklanmasının propagandasını yaptı. Batı propagandası özellikle de ‘Bin Selman’ın toplumda radikal değişiklikler yapmak istediğine’ odaklandı. Bu değişikliklerden biri de kadınlara araba kullanma hakkı verilmesi.

Haber, Avrupa ülkelerinden sığınma isteyen Suudilerin artışında 2012 yılına göre yüzde 318’lik bir oran olduğunu ortaya koydu. Sadece 2017 yılında Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’ya iltica başvurusunda bulunanların sayısı 815’i buldu.

Düşünülmesi gereken bir başka konu da iltica başvurularında Suudilere en yakın orana sahip olan ülke Birleşik Arap Emirlikleri olması. İltica talebinde bulunan BAE’lilerin oranında ise 2012’ye nazaran yüzde 300’lük bir artış var.” (Kuds El Arabi gazetesi / Başyazı)

ÖMER EL BEŞİR’İN ÖNÜNDEKİ SEÇENEKLER

“Ömer El Beşir protestoların başlamasından bu yana birçok kez konuştu ve her konuşmasında farkı şeylerden bahsetti. Bazen tehditler savurdu, bazen de vaatlerde bulundu. Protestoların hacmi ise altıncı haftasında sabit kaldı. El Beşir, bugün önündeki seçenekleri çok iyi biliyor.

Bu seçeneklerin başında iktidardan çekilmek, ikincisi ise muhalefeti hükümeti bırakıp seçimlere kadar devlet başkanı olarak kalmak. Üçüncü seçenek, Hartum’daki muhalif partiler ve Darfur ile Mavi Nil bölgesindeki isyancı hareketlere karşı bazı tavizler vermek. El Beşir’in önündeki dördüncü seçenek ise erken cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri için çağrı yapmak. Beşinci seçenek de daha önce olduğu gibi fırtınaya karşı direnmek ve diğerleri gibi geçmesini beklemek.

Ömer El Beşir çok iyi biliyor ki artık ülkesindeki gösteriler çok doğal bir hal aldı. Ve bu gösterilerdeki temel istek de zoraki bir talep. Çünkü devlet kurumlarını demir pençeyle kavramış durumda. Herhangi bir askeri sızmaya karşı da bütün pencereleri sıkıca kapatmış. Bunun yanı sıra, kendisini koruyacak önemli bir halk tabanına sahip olduğunu düşünüyor. Bu tabanı da en kötü alternatiflerle korkutmuş durumda. İşte bu yüzden kendini, herhangi bir taviz vermek veya müzakerelere oturmak zorunluluğunda görmüyor.” (Faris Bin Hazem / Suudi El Hayat gazetesi)

İSRAİL’İN SURİYE’YE SALDIRILARI VE DENKLEMLER

“İsrail’in Şam Havaalanı çevresine yönelik son saldırısı eski saldırılardan daha farklıydı. Gerek saldırıda daha yoğun füze fırlatılması, gerekse de saldırının daha geniş bir alanı hedef alması bakımından. Diğer yandan Suriye’nin karadan karaya füzelerle karşılık vermesi. Gelişmeler her iki tarafın uçurumun kenarına doğru savrulduğunu gösteriyor. Her iki tarafında geniş kapsamlı bir savaş macerasına girmek istememesine rağmen.

Şam bir yandan saldırıları önlemeye çalışırken, diğer taraftan da zararı azaltmak için uğraşıyor. Ve görülüyor ki İsrail saldırılarına karşı S-300 füzelerini kullanmak için yeşil ışık almamış. İran da bir savaş istemiyor. Nitekim Suriye’de angajman kurallarını değiştirecek gücü sağlayamıyor.

Mevcut ortamda en mahcup taraf ise Moskova. Zira bu konudaki stratejik kararı İsrail ile çatışmaların önlenmesi. Çünkü İsrail ile çatışmanın ABD ile çatışmak anlamına geldiğini iyi biliyor. Rusya’nın bu İsrail saldırılarını İran’ın Suriye’deki askeri gücünü azaltması için kullanıyor olma ihtimali de çok uzak değil. Ama sadece azaltmasını istiyor, tam olarak çıkmasını değil. Çünkü Suriye’de savaş henüz bitmedi ve ufukta İdlib ve çevresi gibi büyük çatışmalar var.” (Oraib El Rintavi / Ürüdn El Destur gazetesi)