Hepimiz George Floyd’uz!

Irkçı kültür, Amerikan müesses nizamının bir parçası olarak varlığını sürdürmekte. George Floyd'un polis tarafından öldürülmesinin ardından başlayan protestolar Amerikalıların bilincini harekete geçirebilecek mi?

Google Haberlere Abone ol

Lümeys Anduni

Amerikan polisi, bütün ağırlığıyla George Floyd’un boğazına çöktüğünde elbette onu öldürmeyi tasarlamış değildi. Meydana gelen olay, taammüden adam öldürme suçundan çok daha feci bir şeydi. Zira bu suç, ABD’nin önderlik ettiği uluslararası sistemin Amerika ve dünyanın başka yerlerinde mazlum ve baskı altına alınmış milyonların hayatına aldırış etmemesinin bir sonucuydu.

Floyd’un işkenceyle katledilmesinin sembolizmi, “Nefes alamıyorum” çığlığının göz ardı edilmesi, mazlumların ve yoksulların canlarının her gün öğütüldüğü bir faaliyete dönüşüyor. Aynı şey, sömürgeciliğin hegemonyasını bedenleri üzerine inşa edilen halk kesimlerinden olmak isteyen herkes için geçerli. Filistin’den Minnesota’ya, Yemen ve Irak’tan Latin Amerika’daki Amazon ormanlarına, adlarını duymadığımız ve hakkında bir şey bilmediğimiz yerlere varana kadar olan biten her şey, nefessiz bırakma ameliyesidir. Bazen öldürmeyebilir ancak ruhu yıkıma uğratır, bedeni manipüle eder, milyonlarca çocuğu savaşların, hastalıkların ve açlığın merhametine bırakır.

FLOYD, UTANÇ VERİCİ BİR ANLAYIŞIN KURBANI

Floyd, bilmediğimiz siyah bir insan değildi. Onu tanımak için hakkında önceden bilgi sahip olmamız gerekmiyordu. Ancak onun katledilme görüntüleri, bizim insani dayanışma gücümüzün ve insanlığımızın sınavıdır. Floyd, köleliğin utanç verici tarihine karşı zaferin meyvesidir. Afrika’dan devasa bir geminin en alt katında, ayaklarında zincir, günlerce, haftalarca, aylarca kürek cezasına çarptırılan ve bu şartlar altında kaçırılan, insanlıkları ve onurları ayaklar altına alınmış ataların torunudur. Soğuğa, sıcağa ve rutubete atılarak unutulan, bedenlerini gemi farelerinin kemirdiği kölelerdir. Beyaz adama hizmet etmeye devam edebilmesi için ölmeyecek kadar ekmek ve su verilendir o.

Bu sahne, geçmişte kalan bir tarihin parçası değil, aksine yeni ayrımcılık biçimleri aynen devam ediyor. Dünya efendilerinin ihtiyacına göre ırkçılık ve hatta etnik temizlik, baskı ve askeri işgal, yeni ve bazen eski biçimleriyle sürüyor. Bunun sürebilmesi, vahşiliğinin sınırının olmadığı baskı araçlarının yanı sıra ırkçılığın etnik, mezhebi boyutuyla harekete geçirilmesini, kurbanın sürekli tehdit oluşturduğu anlatısının sürdürülmesini gerektirir. O, evcilleştirilmesi, bastırılması, öldürülmesi ya da bütün bunlara aynı anda maruz bırakılması gereken bir hayvandır. Zira beyaz adamın uygarlığına tehdit oluşturmaktadır.

Filistin’de yaşananlar da içerik olarak bundan farklı değil. Siyonist proje, beyaz adamın, vahşi adamın ülkesine uygarlık getirdiğini anlatan aynı mit üzerine inşa edildi. Siyonizmin kurucuları kendilerini beyaz ırkın kültürünün bir parçası olarak kabul ettiler. Anti-semitizmin yayılmasına, yani Yahudilerin Avrupa’da kendisinden kurtulunması gereken yabancı bir unsur olarak görülmesine ve bu şeytanlaştırılmanın bir sonucu olarak Nazi soykırımına maruz kalmalarına rağmen, Siyonist düşünce, Avrupa sömürgeciliğinin kibrinden ilham aldı, hatta onun uzantısı haline geldi. Sonuç olarak, Filistin’deki Yahudi devleti, o sırada Avrupa medeniyetini korumak için tasarlanmış bir kale olarak sunuldu. Bazıları Amerika’daki ırkçılık ile Filistin’deki Siyonist proje arasında bağlantı kuramayabilir ancak bağlantı, gerektiğinde ırkçı, dışlayıcı ve ötekileştirici olan sömürgeci hegemonya fikridir. Bu mantalite, Amerikalı siyahlarla Filistinlileri daimi tehdit olarak görür, bu tabloyu insanların zihnine yerleştirmeye çalışır. Bu yüzden İsrail askerleri, okula giderken çantasında taşıdığını zannettiği bıçağı İsrail askerlerine karşı kullanacağı varsayımıyla, Filistinli bir genç kızı salt şüphe üzerine öldürebilir. Aynı şekilde Amerikan polisi bir siyahı, üzerinde silah taşımasa bile ateş edebileceği şüphesiyle öldürebilir. Zira Amerikalı bir siyah, tıpkı Filistinli gibi aksi ispat edilene kadar suçludur. Bu imaj, insanların zihnine içkindir.

IRKÇILIK AYNI İSTİKAMETTE DEVAM EDİYOR

Bu yeni bir durum değil. Tüm sömürgeciler, kapitalistler ve çok uluslu şirketler tarafından topraklarının ve servetlerinin kamulaştırılmasına direnenlere karşı uygulanmaktadır. Buna dair Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar birçok anlatı bulmak mümkün. Bütün fedakârlık ve ayrımcılık karşıtı yasalara, eşitlik mantığının yerleşmiş görünmesine, başarılarının küçük görülmesinin imkânsız olduğu, her ırk, millet ve dinden insanların katıldığı sivil haklar hareketinin zaferlerine rağmen, siyahlara yönelik haksızlıklar devam etmektedir. Irk ayrımcılığına, yerlilerin yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin yağmalanması ve haklarını savunan yerli aktivistlerin kriminalize edilmesi eşlik etmektedir.

Ancak ırkçı kültür, Amerikan müesses nizamının bir parçası olarak varlığını sürdürmektedir. Trump’ın Beyaz Saray’daki varlığı, sadece siyahlara karşı değil, Trump’ın, aşırı ırkçıların bile dile getirmeye utandığı hakaretamiz ifadelerinin yanı sıra, kendilerinden istihza ile bahsettiği Müslüman ve Araplara yönelik nefret söylemine de meşruluk kazandırmıştır. Trump, ‘öteki’ne karşı gösterdiği nefret söylemleriyle en aşırı ırkçıları bile geride bırakmıştır. Onun kullandığı kelimeler, aşırı sağcı kültüre sahip kesimlerde bile şok edici bulunabiliyor. Resmi açıklamalarıyla Twitter'da ırkçılığı normal gören birçok ifadesi nedeniyle ırkçılığın teşvik edilmesine katkıda bulundu ve şu an bunun Amerikan yaşamının tüm kurumları üzerindeki etkisini görüyoruz. Ancak kurumsal ırkçılığı icat eden Trump değildi. Yaptığı tek şey, onun ırkçılığın yaygınlaşmasındaki rolünün ciddiyetini azaltmaksızın, zaten alev almış bir yangına benzin ve odun atmış olmasıdır. Demokrat ve Cumhuriyetçi kanatlarıyla Amerikan Devleti, savaşların ve işgallerin bir aracı olarak ihtiyaç duyduğu için ırkçılığa karşı mücadelede gevşek davrandı.

Gerek devletin eski yetkilileri, gerek araştırma merkezleri veya gazetelerin üst düzey yöneticisi olan neoliberaller olup biteni kınarken, bazıları Trump’ı ve söylemini reddettiğini açıkça deklare etti. Liberal ve insan haklarına saygılı görünmek onu ilgilendirmiyor. Irkçı düşünüş biçiminin somutlaşmış biçimi olarak aslında Amerikan tahakküm mantığına eşlik eden baskıcı, üstten bakan ve ırkçı tavrı son derece net bir şekilde temsil ediyor. Aslında, sahteliğini ortaya koyarak ve maskelerini düşürerek yaptıklarıyla bu kesimlerin çıkarlarını tehdit ediyor. Aynı zamanda insanları kışkırtıyor, öfkelerini kabartıyor, sözleri ve yaptıklarıyla kitleleri sokağa çıkmaya itiyor. Bu yüzden Amerikan müesses nizamını ve sistemin madun kitlelerin sorunlarına ilişkin çözüm kabiliyetini tehdit ediyor.

SİSTEMİN MASKESİ DÜŞTÜ

Geçmişte halklara karşı ırkçılığın beslenmesine katkıda bulunduklarını unutan, diktatörlerin silahlandırılmasına onay veren bazı Demokrat Parti liderleri, daha önce hiçbir başkana karşı kullanmadıkları terimlerle Trump’a seslendiler, ona olan karşıtlıklarını öfkeyle ifade ettiler. Bu ise söz konusu sistemin bir ürünü olan Trump’ın bütün bir sistemin maskesini düşürdüğü anlamına geliyor. O, tıpkı kanun ve insan haklarına sahip çıktığını iddia eden ama gerçekte değerler ve zenginlikler üstündeki nüfuz ve kontrolünü tahkim etmek amacıyla kanun ve haklarla oynamayı gayet iyi beceren Amerikan müesses nizamına benzer şekilde, elde ettiği kârı her ne pahasına olursa olsun koruması gereken tüccar mantığıyla hareket ediyor.

Ancak Trump’ın pervasızlığı, Amerikan kurumlarının, özellikle de Amerikan polisinin ne kadar militarize edildiğini ortaya çıkardı. Geçmişte olan ve halen devam eden olaylar, aslında Amerikan müesses nizamının ülkeyi çatışmaların içine iten Trump’ın biletini kesmesini gerektiriyor. Bu nedenle ordu geri çekildi, müesses nizamın ve ona hâkim olan kültürün içyüzünün ortaya çıkmasından sonra Minnesota ve diğer başka bazı eyalet polisinin İsrail polisi tarafından eğitilmesi çok da garip gelmemeli. Tanık olduğumuz tablolar, İsrail ordusunun suçlarıyla benzerlik arz ediyor.

Şu an yaşanan olaylar, Amerikalıların bilincini harekete geçirip onları uykularından uyandırabilecek mi? Zulüm ve tiranlığa karşı direnmek, halklar arasında dayanışmayı gerektiriyor. Yıllar da geçse her gün binlerce George Floyd’ların öldüğü yeni acılar yaşanmaya devam edecek ve yeni George Floyd’lar göreceğiz.


Yazının aslı Al Araby sitesinden alınmıştır. (Çeviren: İslam Özkan)

Etiketler Filistin Trump ABD floyd