Mülteci Anlaşması'nın sonu mu?

Erdoğan'ın her fırsatta Avrupa ve Almanya'ya kafa tutmasının, Almanya'daki sağcılara propaganda malzemesi sağlayıp onları güçlendiği düşünülecek olursa, genel seçim öncesi gerek Merkel gerekse diğer partiler Erdoğan'a yakın durmaktan imtina edecektir.

Google Haberlere Abone ol

KÖLN - Mülteci Anlaşması, Mart 2016'da Avrupa ile Türkiye arasında imzalanmıştı. Türkiye milyarlarca Euro karşılığında Suriye savaşından kaçanların Avrupa'ya geçmelerine engel olacaktı. Bu anlaşmanın Avrupa'ya bedeli keşke sadece milyarlar ödemek olsaydı! Fakat öyle olmadı: Bu anlaşma nedeniyle Avrupa, her geçen gün Türkiye'de otoriter bir sistemin inşasına da göz yummak durumunda kaldı. Ayrıca Türkiye'nin otoriterliğe ve milliyetçiliğe doğru hızla ilerleyişinin etkisi, Avrupa'ya, özellikle de Almanya'ya etkisi olacaktır. Nitekim bu olumsuz etkileri, AKP'li politikacıların anayasa değişikliği referandumu öncesi Almanya, Hollanda gibi ülkelerde konuşma yapmaya çalışmasının sebep olduğu gerilimlerde gördük.

Avrupa'ya maddi ve manevi açıdan büyük bir yükü büyük bulunan anlaşma, gerçekten işe yaradı, Avrupa'nın sınırlarını mülteci akınına kapadı mı?

Aslında Avrupa, Schengen sınırlarını kendi kaynaklarıyla kontrol altına alma amacıyla Ekim 2016'da AB Sahil Güvenlik ve Sınır Koruma Ajansı'nı kurdu. 300 milyonluk Euro'luk bütçesi bulunan ajans 400 çalışanın yanı sıra, hızlı müdahale edebilecek durumda 1500 kişilik bir koruma ekibini istihdam ediyor. Sınır Koruma Ajansı kendi teçhizatı ve bağımsız karar alma yetkisiyle, Avrupa'nın dış sınırlarında gelişebilecek krizlere doğrudan müdahale edecek donanıma sahip.

Dolayısıyla sınırlarını korumada rolü fazla olmayan, bir üçüncü ülkenin yardımına pek de ihtiyacı yok.

Mültecilerin Avrupa'ya akını ani bir süreçti ve AB'yi hazırlıksız yakalamıştı. Belki de o panik haliyle diğer ülkelerle doğrudan işbirliği yapmaları gerektiğini düşündüler. Ama zamanla durum kontrol altına alındıkça, Türkiye ile yapılan mülteci anlaşmasının çok da gerekli olmadığı görünür olmaya başladı. Anlaşılan o ki Avrupalı politikacılar için diktatörlükle yönetilen veya diktatörlüğe eğilimli olan ülkelerle işbirliğinin faydası, kendi iç politikaları göz önünde tutulduğunda zararından çok daha küçük. Bu durumda Avrupa'nın Türkiye'ye mülteciler konusundaki ihtiyacı her an sona erebilir.

Öte yandan AKP yönetimindeki Türkiye, bu mültecilere ihtiyaç duyuyor. Güneydoğu'ya yerleştirilecek mülteciler vasıtasıyla Kürtlerin yoğun yaşadıkları bölgelerdeki Kürt nüfusunun azaltılmaya çalışıldığının ve bu yolla Kürtlerin mücadelesinin kırılmaya çalışıldığının Avrupa da farkında. Mültecilerin Güneydoğu'ya yerleştirilmesi ve nüfusun kodlarıyla oynanması, Türk milliyetçiliğinin her dönem başvurduğu geleneksel bir yöntem. Bu yöntemle hem Kürt hareketinin eli zayıflatılacak hem de Türkiye'nin, özellikle Sünni mültecilere vereceği vatandaşlık, 2019 seçimlerinde Erdoğan'ın başkanlığının seçim garantisi olacak.

Bu sebeplerle AKP hükümetinin savurduğu, sınırları mültecilere açma tehdidi, yavaş yavaş geçerliliğini kaybediyor; zira mültecilerin Türkiye'den çıkması, en çok AKP yönetiminin hesaplarına zarar verecektir.

7 Haziran seçimleri sonrası Kürtlere karşı tekrar savaş konumuna geçen AKP'nin Güneydoğu'da sivil halka verdiği zarara rağmen, mülteci tehdidi nedeniyle şimdiye kadar sessiz kalan Almanya, muhtemelen Türkiye'de Kürt mücadelesi ve AKP arasında çıkmaza giren sürecin ve Türkiye'de entelektüellere, akademisyenlere, gazetecilere yapılan baskının Türkiye üzerinden gelecek daha ciddi bir göç dalgasına sebep olacağının farkında. Mülteci Anlaşması, Almanya'da bu Eylül yapılacak genel seçimlerde Angela Merkel'in elini güçlendiren unsurlardan biri olmakla beraber Merkel'in bu unsura ihtiyacı giderek azalıyor. Bu da seçimden muzaffer çıkacak Merkel'in kuracağı yeni hükümetin, Erdoğan'a karşı daha sert bir duruş almasına sebep olacaktır. Almanya'nın isteyeceği son şey, Türkiye'den gelecek yeni bir göç dalgası zira.

Erdoğan'ın her fırsatta Avrupa ve Almanya'ya kafa tutmasının, Almanya'daki sağcılara propaganda malzemesi sağlayıp onları güçlendiği düşünülecek olursa, genel seçim öncesi gerek Merkel gerekse diğer partiler Erdoğan'a yakın durmaktan imtina edecektir. Erdoğan'ın izlediği politika hem Türkiye'de hem de Avrupa'da milliyetçiliğini besliyor. Buna bir son vermek amacıyla Almanya'nın, iki ülke arasındaki mülteci anlaşmasını Erdoğan'ın tutumunu sert bir dille eleştirerek bitirmesi, yeni bir sürecin kapısını aralayabilir. Almanya, mülteci anlaşmasını feshedip maddi yardımları keserken Türkiye'den insan hakları ihlallerine reel olarak son vermesini, demokratik sürece geri dönülmesini talep edebilir. Böylece Almanya kendi ülkesini yeni bir mülteci akınından korumuş olmakla kalmaz, AB'de giderek güçlenen İslamcılığın ve milliyetçiliğin de önünü almış olur. Almanya, Türkiye üzerinde bu baskıyı kurabilecek yegane ülke konumunda. Almanya'nın Türkiye'de koruyacağı demokratik değerlerin asıl kendisi için önem arz ettiğini fark edecek tecrübeye sahip bir ülke olduğunu biliyoruz. Eylül'de yapılacak genel seçimlerden sonra Almanya, bu rolü üstlenmek zorunda kalacaktır.