Merkel Erdoğan ile çıkmaza girdiğini geç de olsa kabul etti

Cumhuriyet operasyonu Almanya'da Erdoğan'a eleştiri dozunu arttırdı. Ancak Erdoğan'ın herhangi bir eleştiriyi dikkate almadığı düşünülüyor. Almanya dışında birçok ülke artık Türkiye'ye sert yaptırımlar uygulanmasını istiyor.

Google Haberlere Abone ol

Ayşegül Karakülhancı Duman

KÖLN- Türkiye'de akademisyen, yazar ve gazetecilerin tutuklanmaları, işten çıkarılmalarıyla başlayan sürece Almanya kamuoyu uzun zamandır eleştirel yaklaşıyor. Fakat 15 Temmuz darbe girişimi, insanların kafalarında yeni soru işaretleri oluşmasına neden oldu. Özellikle AK Parti'nin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bir kere daha mağdur konumunda olmaları, Türkiye'de demokrasinin belki güçlenmesi için yeni bir başlangıç olur diye bir beklenti oluşturdu. Bu durum hem Erdoğan ile ilgili eleştirilerin önünü kesti, hem de Almanya Başbakanı Angela Merkel'e, mülteci sorunundan, muhafazakar CSU partisi ile seçmenini ve yine aşırı sağcı parti AfD'nin seçmenini rahatlatmak için süre kazandırmış oldu.

Avrupa Birliği ve Almanya açısından en vahimi, Türkiye'deki ve Avrupa'daki muhaliflerin tüm uyarı ve protestolarına rağmen, Angela Merkel'in aldığı yanlış kararlar sonucunda, AK Parti hükümeti ve Erdoğan'la geldiği noktanın çıkmaza girdiğini geç kabullenmesi oldu.

DBP'li belediyelere kayyum atanması, Diyarbakır Belediyesi Eşbaşkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı'nın tutuklanmaları yavaş yavaş Alman basınının üzerinden 15 Temmuz etkisinin kalkmasına ve Erdoğan'ın politikalarının yeniden eleştirilmesini başlattı. Bu gelişmelerin ardından, tutuklu yazar Aslı Erdoğan'ın destek ve dayanışma isteyen mektubu basında yer aldı. Tam da kamuoyunun Türkiye ve AB arasındaki ilişkileri yeniden sorgulamaya başladığı sırada, Cumhuriyet gazetesinin yazarlarının tutuklanmaları, Almanya'da eleştiri dozunu arttırdı. Evet, uzun zamandır birçok muhalif kesim baskı altındaydı, özellikle Kürt basın ve yayın organlarına veya politikacılarına yönelik saldırılar vardı ama, söz konusu Kürtlerdi ve sol muhalefetti. Her iki grup ta maalesef Avrupa'da ikinci sırada geliyordu. Ama Cumhuriyet'in kapatılması, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran temel unsurlara indirilmiş bir darbe olarak algılandı. Bu nedenle Alman basın yayın organlarında geniş yer buldu.

DIE ZEIT: BİR DEMOKRASİ ÖLÜYOR

31 Ekim'de Almanya'nın önemli gazetelerinden biri olan Süddeutsche Zeitung, Cumhuriyet'in kapatılmasını, "her şey faşizmin ilerleyişini hatırlatıyor" başlığıyla verdi. Özellikle Can Dündar'ın WDR televizyonuna verdiği röportaj hemen hemen tüm gazetelerdeydi. Avrupa Parlamentosu başkanı Martin Schulz durumu, "kırmızı çizgi aşıldı" diyerek eleştirdi. Buna karşılık Türkiye Cumhuriyeti başbakanı Binali Yıldırım'ın "onların kırmızı çizgisi bizi ilgilendirmez" tepkisi, Süddeutsche Zeitung dış politika yazarlarından Luisa Seeling'in 2 Kasım'da kaleme aldığı köşe yazısında durumun gerçekten de başbakan Yıldırım'ın dediği gibi olduğunu, "uluslararası kızgınlığı Ankara ciddiye alsaydı en çok tanınan muhalif gazete Cumhuriyet'i kapattırmazdı" diye yazdı. Cumhuriyet'in kapatılmasına, başbakan Angela Merkel'in durumu "kırmızı alarma geçmek" olarak değerlendirmesi, Can Dündar'ın da WDR'e verdiği röportajda eleştirdiği gibi, çok geç gelen ve basına yapılanları kınamaktan kaçınılan bir açıklamaydı.

2 Kasım'dan sonra, Türkiye'yle ilgili yazı ve eleştiriler çığ gibi büyüdü:

3 Kasım'da Spiegel'de Hasnain Kazim "Zensur in der Türkei" (Türkiye'de sansür) başlıklı yazısında, gazeteci Erol Önderoğlu'nun eleştirilerine yer verdi. Önderoğlu'nun, muhalif insanların takip edilip susturulduğunu gözlemlediğini aktardı.

Die Zeit gazetesi "Türkei: Eine Demokratie stirbt" (Türkiye: Bir demokrasi ölüyor) başlığını attı.

3 Kasım'da Erdoğan'ın "Almanya terör örgütlerine çanak tutuyor" şeklindeki sert açıklamalarına, Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, "Erdoğan'ın Almanya'nın güvenlik durumu ile ilgili yaptığı açıklamanın anlaşılamaz" olduğunu ifade etti. Erdoğan'ın bu çıkışının sebebinin, Almanya'nın 15 Temmuz darbe girişiminden sonra iltica talebinde bulunan kişilerin listesini Erdoğan'a vermeyi reddetmesi olduğu düşünülüyor.

Yine 3 Kasım'da Frankfurter Allgemeine gazetesinin önemli yazarlarından Michael Martens makalesinde, "AB uzun zamandır Erdoğan'ın umurunda değil, Türkiye Cumhurbaşkanı'nın idamla ilgili açıklamalarından sonra, kendisinin başka bir planı olduğunu, Avrupa perspektifinin kağıt üzerinde kaldığını ve Brüksel'in talep ve önerilerini umursamadığını" kaleme aldı.

BILD: DİKTATÖR ERDOĞAN

Tam Cumhuriyet gazetesi ile ilgili eleştirilerin devam ettiği sırada, 4 Kasım'da HDP'li vekillerin ve eşbaşkanların tutuklanmaları gündeme oturdu.

Dışişleri Bakanı Steinmeier, "Türkiye'nin AB'ye dahil olma isteği ile ilgili karar vermesinin zamanının geldiğini", söylemesinin yanısıra, "terörle mücadelenin, muhalefeti susturmak ve tutuklamak için kullanılamaz" olduğunu belirtmesi önemliydi.

Oldukça sert bir başka eleştiriyi 5 Kasım'da Avusturya başbakanı Christian Kern yaptı. Kern, "Tüm bu olanlar Erdoğan'ın otorite programına hız verdiğini, anayasa ve demokrasinin ayaklar altına alındığını gösterir. Belki de AB'nin para musluğunun kapatılması gerekiyor ve AB'yle Türkiye arasında yapılmış olan mülteci anlaşmasının Türkiye tarafından iptal edilmesi ihtimaline hazırlıklı olmak gerekiyor" dedi.

HDP'li vekillerin ve eşbaşkanların tutuklanması eş zamanlı olarak Avrupanın birçok ülkesinde ve Almanya'nın hemen hemen tüm şehirlerinde protesto edildi. Cumartesi günü Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin tüm Türkiyeli, Ortadoğulu, Almanyalı demokrat kurumlarınca ortak düzenlenen Köln merkezli mitingine 7 binin üzerinde kişinin katılması, birçok televizyon kanalında ve gazetede yer buldu. En dikkat çekense, yapılan bu haberlerde kullanılan dilin uzun zamandan beri ilk defa muhalif kesimden yana ve yumuşak üslupta olmasıydı: Birkaç ay öncesine kadar Türkiye havuz medyasına yakın dil kullanan gazetelerdeki bu değişim önemliydi. Almanya'nın en çok okunan ama pek politik olmayan Bild gazetesi bile ilk sayfadan, "Diktatör Erdoğan: Bu gidişat nereye" başlığını attı.

6 Kasım'da Frankfurter Allgemeine gazetesi Brüksel temsilcisi Michael Stabenow yaşanılan durumu Avrupa Birliği açısından değerlendirdiği, "Europa in der Zwickmühle" (Avrupa çıkışsız) başlıklı makalesinde yer alan "Brüksel'de, İŞİD  terör milisleri ile mücadelede Türkiye ile ilgili korkutucu soruların olduğu" cümlesi oldukça ciddi bir ifade.

Aynı yazıda, Avrupa Dışişleri ve Güvenlik Teşkilatı Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini'nin ve Avrupa Birliği'nin genişlemeden sorumlu yetkilisi Johannes Hahn'ın "Türkye'de parlementer demokrasi var mı, tartışılır", değerlendirmelerine de yer verildi.

AB Türkiye Raportürü Kati Piri ise, Birlik ile Türkiye arasında görüşmelerin durdurulmasını teklif etti. Kati Piri'nin "Şu anda Ankara ile yapılacak görüşmelerin hiçbir getirisi olmadığı" görüşü, medyada yazılanlar arasında.

MÜLTECİ ANLAŞMASI AB'NİN ELİNİ ZAYIFLATIYOR

Belçika mahkemesinin Kürt politikacıları ve medya temsilcileri hakkında verdiği olumlu karar, uzun zamandan beri ilk defa Kürt muhalifler açısından Avrupa Birliği'nde duyulan en pozitif haber oldu.

Ama hâlâ Türkiye ve AB arasındaki mülteci anlaşması geçerli ve yürürlükte: Bu noktayı AB'nin çözememesi her daim Ankara'ya ve Erdoğan'a karşı elini zayıflatan durum.

7 Kasım'da Lüksemburg Dışişleri Bakanı Jean Asselborn, Deutschlandfunk'a yaptığı açıklamada: "Açıkça söylemek gerekir ki, Erdoğan'ın kullandığı metodlar, Nazi dönemimde kullanılan yöntemlerdir. İnsan haklarını korumak için ekonomik yaptırımların uygulanması gerekmektedir. Türkiye'de milyonlarca insan bu karanlıktan çıkmak için AB'yi umut olarak görmektedir" ifadelerini kullandı. Ama Almanya bu görüşte değil, hükümet sözcüsü Steffen Seibert, konuşma kanallarını açık tutmanın yararlı olacağı görüşünde.

Artık Türkiye konusunda Almanya dışında birçok ülke daha sert yaptırımlar uygulanması konusunda hemfikir. Almanya için durum elbette diğer ülkelere oranla daha zor. Hem tarihsel olarak uzun yıllarca devam etmiş bir ortaklığı var, hem de burada yaşayan Türkiyeli nüfüsu diğer Avrupa ülkelerine kıyasla oldukça yüksek. Ama Almanya hükümetinin kabul etmesi gereken gerçeklik, Erdoğan'ın ve Ankara'nın demokratikleşmeyeceği. Bu nedenle daha açık eleştirmeleri gerektiği. Zaten Türkiye'deki anti demokratik uygulama ve baskı yoğunluğunun daha da artması durumunda Almanya kamuoyu ve Avrupa Birliği ülkeleri Merkel'in ve hükümetinin bu pasif tutumuna çok da anlayışlı bakmayacak ve her geçen gün hükümet üzerinde bu konuda baskı artacak.