Arap dünyasında geçen hafta: Kudüs'e giden yol Afrin'den geçer mi?

Suudi El Hayat gazetesinde Hurşit Dalay'ın yazısında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kudüs’le ilgili açıklamaları değerlendirildi: "Erdoğan’ı duyan, Türk ordusunun hemen bugün kutsal kenti kurtarmak için harekete geçeceğini sanır. Bu açıklamalar bize Erdoğan’ın eski açıklamalarını hatırlatıyor. Kürtler Suriye’deki tek düşmanı haline geldiğinde her sabah Afrin’i kuşatmaya varan tehditlerini duyanlar, Kudüs’e giden yolun Afrin’den geçtiğini sanır."

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Arap basını bu hafta da Kudüs ile ilgili gelişmelere odaklandı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ABD’nin Kudüs kararının geri alınmasını öngören yasa tasarısı, Arap medyasının bu hafta başlıca gündem maddesiydi.

Arap gazetelerinde BM’nin Kudüs kararı, genel itibariyle, “ABD ve Tump’a büyük tokat” minvalinde verilirken, bu oylamanın sonuca etki edip etmeyeceğini sorgulayan köşe yazıları da dikkat çekti.

Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah Bin Zayed’in Twitter hesabından “Medine Müdafaası” ile bilinen Fahreddin Paşa’yla ilgili bir tweeti paylaşması ve bunun sonucu olarak iki ülke arasında yaşanan gerilim de Arap medyasında geniş yer buldu.

BAE gazeteleri Fahreddin Paşa ve Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtı haber ve yorumları sertleştirirken, bazı Arap gazeteleri, BAE’nin bu tutumunu “BAE ve Suud, Trump’ın Kudüs kararına destek verdi” iddiaları üzerinden eleştirdi.

Erdoğan’ın İsrail’e karşı devam eden sert söylemleri, bu hafta da Arap basınında yer almaya devam etti. Suud El Hayat gazetesinden Hurşit Dalay, bununla ilgili kaleme aldığı yazıda, Erdoğan’ın daha önce Suriye ile ilgili yaptığı açıklamaları hatırlattı.

“BM KARARI BİR ŞEYİ DEĞİŞTİRMEYECEK”

Mısır’ın El Ahram gazetesi yazarı Maced Habta, ABD’ye BM kararlarına uyması için bir yaptırım uygulanamadığından, BM’nin Kudüs kararının bir şeyi değiştirmesinin beklenmediğini yazdı:

“BM kararı bir şeyi değiştirmeyecek. ABD’ye uluslararası hukukun gereğini yapması ve BM kararlarına uyması için yaptırım uygulayacak bir aracın olmaması, ABD’nin bu kararlara uymasını beklemememize neden oluyor.

Yani durum olduğu gibi kalacak, değişmeyecek. Malezya savunma bakanı büyük (yüksek dereceli) liderler dediklerinden talep gelirse, ‘ordusunun Kudüs konusunda görev üstlenmeye hazır olduğu’ türküsünü söylemeye devam edecek.

Ve Sudan güçlerinin devlet başkanı Ömer el Beşir’in Filistin’in, Arap halkları ve Müslümanların savunulması emrini yerine getirmeye hazır olduğu vehmi de. ‘Hakkın Savunucuları 2’ tatbikatı hedeflerine ulaştıktan (başarıyla sonuçlandıktan) sonra Sudan istihbarat örgütü ve operasyonlar heyetinin başı bize ‘tatbikata katılan istihbarat mensubu kahramanların tehditlere karşı koyabilmeye hazır olduklarını ispat ettiğini’ bildirdi.

Ve Mursi’yi bekleyenler Hizbullah’ın liderinin sözünü ettiği ‘binlerden’ çok daha iyimser olacaklar."

“DÜNYA YENİDEN ŞEKİLLENİYOR”

Yazar, son gelişmeler bağlamında dünyanın yeniden şekillendiğini belirterek, çok kutuplu bir dünya sistemi ile karşı karşıya olduğumuz kanısında:

"Burada BM Genel Kurulu'nun ilk olağanüstü toplantısı önemli bir örnek olabilir. Mısır’a yönelik üçlü saldırıdan sonra (genel kurula getirilen) tasarı Britanya ve Fransa’nın vetosu ile reddedilince, her iki devlet de “büyük devletler” (süper güçler) olmaktan çıkmış ve dünya iki kamp altında toplanmıştı: ABD ve Sovyetler Birliği veya kapitalist Batı ile sosyalist Doğu.

Daha sonra Sovyetlerin çökmesi ile birlikte 1990’larda tek kutuplu dünya dönemi geldi ve Sovyetlerin Afganistan’da yenilmesi sonrası fiili olarak başlayan bu dönem, şeklen Afganistan’da (ama) aslında ABD’ye karşı yenilmesiyle fiili olarak başladı.

Bizi ümitlendiren şey şimdi “bir tarafın aptallığının üzerine zekice oynandığı” çok kutuplu ve bloklu bir dünyanın yeniden şekilleniyor olması.

Gerçekten de ABD başkanı eğlendiği ve oynadığı düşüncesizce (irticalen) kararlar alma siyasetini sürdürdükçe, Sovyetler zamanına tekrar dönen Rusya’nın yardımı, Almanya ve Fransa başta olmak üzere AB’nin de yardımıyla Çin’in ABD’nin yarattığı boşlukları doğuda ve batıda doldurması (genişlemesi) ile ortaya yeni kutuplaşmalar, yeni bloklar çıkacak.”

“FAHREDDİN PAŞA TARTIŞMALARI” ARAP BASININDA

Londra merkezli ve BAE sermayeli El Arab gazetesi, “Twitter’daki bir reetwet Erdoğan’ın tahtını salladı” ifadelerini kullandı:

“Öyle görünüyor ki Twitter’daki bir reetwet, Yeni Osmanlılar’ın ve özellikle de Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tahtını salladı.

Söz konusu tweet, Türk hükümetinin saflarında bir alarma neden oldu. Zira buna cevap verenler arasında cumhurbaşkanlığı sözcüsü, onun ardından başbakan yardımcısı vardı, ondan sonra ise Erdoğan’ın histerik tepkileri başladı. Erdoğan Twitter hesabından, Fahreddin Paşa’nın Medine’yi savunduğunu iddia eden bir Arapça tweet paylaştı.”

Yine Londra merkezli ancak Katar sermayeli olan Al Kuds Al Arabi gazetesi ise, BAE Dışişleri Bakanı Bin Zayed’in retweetlediği ifadelerin, akıllara Medine savunmasında İngilizlerle beraber hareket eden Araplarla, Kudüs kararına kapalı kapılar ardından göz yuman Suud ve BAE’nin tutumlarını hatırlattığını yazdı:

“BAE dış işleri bakanının tweetinin, Erdoğan ve Türkiye’nin Kudüs davasının öncülüğünü yaptığı bir dönemde gelmesi, Medine şehrinin İngilizlerin eline düşmesiyle oluşan tarihi yaranın ve ABD Başkanı Donald Trump’ın Müslümanların ilk kıblesi Kudüs’ü İsrail’e veren kararının açtığı yarayla beraber değerlendirilmesine yol açtı.

Söz konusu tweet, Türk yetkililerin zihninde, Medine’nin İngilizlerin eline düşmesinde rol oynayan ve İngilizlere yardım eden Araplarla, Suud ve BAE’nin, Trump’ın Kudüs kararına kapalı kapılar arkasında göz yummasının beraber canlanmasına neden oldu.”

“FİLİSİTİN MÜCADELESİNİN YENİ SİMGESİ: AHD EL TAMİMİ”

Daha önce İsrail askerine tokat atmasıyla gündeme gelen Filisitinli Ahd el Tamimi, geçtiğimiz günlerde Ramallah kentinde evi basılarak göz altına alındı. Tamimi’nin gözaltına alınması Arap basınında büyük yankı uyandırdı. Mısır El Bedil gazetesi, 16 yaşındaki Tamimi’yi, Filistin mücadelesinin yeni simgesi olarak nitelendirdi:

“16 yaşında cesaretiyle ve İsrail askerlerine karşı direnişiyle bilinen Tamimi dört yaşındayken babası Basim ve annesi Nurhan ile birlikte gösterilere katılmaya başladı. Dünya onu 2012 yılında, annesiyle beraber Ramallah’ın batısında katıldığı bir gösteride İsrail askerlerine karşı durmasıyla tanıdı.

Artık Filistin halk mücadelesinin simgesi olarak bilinen Ahd el Tamimi, İsrail askerlerine karşı direnirken onların yüzüne karşı kaldırdığı yumrukları ve küçük ellerinden başka bir araç kullanmadı. Tamimi, 2012 yılında İstanbul Başakşehir’de düzenlenen Hanzala Cesaret Ödülü'nü aldı.

Ahd el Tamimi’nin tek hayali bir gün işgalin son bulduğu ve İsrail yerleşimcilerinin olmadığı bir güne uyanmak, kendisinin ve ailesinin kontrol noktalarında saatlerce beklemediği bir yolculuk yapmaktır.”

“ERDOĞAN VE KUDÜS: YOL AFRİN’DEN GEÇMEZ”

Suudi El Hayat gazetesinde Hurşit Dalay tarafından kaleme alınan yazıda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kudüs’le ilgili devam eden açıklamaları değerlendirildi:

"Erdoğan’ın Kudüs konusunda ateşli açıklamaları bitmiyor. Sesi öyle bir yükseliyor ki duyan, Türk ordusunun hemen bugün kutsal kenti kurtarmak için harekete geçeceğini sanır. Bu açıklamalar bize Erdoğan’ın eski açıklamalarını hatırlatıyor. Sabah akşam Suriye’de rejimin düşmesini isterken, bunu istemeye başlamadan önce sürekli kırmızı çizgilerden bahsederken, Kürtler Suriye’deki tek düşmanı haline geldiğinde her sabah Afrin’i kuşatmaya varan tehditlerini duyanlar Kudüs’e giden yolun Afrin’den geçtiğini sanır.

Trump’ın Kudüs kararı Türk ve İsrail medya savaşını da başlattı. Acilen topladığı ve Kudüs ile ilgili yeni bir kararın çıkmadığı zirvede Erdoğan ‘İsrail terör devletidir, çocukları öldürüyor’ dedi. Duruşu, Benjamin Netanyahu’yu provoke etti ve Erdoğan’ı canlı yayında eleştirdi. Netenyahu, Macron ile düzenlediği basın toplantısında ‘Türkiye’de Kürt köylerini bombalayan, gazetecileri hapse atan, uluslararası yaptırımları delmesi için İran’a yardım eden, Gazze ve diğer yerlerde masumları öldüren teröristleri destekleyen Erdoğan bize nutuk atmasın’ dedi.

Durum ihtilalci İsrail’e ve Amerikan kararına karşı Kudüs’ü desteklemek üzere somut adımlar atılmasından, Liberman’ın 2010’da Türk aktivistlerin öldürülmesi nedeniyle dilediği özrün geri çekilmesi çağrısına kadar gitti. Herkes medya yolu ile yapılan açıklamalar savaşından daha ileri gitmesini ve özellikle karar alınmadan önce ABD’nin böyle bir karar alması durumunda karşı adımların atılacağını söyleyen Erdoğan’dan İsrail ile diplomatik ilişkileri kesmesini bekliyordu.

Ancak Tel Aviv’deki büyükelçilik ve Kudüs’teki konsolosluk tam kapasite ile çalışıyor ve raporlara göre Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret hacmi 2017’de yüzde 14 artmış.

AKP’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana Türkiye’nin İsrail’e karşı politikası değişti ve bu diğer politikalara göre içeriden bir değişimdi. Bu değişimde Erdoğan sokaktaki İslami, milliyetçi hareketleri kazanmaya çalıştı. İktidarda kalmak isteyen, sokaklarda ve meydanlardaki bu akımlardan ilham almalı. Görünen o ki Türkiye’de başkanlık seçimleri yaklaştıkça İsrail ve Kudüs konusundaki ateşli üslup bu akımlarda yer alanların kalbini kazanmak için en kolay yol.”

“OSMANLI HİLAFETİ’NE ÖZLEMİN SIRRI NE?”

Middle East Online internet sitesinde Süha El Jundi imzasıyla, son zamanlarda Kudüs’le ilgili yaşanan gelişmelere paralele olarak, Arap dünyasında bazı çevrelerin Osmanlı hilafetine olan özlemini sorgulayan bir yazı yayınlandı:

“İslamcıların çoğunun iddiasına göre, Yahudilerin bölgede daha önce bir hüküm kurmaması ve Filistin’i o dönemlerde işgal edememelerinde Osmanlı Devleti’nin büyük bir rolü vardı. Bu söylentilere göre, Yahudiler Osmanlı Devleti dağılana kadar Filistin’i işgal edemedi. Bu doğru değil, zira Yahudiler Osmanlı zamanında Filistin’i istila etmeyi başlamıştı.

Resmi verilere göre, Avrupa’nın doğusundan Filistin’e giden Yahudiler’in sayısı 19'uncu yüzyılın sonuna kadar 25 bini bulmuştu. Ki o dönemde de Osmanlı Devleti vardı. Osmanlı Devleti, Avrupalı devletlerin kuzeyden gelen saldırılarıyla meşgulken 1890 yılında Filistin’in Yafa kentinde bu Yahudi göçünü koordine etmek üzere bir komite oluşturulmuştu.

Eğer İslamcılar İslam hilafetine karşı bir özlem duyuyorlarsa, neden Safevi Devlet’ine karşı bir özlem duymuyorlar. Sonuçta o da İslam Devleti değil miydi?”