Arap dünyasında geçen hafta: Rusya'nın stratejisi 'Ne kurt aç kalsın ne koyun yok olsun'

Kuds El Arabi gazetesinden Bekir Sıtkı, ABD'nin Suriye'den çekilme kararı sonrasında Rusya askeri polisinin Menbic'te devriye gezdiğini belirtti. Rusya'nın PYD'nin Suriye ordusuna katılmasını planladığını savunan Sıtkı, "Ruslar bu şekilde hem Türkiye’nin endişelerini gidermiş olacaklar, hem de PYD’nin savaşçılarını korumuş olacaklar. Rusya’nın ABD karşısındaki stratejisi ‘ne kurt aç kalsın ne de koyun yok olsun’ anlayışı üzerine kurulu" ifadelerini kullandı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den geri çekilme kararının yankıları Arap dünyasının birinci gündem maddesi olmaya devam ediyor. Trump’ın Suriye’deki güçlerinin çekileceklerini açıklamasından sonra gerek Trump gerekse de diğer ABD’li yetkililerden gelmeye başlayan çelişkili açıklamalar, “ABD’nin kısa vadede çekilmeye niyeti olmadığı” şeklinde yorumlandı.

Suriye’den çekilmeyle ilgili belirsizliğin devam ettiği bir ortamda ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ve Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun Orta Doğu’ya yaptıkları ziyaret ve bu ziyaret kapsamında yaptıkları açıklamalar gündeme damgasını vurdu.

Son dönemlerde Ortadoğu gündeminde ciddi bir yer teşkil eden Suudi Arabistan bu kez de, şiddet gördüğü gerekçesiyle ailesine ve ülkesine geri dönmeyi reddeden bir genç kadının kendisini Tayland’ın başkenti Bangkok’ta bir otel odasına kilitlemesi ve BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'nden yardım istemesiyle gündeme geldi. Rahaf el Kunun’a Kanada kapılarını açtı.

Sudan’daki “Ekmek ve özgürlük” gösterileri dört haftayı geride bıraktı. Ancak uluslararası toplumun Sudan’daki gösterileri “Arap Baharı” olarak adlandırılan diğer ülkelerdeki gösteriler ve ayaklanmalar kadar ilgi göstermemesi dikkat çekiyor. Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir ise bu gösterileri “dış komplo” olarak nitelendiriyor.

'TRUMP VE ERDOĞAN’IN ARASINI NETANYAHU MU BOZDU?'

“Kesin olan şu ki Trump ve Erdoğan’ın Suriye’nin kuzeyi ile ilgili anlaşmasını bozan üçüncü bir taraf var. Bu tarafın da İsrail başbakanı Bünyamin Netanyahu olması uzak bir ihtimal değil. Zira John Bolton’un ABD’nin Suriye’den çekilmesi için Türkiye’nin Kürtleri koruması şeklinde sunduğu şart, Bolton'ın Netanyahu ile beraber Kudüs’teki basın toplantısında dile getirildi. Hem de Ankara’ya gelmeden önce. İsrail’in ABD’nin Suriye’den çekilmesine şiddetle karşı çıkması ve bunun için ABD’deki bütün Yahudi lobilerini harekete geçirmesi de bu bakış açısını desteklemektedir.

Şu an asıl soru Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ne yapacağıyla ilgili. Tehditlerini uygulamaya koyup Fırat’ın doğusundaki Suriye Demokratik Güçleri’ni vuracak mı? Bu konuda onu kim engelleyecek? ABD mi Rusya mı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Suriye’nin kuzeydoğusunda Kürt güçlerini ezmek için elinin kolunun rahat bırakılması, ABD’nin daha önce IŞİD ile mücadele adı altında Kürt güçlerine verdiği ağır silahları geri çekmesi gibi talepleri Amerikalılar nazarında kabul görmemektedir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önünde tek bir seçenek kalmaktadır. Bu seçenek de elindeki bütün yumurtaları Rusya’nın sepetine koyup, Putin ile tam koordinasyon ile çalışmaktır.” (Abdülbari Atvan/Rai Al Youm)

'ABD’NİN ORTA DOĞU’DA YENİDEN KONUMLANMA ÇABALARI'

“Trump’ın Suriye’den çekilme kararına yönelik tepkilerin netleşmesinden sonra ABD dış politikasının Orta Doğu’da yeniden konumlanması söz konusu. Bu yeniden konumlanmanın işaretleri de kendini Trump’ın açıklanmalarında ve ulusal güvenlik danışmanı Bolton ile Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Orta Doğu ziyaretleri takındıkları tutumlarda kendini göstermektedir. ABD’nin bu yeni politikasını özetleyecek olursak; ABD çekilmekte ısrar edecek, ancak bu hemen bir takvim belirlenmeden olmayacak ayrıca terörle mücadele ve İran’ın bölgede zayıflatılmasıyla ilgili kazanımlar da korunmaya çalışılacak.

ABD’nin en son Orta Doğu’yu ziyaret eden yetkililerinin açıklamalarından şu anlaşılıyor ki, ABD Suriye’den ani ve plansız bir şekilde çekilmenin dost devletler ve müttefikler tarafından doldurulmayacak bir stratejik boşluk yaratacağını idrak etmiş. Bu boşluk da hem radikal ve terör gruplar tarafından kullanılacak hem de İran’ın yayılmacı arzuları karşısında bütün kapıları açacaktır.” (Muhammed Hüseyin El Memuniy / Ürdün El Ğad gazetesi)

'RUSYA’NIN STRATEJİSİ: NE KURT AÇ KALSIN, NE KOYUN YOK OLSUN'

“Medya, ABD’nin Suriye’den çekilmesiyle ilgili çelişkili açıklamalar ve kehanetlerle dolup taşarken, Rusya sessizliğini korudu ve hiçbir yorumda bulunmadı. Rusya’nın bu tavrı Amerikalılara güvenmemesi ve onların Suriye’den çekilme niyetlerine inanmamasından mı kaynaklanıyor? Yoksa bu durum, ABD’nin Suriye’de sürekli değişen politikalarına karşı bir kampanya geliştirmekle mi alakalı?

Hmeymim Hava Üssü ani bir şekilde Rus askeri polisinin Menbic kenti yakınlarında devriye gezmeye başladığını duyurdu. Belki de Ruslar, ABD’den sonra oluşacak boşluğu sahada doldurmaya çalışıyordur. Ve şu biliniyor ki, Ruslar, Türkiye’nin herhangi bir operasyonundan önce PYD’yi rejimle diyaloğa başlaması için teşvik etmeye çalışıyorlar. Rusya’nın planı, PYD’nin Suriye ordusu içinde eritilmesidir. Yani şu an bulundukları bölgede kalacaklar ancak Suriye Arap Ordusu adı altında. Sınır kapıları da rejime devredilecek. Ruslar bu şekilde hem Türkiye’nin endişelerini gidermiş olacaklar, hem de PYD’nin savaşçılarını korumuş olacaklar. Rusya’nın ABD karşısındaki stratejisi ‘ne kurt aç kalsın ne de koyun yok olsun’ anlayışı üzerine kuruludur.” (Bekir Sıtkı / Kuds El Arabi)

'MUZAFFER ESAD, TÜRKİYE VE ARAPLAR'

“Bazı Arap başkentleri Moskova’nın Türklerle ilgili ne hazırladığının farkında. Bu yüzden ABD’nin de onayıyla Şam’a gidip Esad’ı Türkiye ile barışmama konusunda ikna etme çabalarına başlamaya karar verdiler. Çünkü onlara göre Erdoğan Müslüman Kardeşler’i benimsiyor ve gelecekle ilgili adımlarına pek de güven olmaz.

Hiç şüphesiz Şam, özellikle iki kutup için bir cazibe alanı olacak. Bu iki kutbun da birini Körfez Arap ülkeleri, diğerini ise Türkler ve Katar temsil ediyor. Körfez ülkeleri Şam ile barışıp onu maddi olarak desteklemeye çalışacak. Bunun ilk adımı da uluslararası Şam Havalimanı'nı restore edilmesi ve Suriye’ye yeni yolcu uçakları verilmesi şeklinde olacak.

Suriye bu süreçte yeni bir duygusal hücumla karşı karşıya kalacak. Bu bazı Arap devletleri tarafından başlatıldı bile. Tabi bu, büyükelçiliklerin açılmasıyla da sınırlı kalmayacak. Şam’a yapılacak ziyaretlerde ‘sınırsız’ destekle devam edecek. Trump’ın, Suudi Arabistan’ın Suriye’nin yeniden inşasını fonlayacağıyla ilgili açıklamasına uygun olarak. Ancak söz konusu ülkelerin başkentlerinde asıl merak edilen soru da, Esad’ın bu süreçte nasıl hareket edeceğidir.” (Abbas Daher/Lübnan El Nashra)

'ARAPLAR ŞAM’A DÖNÜYOR, PEKİ ŞAM ARAPLARA DÖNECEK Mİ?'

“Suriye’nin Arap ülkeleriyle ilişkilerinin tekrar başlaması ve Arap ülkelerinin bu husustaki çekişmeli tutumları karşısında Şam’ın Arap dünyasına tekrar dönüşü, Suriye’nin mevcut durumu bağlamında olmalıdır. Ülke 2011 yılından itibaren ekonomik, sosyal ve siyasi bir kriz yaşamaktadır. Bu krizin de hem iç hem de dış sebepleri vardır. Araplar ve bölgesel sistemin kurumları da bu dış sebeplerde halen etkin bir aktör olmakta devam etmektedir. Dolayısıyla krizden çıkmak İçin yapılacak yardımlar ve zararların tazmin edilmesi hususu, Şam’ın Arap dünyasına tekrar dönmesi için bir ön şart olmalıdır.

Suriye, Arapların ilişkileri tekrar başlatma konusunda niyetleri olduğuna dair ilk işaretler gelmeye başladığında, bu durumu memnuniyetle karşılamıştır. Bunun ilk işareti de Suudi Arabistan’ın eski Dışişleri Bakanı Adil El Cübeyr’in açıklamalarında belirmiştir. Bunu Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim’in Umman ziyareti, Bahreyn Dışişleri Bakanı ve Muallim’in BM’deki görüşmesi ve Irak Dışişleri Bakanı'nın Şam ziyareti izlemiştir. Daha sonra Ömer El Beşir’in Şam ziyareti ve bazı Arap ülkelerinin Şam’daki büyükelçiliklerini açmasıyla somutlaşmıştır.” (Mazen Cebbur/ Suriye El Vatan)

REHEF EL KUNUN VE DİĞER SUUDİ KADINLAR

“Gördüğü kötü muamele sebebiyle ailesinden kaçan Suudi genç kadın Rehaf El Kunun, son dönemlerde aynı sebeplerden dolayı ailelerinden kaçmaya çalışan Suudi kadınları tekrar gündeme getirdi. Zorla ailelerine iade edilen bu kadınlar, ebeveyne itaatsizlik ve yardım istemelerinden dolayı Suudi Arasbistan’ın adını kötüye çıkarma gibi ithamlarla karşılaşmaktadır.

Uluslararası kuruluşların raporlarına göre son dönemlerde bir çok Suudi kadın, gerek kötü muamele, gerek aile içi şiddet veya sistematik ayırımcılık sebebiyle ailelerinden ve ülkelerinden kaçmaya çalıştılar. Bunlar arasında Dina Sellum(24), Meryem El Uteybi(29), kardeşler Eşvak Hammud(30) ve Eric Hammud(28) gibi kadınlar var.

Dünya İnsan Hakları İzleme Örgütü HRW, Rehaf El Kunun olayından sonra, ailelerinden kaçmaya çalışan kadınların akrabalarından ve ailelerinden şiddet ve diğer kötü muamelelere maruz kaldığını belirtti. Söz konusu kadınların kendi ülkelerine teslim edilmesi durumunda özgürlüklerinden mahrum bırakıldığı da ifade edildi.” (El Arabi El Cedid)

SUDAN İSYAN HAREKETİ VE MÜSLÜMAN ALİMLER BİRLİĞİ

“Sudan’daki isyan hareketi dördüncü haftasına girdi ve gösteriler kentleri ve kırsal kesimleri rejimin devrilmesi talebiyle inletmeye devam ediyor.

Gösteriler devam ederken Müslüman Alimler Birliği Genel Sekreteri Ali Karadaği çok tuhaf bir tutum sergileyerek, hem Sudan yönetimine hem de göstericilere, insan haklarına saygılı olma ve barışçıl yollardan sapılmaması konusunda çağrı yaptı. Ayrıca Sudan’daki gidişattan dolayı endişelerini dile getirdi. Müslüman Alimler Birliği bilindiği üzere, Müslüman Kardeşler ’in uluslararası örgütüne bağlı ve Şeyh Yusuf Karadavi tarafından 2004 yolunda kuruldu. Karadavi bu birliğin başkanlığını 2014 yılına kadar sürdürdü.

Ali Karadaği'nin bu tutumu Müslüman Alimler Birliği’nin Sudan rejimi lehine olan ideolojik tutumunu gözler önüne sermektedir. Zira rejimle göstericileri aynı kefeye koyarak her ikisini insan haklarına saygılı olmaya davet etmektedir. Karadaği'nin bu açıklamasıyla Müslüman Alimler Birliği’nin Libya’nın devrik lideri Muammer El Kaddafi hakkında tutunduğu tavır karşılaştırıldığında, ideolojik tutum daha da net bir şekilde görülmektedir. Karadaği ve Karadavi o dönemlerde yayınladıkları beyanla göstericilerin taleplerini desteklediklerini, bu taleplerin yanında yer aldıklarını ve göstericilere yönelik sert tutumları kınadıklarını belirtmişlerdi. Ayrıca beyanda Kaddafi rejimine, halkın kendi geleceğini belirleyebilmesinin önünü açması için çağrıda bulunmuştu. Ancak şu an Ömer El Beşir’e Sudan halkının kendi geleceğine karar vermesinin önünü açması için aynı çağrıyı yapmıyor.” (Babiker Faysal / Sudan El Taghyeer gazetesi)