Zarrab davasını canlı izleyen Amerikalı gazeteci Klasfeld: Türkiye sansürsüz bilgi istiyor

Reza Zarrab'ın ifadelerini Twitter'dan canlı yayınlayan Amerikalı gazeteci Adam Klasfeld yazdı: Türkiye'de hükümetin sessizlik duvarını yıkan bu dava, bana gazeteciliğin önemini her gün yeniden hatırlatıyor.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - ABD'deki İran yaptırımları davası, tutuklu tek sanık olan eski Halkbank genel müdür yardımcısı Mehmet Hakan Atilla'nın ifade vermesiyle kritik bir dönemece giriyor. Atilla'nın bugün hâkim karşısına çıkması beklenirken, Amerikan basınının yoğun ilgisi de sürüyor.

Özellikle Reza Zarrab'ın tanıklığı sırasında mahkeme salonundan attığı canlı tweetlerle Türkiye'de tanınan Amerikalı gazeteci Adam Klasfeld, bu davanın kendisine ne hissettirdiğini kaleme aldı. Klasfeld, Zarrab'ın ifşaatlarının Twitter'da gördüğü ilgiyle basın özgürlüğü arasındaki bağlantıyı vurguladı; "Bilgi parça parça ortaya çıktıkça ve ikisi de basına düşmanca yaklaşan iki başkanı utandırdıkça, niçin bir muhabir olduğumu her gün yeniden hatırlıyorum" dedi.

İşte Klasfeld'in şahsi Facebook sayfasında yazdıkları:

'HALK SANSÜRSÜZ BİLGİ İSTER'

Adam Klasfeld

"İster Washington veya Ankara'da, ister New York veya İstanbul'da, her ülkenin vatandaşları, hükümetlerinin neler yapmakta olduğunu bilmek ister. Haberlerin kendilerine hızla, doğru biçimde ve o bilginin koruyucusunun sansürüne veya baskısına maruz kalmadan kendilerini iletilmesini isterler.

ABD merkezli çalışan bir gazeteci olarak, Türk altın tüccarı Reza Zarrab'ın davasını en başlarda buradaki önemi açısından değerlendiriyordum: Zarrab, İran'a karşı yaptırımlarda milyarlarca dolarlık bir delik açma suçlamasıyla tutuklanmasından bu yana, Başkan Donald Trump'ın eski üst düzey müttefik ve yardımcılarından yardım almıştı. Bu kişiler arasında, eski belediye başkanı Rudy Giuliani, eski adalet bakanı Michael Mukasey ve bir dizi habere göre de, kısa süre önce sadece bir Rus diplomatla değil, aynı zamanda Türkiye için lobi yaptığı konusunda da yalan söylediğini kabul eden eski ulusal güvenlik danışmanı Michael Flynn vardı.

'BU KADAR İLGİ GÖRECEĞİMİ BİLMİYORDUM'

O sırada, davayı Twitter üzerinden canlı takip ediyor olmamın, dünyanın öbür ucunda bu kadar çok insanın ilgisini çekebileceğini bilmiyordum. Bu kişilerin neredeyse hepsi, 2013'te Zarrab'ın da karıştığı; devasa serveti, pop yıldızı eşi ve Türkiye'nin o dönemki başbakanı, bugünkü cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan'la bir zamanlar yakın olan ilişkileriyle, ülkeyi şaşkına çeviren bu olayların odak noktası haline geldiği yolsuzluk skandalı hakkında gerçeği öğrenmek istiyordu.

Erdoğan dört yıl önce, müttefiklerinin milyonlarca dolar rüşvet aldığı şüphesiyle gözaltına alınmasına 'yargı darbesi' demiş; soruşturma hızla kapatılırken, bu olaylara dair araştırmacı gazetecilik de sert biçimde cezalandırılmıştı. Her bağımsız basın özgürlüğü grubunun belgelediği gibi, yöneticiler onlarca medya kuruluşunu kapattı ve onlarca gazeteci mahkemeye çıkarılmadan hapse atıldı.

'HÜKÜMETİN DAYATTIĞI SESSİZLİK DUVARI ÇÖKTÜ'

Türkiye hükümetinin dayattığı sessizlik duvarını çökerten şey ise New York'taki bir dava oldu ve uzun zamandır bastırılan şeyin yayılmasına da, tweet ve retweet sağanağı yardımcı oldu. Her rüşvet iddiası, ki bunlardan biri '45-50 milyon' euro, Türkiye'de 'viral' oldu. Aynı şekilde, adı geçen bakanlar, paravan şirketler ve yasadışı bankacılık işlemleri de... Hükümeti eleştirenler teyit imkânı buldu veya uzun zamandır bilfikleri şeylere dair yeni ayrıntılar öğrendi. Hükümeti destekleyenler ise her ifşaatta Erdoğan'a karşı komplo gördüler.

Eğer [duruşmalarda adı geçen] bir şirketi veya bakanı tanımıyorsam, o bilgiye aç binlerce insan bana ipucu ve araştırma desteği verdi; her tweet anında İngilizce'den Türkçe'ye tercüme edildi. İnsanlar bana, aldıkları bilginin kendileri için ne anlama geldiğine dair şahsi hikâyelerini anlattıkları e-postalar ve mesajlar gönderdi. Bunlar, gazetecilerin işlerini baskı ve daha kötü şeyler karşısında işlerini niçin yaptığının duygu verici hatırlatmalarıydı.

'AMACIM ŞEFFAFLIĞA DESTEK VERMEK'

İlk haftanın sonunda, buradaki New York Times muhabiri Türkiye'den hacklendiğini ve hackerların hem Twitter hem Instagram hesaplarını hedef aldığını söyledi. Bu yaşananları giderek artan Türk takipçilerimle paylaştığımda, birisi şu tweet'i attı: "Türkiye'ye hoşgeldiniz."

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, son basın özgürlüğü endeksinde Türkiye'yi 155'inci sıraya koydu; bu, geçen yılki başarısız darbe girişiminin ardından dört basamaklık bir gerilemeye işareti. ABD, Trump'ın seçilmesinden sonra iki sıra gerileyerek şu an bu listede 43'üncü sırada. Paris merkezli örgüt, Trump'ın haber medyasını 'halkın düşmanı' ilan ettiğini endişeyle belirtiyordu...

Zarrab'ın geçen hafta ifade vermeyi bitirmesinden sonra, yargılanan tek kişinin, yani, ABD yargı sistemine göre masumiyet karinesi bulunan eski bankacı Mehmet Hakan Atilla'nın aleyhine başka tanıklar da ifade verdi. Burada yazdıklarımın hiçbirisi ona karşı suçlamalar konusunda bir kanaat veya Türkiye'nin içişlerine dair bir yorum olarak görülmemeli. Tek amacım, her gazetecinin yapması gerektiği gibi, burada ve yurt dışında şeffaflık ve basın özgürlüğüne destek vermek.

Bilgi parça parça ortaya çıktıkça ve ikisi de basına düşmanca yaklaşan iki başkanı utandırdıkça, niçin bir muhabir olduğumu her gün yeniden hatırlıyorum."