Gelecekten bir kartpostal: Karantina sonrası Danimarka’da yaşam

Kısıtlamalar kaldırıldıkça ve yavaş yavaş evlerimizden dışarıya çıktıkça, hayatın yeniden güzel olacağına inanmak mümkün hale geliyor. Normalleşme sürecinde Danimarka'da yaşam nasıl devam ediyor?

Google Haberlere Abone ol

Helen Russell

Şemsiyelerin gölgesindeki emekliler bir kafede kek yiyor, çocuklar bardaklarındaki meyve sularını mideye indiriyor ve öğrenciler bira şişelerini tokuştururken sigara içiyor, gülüyor ve artık her yerde olan insanların uğultularını bastıracak kadar yüksek sesle sohbet ediyorlar.

18 Mayıs’ta Danimarka’daki kafe, restoran ve mağazaların kapıları ardına kadar açıldı ve rağbet gören sokaklar yeniden hareketlendi. Hatta kuaförler bile yeniden açıldı (karantina sırasında öğrendiğimiz şey, kaç tane doğal sarışın Danimarkalı olduğuydu).

YAŞAMSAL ALIŞKANLIKLAR FARKLILAŞTI

Görünürde yüz maskesi yok, eldiven takmış birkaç kişi ve sarsıcı küresel kesintiye dair çok az işaret var. Karantina öncesi kalabalık ile şimdiki arasındaki tek görünür fark, yayaların gidiş istikametlerine bağlı olarak ‘şeritler içerisinde’ yürümeleri ve gezici el dezenfektan istasyonlarının kalabalık caddeler boyunca aralıklarla park edilmiş olması. Her dükkanın kapısını dezenfektan pompaları süslüyor ve küçük dükkan sahipleri, müşterilerine o an için kaç kişinin içeriye girebileceğine ilişkin işaretler gösteriyor. Bununla birlikte, Danimarkalılar çoğu zaman kurallara uymaktan mutluluk duyuyorlar; eğer içeride dondurma alan dört kişi varsa, diğerleri daha sonra geliyorlar.

Danimarka, Avrupa’da 11 Mart’ta karantinaya başlayan ilk ülkelerden biriydi. Sınırlar iki gün sonra kapatıldı ve Danimarkalılar evde kalmak zorunda kaldıklarında (buna karşın açık hava egzersizlerine herhangi bir kısıtlama getirilmedi), Danimarka’nın ünlü hygge’i de (Kuzey halklarının huzuru esas alan yaşam felsefesi/ç.n.) bir teste tabi tutuldu. Kurallara bağlı bir grup olarak, Danimarkalılar, hükümetin kendi çıkarlarını gözetmekte olduğuna inandı ve kendilerine söylenenleri yaptı. Karantina sırasında her cumartesi yerel halk dayanışma için sağlık çalışanlarını alkışlamak yerine Danimarka bayrağı dalgalandırdı, Danimarka’nın televizyon korosu şefi olan Gareth Malone moralleri yüksek tutmak için DR1 adlı televizyon kanalında ‘Daily Morgensang’ (Günlük Sabah Şarkısı) programını yönetti. Ve bu işe yaradı. Başbakan Mette Frederiksen’in sert ve süratli korona virüsü stratejisi karşılığını aldı; 5.8 milyonluk bir ülkede, Covid-19 kaynaklı ölümlerin sayısı, bu yazıyı yazdığım esnada yalnızca 563 idi ve enfeksiyon oranları da düşük seviyede (0.7).

OKULLARI AÇAN İLK ÜLKE OLDU

Danimarka, salgın eğrisi beklendiği şekilde düzleştiğinde, küçük çocukların en düşük riski taşıdığı bildirimini takiben nisan ayı ortasında ilkokulları -yanı sıra anaokulları ve gündüz bakım evlerini- yeniden hizmete açan ilk ülke oldu. Bazıları nabız yoklamak için küçük çocukları dışarı çıkarma fikrinden dolayı gergindiler; ancak anaokulu çağındaki üç çocuk ile beş haftalık bir ‘evden çalışma’ sürecinin ardından, ben de bu fikrin cazibesine kapıldım. Frozen’daki Elsa’dan kesintisiz ve çat kapı gelen iş amaçlı Zoom toplantısı çağrıları ve ortalıkta dolaşan çıplak popolar (tecrit süreci çocuklarımızın içindeki nüdisti* de açığa çıkardı) yüzünden, eşim ve ben bu yönde ilerlemeye karar verdik. Küçük çocukların sosyalleşmesi Danimarka’da çok önemli kabul edilir ve bir psikolog arkadaşımızın söylediği gibi, “Çocukların yalnızca ebeveynleri tarafından değil, öğretmenler, okul arkadaşları, büyükanne ve büyükbabalar dahil olmak üzere, bütün bir toplum tarafından yetiştirilmesi fikrini seviyoruz. Farklı ilişkilerden farklı bakış açıları öğreniyorlar.” Ve şunu ekliyor: “Ben de onların gelişiminden ve refahından sorumlu tek kişi olmadığım fikrini seviyorum.”

Danimarkalılar, gördükleri her şeyi yalayan küçük çocuklarla sosyal mesafeyi korumanın imkansız olduğunu hızlıca anladılar. Bunun yerine, çocuklar 'koruyucu balonlar' içinde kalıyorlar; yani küçük gruplar halinde, oyun alanındaki kendi bölgeleri içinde tutuluyorlar ve faaliyetleri aynı öğretmenle sürdürüyorlar. Farklı sınıflarda okuyan öğrenciler farklı girişleri kullanıyor ve ebeveynlerin okul içine girmelerine izin verilmiyor. Öğrenciler ya da öğretmenler yüz maskesi kullanmıyor; dersler mümkün olduğunda dışarıda yapılıyor ve her saat başında eller yıkanıyor (bu nedenle egzama sorunları çokça görülüyor). Öğretmenler, vahşi batıdaki tuhaf kovboylar gibi eğlenerek el dezenfektanı spreyleriyle tüm araç ve gereçleri günde birkaç kez dezenfekte ediyor.

Danimarka’daki okullar iki metrelik sosyal mesafe kuralıyla eğitime başladı; fakat bu mesafe şimdi bir metreye indirildi ve anaokullarında tamamen kaldırıldı. 18 Mayıs’tan itibaren, 11 yaş üstü çocuklar okula geri döndüler ve onlar da daha küçük gruplara ayrıldılar. Bu, lojistik bir sorun taşısa da öğretmenler daha iyi bir öğretmen/çocuk oranını gidişat açısından olumlu görüyorlardı ve çocuklar evde eğitimle geçen tecridin ardından okula geri döndükleri için mutlu olduklarını söylüyorlar.

ÇALIŞMA HAYATI VE GÜNDELİK YAŞAMDAKİ EVRİM

Buna karşılık, birçok yetişkin, (dikkat dağıtıcı unsurlar olmadan) hala evden çalışmaktan memnun. Danimarka zaten iş-yaşam dengesi ile ünlüdür; fakat karantina yaşamı çalışanlar için esnekliğin öneminin altını çizdi. Ofis çalışanlarının bir kısmı haftada birkaç günlüğüne masalarına geri dönüyor ama işverenlerin artık eskisi gibi her koşulda işlerinin başında olmalarını ya da seyahat etmelerini talep edemeyeceği duygusu hakim. Yüz yüze görüşmeler her zaman gerekli değil ve tokalaşmak -daha önceleri doktorunuzdan diş hekiminize ve bir toplantıya katılan herkese varıncaya kadar Danimarkalıların uyduğu bir görgü kuralı- artık geçmişte kalan bir davranış.

Şahsen, el sıkışmadan da yaşayabilirim. Benim özlediğim şey arkadaşlarımla birbirimize sarılmak. Çevrim içi sosyalleşme, birçoğumuzu garip bir şekilde yakınlaştırdı. Bir daha ne zaman görüşeceğimizi bilmiyorduk ve bu yüzden kısa konuşmaları atlayarak birbirimize açıldık. Resmi olarak küçük gruplar halinde yeniden sosyalleşmemize izin verildikten sonra, gerçek hayatta arkadaşlara ayak uydurmak ve korona virüsü dışındaki şeyler hakkında konuşmak, ilk başta biraz garipti. Ama acemiliğimizi üzerimizden attıktan sonra ... harikuladeydi (Ve bulanıktı. Ertesi gün herkesin başı ağrıyordu). Restoranlar ve barlar yeniden açıldığında, ‘normal hayatın’ yolunda gitmediği zaman, eskiden daha kolay ve daha sık gerçekleşen anlamlı bağlantıları sürdürmeye çalışmanın bilinciyle, (gün ışığıyla/ç.n.) kamaşan gözlerimizi kırpıştırarak evlerimizden dışarı çıktık.

Danimarkalılara artık büyükanne ve büyükbabaları tekrar görmeleri ve hatta onlara sarılmaları tavsiye edildi; yine de çok yaşlı akrabalar veya risk gruplarında olanlar için tecrit devam ediyor. Hastaneler salgınla başa çıkıyor; fakat korona virüsü tehdidi, tedavi altına alınan herkesin doğal olarak Covid-19 testinden geçirilmesi ve ziyaretçilere izin verilmemesi anlamına geliyor. Sınırlar (bazı istisnalar dışında) hala yabancı ziyaretçilere kapalı olduğundan, İngiltere’de yaşayan ailemi ne zaman göreceğimi bilmiyorum. Ama bir Danimarkalı gibi yaşayan çoğunluk için, karantina, sessizliğin anlamını yeniden değerlendirmek, etrafta olan biteni, iyi ve kötüyü fark etmek, durumu değerlendirmek, alışkanlıklardan kurtulmak ve baştan başlamak için bir fırsat oldu. Birçok Danimarkalı, ülkenin doğal güzelliklerini, yavaşlamayı ve birbirlerine göz kulak olmayı yeniden öğreniyor. Ve şimdi, Danimarka'da, ‘det bliver godt igen’, yani ‘her şey yine güzel olacak’ sloganıyla en iyi biçimde özetlenen bir iyimserlik havası var.

*Nüdizm; Çıplaklığın insanın doğal formu olduğunu savunan görüş.


Yazının aslı Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)