YAZARLAR

‘Dünya’, senindir!

‘Sınır Yok’, çok Amerikanvari olmadan, kendi dilini kullanan, biraz kafa karıştırıcı bölümlere rağmen, amaçladığı türün altından başarılı bir şekilde kalkan bir yapım...

Birçok ‘suç filmi’ örneğinde gözümüze çarpan bir tema vardır: Filmin başkarakter(ler)i eğer hikâyenin başında küçük çapta hırsızlık, soygun veya yasadışı ticaret yapıyorlarsa önlerinde çok tehlikeli ve zorlu ama bu ‘işte’ yükselmelerini sağlayabilecek bir rota bulunur. Hatta bazen başkarakter yasadışı işlere bile bulaşmamıştır ama bu dünyanın sağladığı para, güç ve ihtişam onu içine çeker.

Bu senaryo üzerinde ilerleyen filmler arasında ‘Scarface’i (Brian de Palma’nın), ‘Bir Zamanlar Amerika’yı, ‘Mobsters’ı, hatta daha yakın tarihli olan ‘A Prophet’i bile sayabiliriz… Tabii ki bu durumlarda ‘protagonist’in yükselmesi için zeki, becerikli, girişken ve de en önemlisi hırslı olması gerekir. Hatta bazen bu ‘büyüme’ hırsı o kadar yüksek ve kontrolsüz olur ki, kahramanın can yoldaşları bile onu, biraz yavaşlaması konusunda uyarırlar ve genelde de pek dikkate alınmazlar.

Bu hafta Netflix üzerinden gösterime giren ‘Sınır Yok’ filmi de böyle bir yükselmenin hikayesini anlatıyor. Bunu yaparken fakir ve yalnız bir gencin nasıl suç dünyasına girdiğini ve bu ‘işin’ tadını aldıkça nasıl yükseldiğini tempolu ve heyecanlı bir anlatım ile beyaz perdeye yansıtıyor. Ancak senaryoya ‘suç filmlerinin gerektirdiği diğer öğeleri de serpiştirmeyi unutmuyor: Kahramanın durumunu daha da karışıklaştırabilecek bir aşk hikayesi, suç dünyasındaki ‘eski’ ve ‘yeni’ patronlar ve bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji ile suçluların peşinde olan polisler… Aslında başarılı olması için her şarta sahip gibi görünen film, başkarakterin gerekli deneyime sahip olmaması, daha doğrusu bu ‘suç’ deneyimine biraz fazla hızlı sahip olması, ‘ikili’ oynayan karakterlerin bir türlü ‘rayına oturmaması’ ve filmdeki tutku hikayesinin tam olarak seyirciye geçmemesi gibi ufak aksaklıklar barındırıyor. Ama son kertede ‘Sınır Yok’ eli yüzü düzgün, elindeki olanakları iyi kullanan ve selefi olan filmlerin yüzünü kara çıkarmayan bir yapım…

Angel, Madrid’in bir banliyösünde, dedesiyle beraber yaşayan, fabrikada çalışan, kendi halinde bir gençtir. Bir gün, önce kavga ettiği ama sonra ortak olduğu Poli yüzünden soygun işlerine girişir ve çetenin güvenini kazanır. Daha önce hiç görmediği kadar para kazanan Angel, bu hayatın tadını çıkarmaya ve giderek suç dünyasında yükselmeye başlar. Ancak bu esnada onun ensesinden ayrılmayan polisler ve bir türlü kopamadığı eski aşkı Estrella ile olan ilişkisi başını derde sokacaktır.

İSPANYOLLARIN MALİK’İ…

Aslında daha önce verdiğimiz ‘suç’ filmleri örnekleri arasında Angel’in durumuna en uyan karakter, Fransız yönetmen Jacques Audiard’ın 2014 yılında çektiği ‘A Prophet’ filminin kahramanı Malik oluyor. İki filmde de suça meyilli olmayan bir genç adamın nasıl ‘karanlık’ tarafa geçtiğini, önce insanlar tarafından kullanılılıp sonra ise onları kullandığını ve suç dünyasında ‘yeşeren’ bağlantılar, tanıdıklar ve hesaplaşmaların ne kadar hassas olduğunu görüyoruz. Sadece ‘A Prophet’te önemli bir yer tutan ‘etnik köken’ olayı bu filmde yok!

Dolayısıyla Angel karakteri, ‘Scarface’in Tony Montana karakteri gibi daha yolunun başında ‘yeşil kart’ için adam öldüren veya ‘Bir Zamanlar Amerika’daki David ve ‘Mobsters’taki Charlie Luciano (sonrasında hepimizin bildiği ‘Lucky’ Luciano olacaktır!) karakterleri gibi şiddetin ve kanunsuzluğun kol gezdiği bir dünyada ‘doğan’ bir kişi değil!

Ancak filmin başındaki Angel’in bu ‘masum’ havası, biraz fazla hızlı bir şekilde değişiyor. Yani Poli ve çetesiyle gerçekleşen birkaç başarılı soygundan sonra, göreceli olarak kısa bir sürede onlardan ayrılması ve ‘kendi hesabına’ çalışmaya başlaması pek inandırıcı gelmiyor. Tamamen yabancısı olduğu bir ‘suç’ dünyasında bir gencin söz sahibi olması için bizce önce ‘basamakları’ teker teker çıkması, kendini bir anda ön plana atmaması ve doğru zamanlarda fırsat kollaması; kısaca biraz ‘sabretmesi’ gerekirdi.

Aynı şekilde, nispeten ‘basit geçen’, silah, araba ve birkaç balyozla halledilen kuyumcu soygunlarından sonra Angel’in bütün özel zırhlı araçları, açılması en zor kasaları soymayı becerebilen ‘büyük çapta’, arkadaşlarından oluşan bir çeteyi nerdeyse hep ‘elinin altında’ tutması da karakterin yaşıyla ve tecrübesiyle pek uyuşmayan bir durum…

AVUKATIN ÇİFT TARAFLI OYUNU…

Başta Angel’in de dahil olduğu Poli ve çetesi olmak üzere, yakalanan suçluları kanunlardaki ‘boşluklardan ve delil yetersizliklerinden' beraat ettirmekte uzman olmuş, genç ve güzel avukat Mercedes ise filme hoş bir hava katıyor. Adeta bir ‘suçlu’ avukatına dönüşmüş bu kadın, sadece polisleri sinir etmekle kalmıyor, aynı zamanda savunduğu kişilere, ‘kara para aklama’, ‘en büyük patronlarla bağlantı kurma’ gibi daha büyük ölçekli planlarında da yardımcı oluyor. Nitekim filmin büyük bölümünde de Angel’in sık sık imdadına koşan kişi yine o oluyor. Ama polisin her zaman izlediği, telefonlarını dinlediği Mercedes, bir süre sonra kime çalıştığı pek belli olmayan, savunduğu kişilerin güvenini kazanıp onların paralarını dolandırmak amacında olup olmadığı havada kalan, biraz ‘kafa karıştırıcı’ bir kişiye dönüşüyor. Sürekli ‘çift’ taraflı çalışıyormuş gibi duran, mafya babalarının kendisi hakkında farklı fikirlere sahip olduğu bu genç ve güzel avukat, filmdeki ‘entrika’ dozunu elinde tutmakta zorlanıyor. Zaten yaptığı iş yeterince zor değilmiş gibi davranan Mercedes, giderek en güvenilmez, en ‘nereye oturtacağımızı’ bilmediğimiz, en ‘muğlak’ kişi haline geliyor. Üstelik bu ‘muğlaklık’ hoş bir belirsizlik değil!

Bir de tabii filmde Angel’in hayatına en kritik noktalarda giren, onun ‘suç’ kariyerine etki edebilecek bir aşk hikayesi var. Eskiden beri âşık olduğu Estrella ve pozisyonundan dolayı evlenmek zorunda kaldığı Sole arasında kalan Angel, bu ‘üçlü’ ilişki yumağında bazen dengesini kaybediyor. Sevdiği ve sevmek zorunda kaldığı bu iki genç güzel kadın sadece Angel gibi bir insanın ‘bağlanmama’ şartını kırmakla kalmıyor, aynı zamanda senaryonun finalinde de kritik bir rol oynuyorlar. Aklımızı kurcalayan nokta ise Angel’in Sole’yle evlendiği günde bile yanına koştuğu, hayatındaki her şeyi riske etmek pahasına ilişkisini koparmadığı Estrella ile olan gönül bağının, sanki sadece ‘cinsel haz’ düzeyinde kalması. Kuşkusuz yönetmen ve senarist bunun tersi bir etki yaratmak ve başkarakterin karşı konulamaz bir ‘tutku’ içinde bulunduğunu göstermek istiyorlar ancak aralarındaki ilişkiyi birkaç hararetli sevişme sekansı dışında pek hissetmiyoruz…

Mekanları olarak Madrid ve İbiza’yı seçen bu suç filmi, özellikle aksiyon sahnelerinde ciddi bir tempo, olayların içine sokan bir kurgu ve başarılı kadrajlar sunuyor. Özellikle iki önemli olayın paralel bir şekilde aktığı sekanslarda çoğu zaman polislerin bakış açısına geçiyoruz, bir anlamda onların genelde nasıl suçluların ‘aldatma’ tuzağına düştüğünü anlıyoruz.

Sonuçta ‘Sınır Yok’, çok Amerikanvari olmadan, kendi dilini kullanan, biraz kafa karıştırıcı bölümlere rağmen, amaçladığı türün altından başarılı bir şekilde kalkan bir yapım… Kuşkusuz daha önce de parlak örnekler görmüştük ama buram buram bir İspanyol mafya kokusu almak için iyi bir fırsat!

 

 
 

Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .